Malumunuz tarih içinde bir çok ilginç olay meydana gelmiştir. Lisede hatırlarsınız belki bazı tarih öğretmenleri dersi biraz daha ilgi çekici kılmak için bazı menkıbeler anlatırlardı. Bende buraya tarih içerisinde olmuş inanması güç olan bir kaç menkıbe yazıcam eğer ilginizi çekerde istek olursa dahada fazla yazarım...
''Nasıl Bre...?''
Yavuz Sultan Selim'in sohbet arkadaşı, Hasan Can,Ayrıca ilim adamıdır, pek çok lisan bilir. Ve en önemli özelliği Yavuz’un sırdaşıdır, onun bildiğini kimse bilmez. Yavuz, ona emanet ettiğini başkasına emanet etmez. Hasan Can onun canıdır yani.
Mısır seferine çıkacakları gün Yavuz ve Hasan Can kayıkla Üsküdar’a geçerler. Padişah Hasan Can’a takılmak mahiyetinde sorar:
- Hasan Can kahvaltı yaptın mı?
Hasan Can cevap verir:
- Evet sultanım, yaptım.
— Yumurta seversin değil mi?
- Evet sultanım.
Konuşma bu kadar. Üstünde durulmayacak basitlikte. Ama işi bir de sonrası var.
Aradan uzun bir zaman geçer.( 5 Haziran 1516'da İstanbul'dan yola çıktı ve 25 Temmuz 1518’de istanbula geri döndü..) Meşakkatli bir yolculuk, çetin bir savaş, tarihin seyrini değiştirecek bir sefer… Nihayet Mısır seferi sona erer. İstanbul’a dönülmüştür. Padişah ve Hasan Can yine kayıktalar. Bu kez Sarayburnu’na gidiyorlar. Yavuz aniden Hasan Can’a döner:
- Nasıl bre!
Hasan Can hiç tereddüt etmeden cevap verir:
- Rafadan sultanım.
Evet, uzun bir zaman önce yarım bırakılmış bir muhabbet bu akıllara zarar konuşmayla noktalanmıştır.
Fatih ve Kadı
Hızır Bey, İstanbul kâdısı ve belediye başkanı olarak vazifeye başladıktan bir müddet sonra, bir hıristiyan mîmâr geldi. Hızır Beyi buldu. Kâdı efendiye hâlini arzedip, pâdişâh Fâtih Sultan Mehmed Hândan şikâyetçi olduğunu söyledi.Hızır Bey, hıristiyan mîmârı dinledi. Fâtih Sultan Mehmed Hân, bugünkü Ayasofya Câmiinden daha yüksek kubbeye ve daha üstün mîmârî husûsiyetlere sâhip bir câmi yaptırmak istemiş ve o hıristiyan mîmâr da bu işe tâlib olmuştu. Ama bir hıristiyan olarak, müslümanların, meşhûr Ayasofya kilisesinden daha üstün husûsiyetleri hâiz bir esere sâhib olmalarına gönlü râzı olmamıştı. Bu gâyesini gerçekleştirebilmek için de, böyle bir câmiyi kendisinin yapabileceğini söyleyerek işe tâlib oldu. Câminin inşâatı başladı. Mısır dan binbir zahmetle getirilmiş sütunların yüksekliklerini kısa tutmuş, dolayısıyle kubbenin yüksekliği de Ayasofya dan alçak olmuştu. İnşâatın bitmesine yakın ziyârete giden Fâtih Sultan Mehmed Hân, sütunların kasıtlı olarak küçültülüp, meşhûr Ayasofya dan daha üstün bir binânın yapılmaması gayreti güdüldüğünü anladı. Bu hâle çok hiddetlendi. Hıristiyan mîmârın cezâlandırılmasını emretti. Emir yerine getirildi. Eli kesildi. Yüzlerce kilometreden binbir emekle gelen mermer sütunlar, hıristiyan gayreti ile kısaltılmış, Sultanın emri ve iyi niyeti ayaklar altına alınmıştı. Üstelik devletin kânun ve nizâmına uymak karşılığında zımmîlik hakkı bahşedilmiş olmasına rağmen, böyle bir yola tevessül etmişti. Hızır Bey, tam bir sükûnetle hâdiseyi dinledi. Daha sonra soruşturup, meseleye vâkıf oldu. Şâhidlerle berâber, Fâtih Sultan Mehmed Hânı, imparatorların, kralların, beylerin taht ve mülkleri, iki dudağı arasından çıkacak bir çift söze bağlı olan Osmanlı pâdişâhını mahkemeye dâvet etti. Bildirilen saatte mahkeme teşkîl edildi. O sırada, Fâtih Sultan Mehmed Hân da geldi. Eli kesilen hıristiyan mîmâr ayakta duruyor, ürkek ürkek etrâfını seyrediyordu. İstanbul Fâtihi Sultan Mehmed Hân, mahkeme salonu olarak kullanılan yere girince, baş köşede bulunan yere oturmak arzusuyla o tarafa doğru yöneldi. Pâdişâhın bu hâlini gören kâdı Hızır Bey, hiç çekinmeden; "Oturma begüm!.. Hasmınla yüzleşmek üzere, mahkeme huzûrunda ayakta dur!" dedi. Sultan, sözü ikiletmeden söylenilen yere geçti. Mahkemenin pâdişâhı HızırBeydi. Çünkü Hızır Beyin şahsında, İslâmiyetin âdil hükümleri karşısında bulunmaktaydı. Hızır Bey; "Sen, Murâd oğlu Mehmed! Bu zımmînin elini kestirdin mi?" deyip söze başladı. Mahkeme neticesinde; "Sen, Murâd oğlu Mehmed! Mahkeme edilmeden bu zımmînin elini kestirdiğin için kısas olunacaksın! Senin elin de onunki gibi kesilecek! Eğer zımmîyi râzı edebilirsen, ölünceye kadar onun ve çoluk-çocuğunun maîşetini temin etmek karşılığında elini kesilmekten kurtarabilirsin!" dedi. Herkesle birlikte Pâdişâh da tam bir sükûnet içerisinde kararı dinledi. Hıristiyan mîmâr, bu ulvî karar karşısında daha fazla dayanamadı. Ağlayarak Pâdişâhın ellerine kapandı. Ölünceye kadar maîşetini temin etmek karşılığında anlaştılar. Bu mahkemeden birkaç gün sonra, Fâtih Sultan Mehmed Hân, Kâdı Hızır Beyi ziyâret etti. Mahkeme esnâsında gösterdiği adâlete teşekkür edip; "Eğer bana, bir suçlu gibi değil de, bir pâdişâh gibi muâmele etseydin, seni şu kılıcımla parçalardım." dedi. Hızır Bey de, Pâdişâha mahkeme esnâsındaki hâl ve hareketleri için teşekkür ettikten sonra; "Eğer pâdişâhlığına güvenip, dînin emri olan hükmüme karşı gelseydin, seni bu arslanlara parçalattırırdım." dedi ve paltosunun iki eteğini çekti. Bakanlar, Hızır Beyin eteği altındaki iki arslanın sert bakışlarını gördüler...
''Ben bu şiiri biliyorum!!!''
Yavuz Sultan Selim'in şiire ve şaire olan sevgisi ve saygısı bilinmektedir. Yavuz'un İstanbul'da bulunduğu bir sırada bir şair Yavuz'a uzun bir şiir yazmış ve huzuruna çıkarak okumak için izin istemiştir. Şair Yavuz'un huzurunda şiiri okumaya başlamış ve bitirdiğinde Yavuz hiddetlenerek;
- Ama ben bu şiiri biliyorum!!! diye şaiiri azarlayınca şair;
-Nasıl olur sultanım bu şiiri ilk defa burada size okudum,
Yavuz;
-Ben bu şiiri daha önce biliiyordum istersen sana okuyayım,diyerek şiiri şaire tekrar okuyunca şair Yavuz gibi cevval bir padişah karşısında ölümden korkarak tekrar ürkek bir sesle
-Ama sultanım nasıl olur bu şiiri ben burada ilk defa okudum bilmeniz imkansız demiş
Yavuz bunun üzerine;
-Bu şiiri yalnız ben değil Hasan Can da bilir demiş Hasan Can'a dönerek
-Bilirsin dimi Hasan Can oku sende demiş..
Hasan Can'da şiiri okuyunca şair iyice korkarak Yavuz'dan affını istemiş ama şiiri nasıl bildiklerini hala anlam veremediğini söyleyince Yavuz şaire gülerek bir kese altın vererek huzurundan yollamıştır.
Şair kısa bir araştırma yaptıktan sonra Yavuz'un bir kez duyduğunu hemen ezberleyerek tekrar söyleyebildiğini, Hasan Can'ın da iki kez duyduğunu hemen ezberleyerek tekrar söyleyebildiğini öğrenince Yavuz Sultan Selim'in kendisine latifede bulunduğunu anlamış ve rahatlamıştır...