eskişehire gelmem için bir neden söyleyin .
Hıncal Uluçun Sabah gazetesindeki yazısı
Yepyeni bir Eskişehir!..
Eğer umutsuzluğa kapılmışsanız.. Eğer "Ne olacak bu ülkenin hali" diye efkarlanıyor ve yanıt bulamıyorsanız, benim yaptığımı yapın...
Eskişehir'e gidin..
Eskişehir mucizesini görün.. Böyle şey olmaz.. Bir kent bu kadar hızlı gelişmez..
Her gidişimde, yeni, yepyeni bir kent görüyorum..
Benim gidişlerim, sene üzerine periyodlu.. Bir genç üniversite öğrencisi "Sen ne diyorsun Hıncal ağbi, ben sömestr tatilinde memlekete gidince, döndüğümde tanıyamıyorum" dedi..
İnanın öylesine hızlı, öylesine güzel gelişiyor kent.. Ve bu hızlı gelişme diyor ki..
"İstenirse oluyor!.."
Eskişehir'de olursa, Türkiye'de de olur!.. Bu mucizenin arkasında bir Belediye Başkanı var..
Şehir ve Adam yani..
Yılmaz Büyükerşen.. Profesör.. Anadolu Üniversitesi'ni yaratan adam.. Türkiye'nin belki de en mükemmel kampusunu ve bu harika üniversiteyi kurduktan sonra ayrıldı. Siyasete atıldı.. Eskişehir Belediye Başkanı oldu.. Şimdi ülkenin abartmıyorum, "En mükemmel" kentini yaratıyor..
Ben Bedrettin Dalan'dan bu yana, böyle yaratıcı bir Belediye Başkanı görmedim.. Önce de görmedim ya..
Şimdi, Dalan ile Büyükerşen arasındaki tersine paralelliğe bakın..
Dalan harika bir İstanbul yarattı.. Siyaseti bıraktı, eğitime el attı.. Mükemmel bir üniversite kurdu.. Yeditepe..
Büyükerşen, mükemmel bir üniversite yarattı.. Ayrıldı, siyasete girdi. Şimdi harika bir Eskişehir'e imza atıyor..
Topu topu 24 saat kaldım.. Ayrılırken dedim ki içimden.. "Emekli olursam buraya yerleşirim.."
Kazım Baba'yı ve Ünal'ı da alıp, bizim düldülle gittik Eskişehir'e.. Kent sınırından içeri girdiğimiz andan itibaren büyülenmeye başladık..
Bu benim birkaç sene önce imza için geldiğim kent değil.. Yol boyu Eskişehir levhaları olmasa "Bre aman, biz nereye geldik" diye telaşa düşeceğim.. O kadar yani..
Sabah çıkmışız yola.. Dört buçuk saat, geze geze.. Acıkmışız..
Başkana "Aç ayı oynamaz" dedik, tur yapmadan önce yemek..
Bizi aldı, bir yere götürdü..
Eti bisküvileri var ya hani.. Onlar kurmuş.. İki kat.. Üst kat Çin.. Alt kat İtalyan..
"Çin" dedim ben..
Ahçı Çinli imiş.. Girdik.. Haldun Dormen de orda.. Festival var ya hani.. Folklorama'yı sahneye koyan o.. Biz de onun için geldik zaten..
Bir Çin yedik, olmaz böyle şey.. Dükkanı size anlatamam.. İndik aşağı İtalyan bölümünü de gezdik.. Muhteşem bahçesi ile..
İnanın İstanbul'da böylesi yok..
Başkan güldü.. "O lafı ziyan etmeyin.. Hele kenti gezelim, bakalım daha kaç defa edeceksiniz" dercesine..
Yiğit yattığı yerden önce, yediği yerden belli olur..
İki dükkanı da yöneten Firuz diye bir delikanlı.. "Hıncal ağabey, Eti bu dükkanı kazanmak için değil, şan olsun diye açtı" dedi..
Gerçekten öyle..
Böyle bir, pardon iki dükkan bir kentte varsa, o kentin kalitesini artık fazla düşünmezsiniz.. Oysa daha ne dükkanlar varmış Eskişehir'de..
İki üniversite.. 30 bin genç.. Yılmaz Büyükerşen bu dinamik nüfusun ne demek olduğunu, üniversiteyi kuran o, iyi biliyor..
Bu gençlikle, bu kenti ayni kaba koyunca, yeni, yepyeni Eskişehir şekillenmeye başlamış..
Anlatacağız.. Ertesi sabahın akşamı.. Hıncal dö jet set!..
Kahvaltı Eskişehir'de.. Öğle yemeği İstanbul'da.. Akşam yemeği Girne'de..
Bir günlük Eskişehir'in ardından üç gün kaçamak yaptığımız Kıbrıs'ı da anlatacağız..
Bana öyle geliyor ki, popomun üzerinde oturup yazdığım yazılardansa, böyle gidip, görüp anlattıklarım daha keyifli oluyor..
Bir yazı ne kadar keyifle yazılırsa, o kadar keyifle okunur.. Ben gördüklerimi anlatırken çok mutlu oluyorum.. Oralara gitme, görme imkanı olmayanlar da gitmiş gibi oluyorlar..
Yani anlarsınız ya.. Kendim için geziyorsam namerdim. Bu küçük kaçamaklar hep sizin için!..