Milyonlarca yıl önce, bir gün büyük serüven başladı. İnsan, insan olduğunun farkına vardı. O, çevresinde bulunan milyonlarca canlı ve cansız varlıktan farklıydı. O bir insandı... Düşünebiliyordu. Karşılaştığı olayları öğreniyor, öğrendiklerini biriktirip, bilgi haline getirebiliyordu. Bilgisini kullanıp olayları anlayabiliyordu. Anladıklarını da çeşitli biçimlerde açıklayabiliyor, böylece diğer insanlarla ve kendi kendisiyle iletişim kurabiliyordu. Bunlarla da kalmayıp, iradesi ile kendini yönlendirebiliyor, çevresine karşı belirli bir güç ve kudret sağlıyordu. En önemlisi, insan yaratıcıydı. Aklını kullanıp doğayı istediği biçimde, yeniden yaratabiliyordu.
İnsan, bu özellikleriyle, bilgi ve anlayış sahibi olmakla, irade, kudret, söz söyleyebilme (ifade) ve yaratıcılık özellikleriyle, yer yüzündeki tüm varlıklardan farklı yaratılıştaydı. En ilkel insan bile, sezgileriyle, farkına vardı bunun. O bir insandı. Tüm varlıklardan daha farklı, daha üstün yaratılışta olduğunu anladı.
İnsan olduğunu anlayan yaratık, düşünmeye ve soru sormaya başladı. Bitip tükenmek bilmeyen sorular: "Ben kimim? Neden farklıyım? Çevremi saran bu maddeler dünyasında ne arıyorum? Niçin varım? Yaşam nedir? Yaşamımın, varlığımın anlamı nedir?" gibi yüzlerce, binlerce soru insanı dört yanından kuşattı...
Bu gibi soruları kendisine soran insanı binlerce yıl önce, ilk çağlarda görebildiğimiz gibi, günümüzün çok gelişmiş ve karmaşıklaşmış bilim ve teknoloji dünyasında da görebiliyoruz.
Tarih boyunca insan, uzayın ve zamanın sonsuzluğu, evrenin bilinmezlikleri, küçük ve büyük her yaratılış, her olaydaki sonsuz bilmeceler karşısında derin bir şaşkınlığa düşmüştür.
İnsanın en büyük şaşkınlığı da yine kendisidir. Zekâsının sınırsız gücü, düşüncesindeki sonsuzluk karşısında neden diye sormakta ve şaşırmaktadır. İnsan bu anlamsızlıktan, bir çeşit güçsüzlükten kendisini kurtaracak bir neden aramış, insanın manevî yaşamı bu arayıştan doğmuştur.
Tüm bu sorular ve arayışlarla bocalayan insan, öncesiz ve sonrasız olan bu evren üzerinde "Aşkın bir Yüceliğin" varlığını sezmiştir. Öyle bir yücelik ki, insanın varlığına bir anlam veren, uzayın sonsuzluğunu, varlıkların gizlerini ve evren denilen bu inanılmaz tabloda insanın yerini açıklayan ve anlamlı kılan bir yücelik... Bu noktada ulaşılan Tanrı inancı insana bir huzur, bir mutluluk sağlamıştır. İnsanın Yüce Tanrı'nın varlığını hissetmesi, insana yaşamda bir anlam kazandırmış, insanı güçsüzlükten kurtarmıştır.
Tanrı düşüncesi nedir? Tanrı'yı anlamamız için, önce insanı anlamamız gerekmektedir.
İnsan olarak acıkan, susayan, cinsel ihtiyaçları olan, yaşamak için çalışması gereken bir varlığız. Bu niteliklerimiz bizim maddesel dünyamızla ilgilidir. Bunun dışında bir de tinsel (manevî) yönümüz vardır. Manevî dünyamız o kadar önemlidir ki, bu dünyada esen fırtınalar, çoğu zaman maddî dünyamızdaki fırtınalara baskın çıkar. Bu nedenle insanın tinsel varlığı fiziksel varlığı kadar önemlidir. Tanrı insanın manevî varlığı ile doğrudan ilişkilidir.
Tanrı'yı tam olarak algılayabilmemiz neredeyse olanaksızdır. Ancak yine de her insan, gönlü, aklı ve algılamasının gücü oranında Tanrı'yı hissedebilir. Manevî yaşamı anlayan, algılayan ve yaşayabilen her insan belirli, bir ölçüde, Tanrı'yı da anlayacaktır.
Tanrı'yı tam olarak algılamak gibi, onu tam olarak tanımlamak da olanaksızdır. Çünkü insanın manevî yönü ne kadar kişiselse, Tanrı da o kadar kişiseldir. Yani, Tanrı her insanın gönlünde ve gönlüne göredir.
Ancak Tanrı sıfatlarını bilmek, onu biraz olsun anlamamıza yardımcı olur. Tanrı'nın görünen nitelikleri (Zatî Sıfatları) ve edimle ortaya çıkan nitelikleri (Subutî Sıfatlar) olmak üzere türlü niteliği vardır.
Görünen Nitelikleri (Zatî Sıfatları 1. Vücut: Var olmak. Tanrı'nın var olması. 2. Kıdem: Önceliği olmamak. 3. Sonsuzluk 4. Beka: Ebedîlik, ölümsüzlük, bakîlik. 5. Muhâlefetün li-l-havâdis: Masiva (1) denilenlerden hiçbirine benzememek. 6. Kıyâm-ı bînefis: Bir yere bağımlı olmamak. Edimsel Nitelikleri (Subutî Sıfatları 1. Yaşam: Diri olmak. 2. İlim: Bilmesi olmak. 3. Semi: İşitmesi olmak. 4. İrade: Dilemesi olmak. 5. Kudret: Gücü yetmesi olmak, her şeye gücü yetmek. 6. Kelam: Söz söylemesi olmak. 7. Tekvîn: Yaratmak, yoktan var etmek. Tanrı düşüncesi her şeyden önce, insana ve sonsuz evrene dayanmaktadır. Öyleyse Tanrı'yı daha fazla anlayabilmemiz için, Tanrı, insan ve evreni birlikte düşünmemiz gerekiyor. Tanrı, insan ve evrenden bağımsız düşünülemez ve algılanamaz.
TANRI VE EVREN
İnsan, önce kendi varlığının bilincine vardı; "Ben varım." Daha sonra da etrafına çevirdi gözlerini ve yüzlerce, binlerce başka varlığı fark etti. Kendisinin dışında koskoca bir varlıklar denizi buldu. "Ben bu varlıklar denizinin küçük bir parçasıyım. Benim varlığım ilerdeki ağacın varlığından, çatıdaki kuşların, çevredeki canlı ve cansızların varlığından, gök yüzündeki güneşin, yıldızların, tüm saman yolunun varlığından ayrı değil. Onlar olmasaydı, ben de var olmazdım. Çevremdeki hayvanlar, bitkiler, dünya, güneş, bu koskoca evren var olmasaydı, ben de var olmazdım. Öyleyse hepimiz, evrendeki her şey birden varız." Böyle düşündü insan. Varlığı hissetti sonra. Evrendeki nesnelerin tek tek varlığını değil; kalemin, ağacın, kuşların, insanların, güneşin, yıldızların, yaşayıp ölen, var olup yok olan, gelip geçici varlıkların değil, tüm evrenin sonsuz varlığını hissetti. Tek tek nesnelerin var oluşunu değil, var olmayı hissetti. Gelip geçici olmayan sonsuz var oluşu. Tüm varlıkları kapsayan, ama onların hepsini de aşan, aşkın bir yüceliğin mutlak varlığını, Tanrı'yı hissetti.
Mutlak olan varlık, Yüce Tanrı'dadır. Gördüğümüz, hissettiğimiz, bildiğimiz her şey odur. Ondan başka varlık yoktur. O her şey, her şey odur. Yunus Emre şöyle anlatıyor bunu;
Dünya ahiret o Hak, yer gök doludur mutlak
Hiç gözlere görünmez, kim bilir ne nişanda
Evrendeki küçük ya da büyük her nesne, her oluş, her olay Tanrı'nın ulaşabileceğimiz küçük bir parçası, bir zerresidir. Tanrı'dan akıl almaz derecede küçük bir izdir. Nasıl ki güneş ışığı güneşin çok çok küçük bir parçasıdır. Ama güneş ışığını gördüğümüz zaman güneşi gördük demez miyiz? Evrendeki tüm varlıklar da Tanrı'nın bize ulaşan bir parçası bir uzantısıdır. Bir nesnenin aynadaki görüntüsü neyse varlıklar da öyledir. Yani Tanrı'nın birer görüntüsüdürler.
Nesnelerin, her oluşun şu ya da bu özellikleri Tanrı'nın özelliklerinden bir parçadır. Evrenin her parçasında, Tanrı'nın varlığının yansımalarını hisseder, onu biraz olsun anlayabiliriz.
Elimizi denize sokarsak, denize dokunduk diyoruz. Sözlerimizde yanlışlık yoktur. Çünkü dokunduğumuz şey denizden başka bir şey değildir. Ama denizin kendisi de değildir. Dokunduğumuz şey denizin elimize dokunan küçük bir parçasıdır. Denizin tümüne birden dokunamamışızdır; dokunamayız da. Bu örnekteki gibi, evrenin her parçası, Tanrı'yı anlamamız için vardır. Bunun için yaratılmıştır.
Yüce Tanrı "Bilinmeyi diledim. Tüm âlemleri bilinmek için yarattım." diyor. Yaratılış; görünmeyen Tanrı'nın görünmesi, bilinmeyen Tanrı'nın bilinmesidir. Tanrı varlığının, mutlak varlığın, açığa çıkmasıdır.
Her ayrı nesnede Tanrı'nın bir başka özelliği belirmiştir. Yüce Tanrı Bakara Suresinde: "Ey ibretli kullarım! Beni dilerseniz yere bakın, nakışlı yaygımı, döşememi, göğe bakın süslediğim gökleri, meleklerime bakın gizlerimi, dağlara bakın büyüklüğümü, kullarıma bakın yaratıcılığımı görün." diyor.
Evrendeki tüm varlıklarda, Tanrı'nın herhangi bir sıfatı, herhangi bir özelliği mutlaka meydana vurmuştur. Ancak Tanrı'nın kendisini meydana vurma eğilimi, en yüksek biçimiyle, insanda ortaya çıkmıştır. Yüce yaratıcı insanı, yarattığı tüm varlıklardan daha yüce ve daha üstün olarak yaratmıştır.