Hayat, maskesini düşürüp de, çırılçıplak karşımıza dikildiğinde şaşırmıyor korkmuyor ve kenara sıkıştırılmış gibi hissetmiyorsak şayet anlamaya başladığımızı gösterir bu.
Konu hayatsa eğer, anlamaya başlamak, boyun eğmeyi kabul etmeye başlamaktır aslında.
Boyun eğmek de olgunlaşmanın bir sonucu gibi görünür hep.
Olgunlaşmak ise, Goethe’ye göre çürümektir.
''İnsan olgunlaşmaz, çürür'' der o.
Dün gece sabaha karşı, hayat bir kez daha maskesini düşürdü işte.
04 sularında köpek havlamalarıyla uyandım. parkta yaşayan sokak köpeklerinin, geceleri toplu halde dolaştıklarını artık bütün semt sakinleri bilir. Zararsız ve iyi huylu hayvanlardır onlar. Zaten belediyenin kontrolündedir çoğu. Gündüzleri yürüyüşe çıkıldığında insanlara dostça yaklaşırlar.. onlarla konuşulur, yiyecekler verilir. Bizim semtin dost köpekleridir hepsi.
Aralarında iri beyaz ve yakışıklı bir tane vardır ki, geceleri ara sıra bizim sokağı kolaçan eder durur. Geceyarısı onu bizim sokakta dolaşırken gördüğümde, sokak kedileri adına biraz ürkerim doğrusu, uzaklaşıp gidene kadar pencereden izlerim, bir vukuat olmasın diye. . Bizim sokakta en az 8-10 tane kadar sokak kedisinin bakımını üstlendiğimiz için daha da fazla tedirgin olurum. Bizim evin bahçe kapısında beslendikleri için, sokağımızın kedileri hep civarda dolaşırlar, tabii avlanma kabiliyetlerini gittikçe kaybettikleri için ve dişilerin bir kısmı kısırlaştırıldıkları için, uysal ve -belki de- kendilerini koruma içgüdüsü zayıflamış hayvanlar olduklarını düşündüğümden, daha da ürkerim böyle zamanlarda.
Sokak kedilerimizden sadece biri farklıdır diğerlerinden. Onun adı, Şerafettin’dir. Hani şu kötü kedi Şerafettin’den ilham alınmıştır adı konurken. Şerafettin hayli gaddardır. Sokağın kısırlaşmış dişilerini döver, kısırlaşmamış olanları da öyle.. Güvercin besleyen bir sokak sakininin güvercinlerini bir bir boğup bırakır. Yavru kedi gördü mü dayanamaz, bir güzel pataklar nedense.
Bizim sokağın kedileri Şerafettin’ten hiç hoşlanmazlar kısacası, ama yine de geçinip giderler işte.
Dün gece sabaha karşı köpek havlamalarıyla uyanınca, hızla pencereye koştum yine. Aklımda sokağın kedileri, bilhassa yeni ayaklanan gri yavru kedi.
Sokakta dört beş köpek, iri mi iri, tuhaf bir şekilde daire olmuşlar, yukardan bakıldığında sanki içe doğru kaynayarak, ama bir yandan da hızlı hızlı ilerlerken hep bir ağızdan havlıyorlar. Önce ne olduğunu kavrayamadım, derken cılız bir miyav sesi duydum.. ve o sırada sokak lambasının altından geçerlerken, çok kısa bir an.. sadece bir an, köpeklerin ayaklarının arasında kedi ayakları gördüm. İri sokak köpeklerinin arasında, dört zayıf, çaresiz kedi ayağı... Köpekler kediyi ne ağızlarına almışlar, ne de başka bir şeye yeltenmişlerdi, sadece halka olmuşlar ve aralarına hapsetmişler, kendileriyle birlikte hızla yürümek zorunda bırakmışlardı.
Ama bu sadece o an içindi.. benim onları gördüğüm o kısa an için..
Hemen evden fırladım ve arkalarından koşmaya başladım. Ama, aşağı inmek bahçe kapısını açmak ve sokağa çıkmak, 20-30 saniye almıştı. Köpekler havlamaya devam ederek sokağın sonuna doğru hızla uzaklaşıyordu.
Arkalarından koştum.. yetişseydim ne yapabilecektim bilmiyorum.
Ama yetişemedim.
Ben sokağın sonuna vardığımda, onlar çoktan işlerini bitirip, caddeye çıkmışlardı.
Kediciğin boynunu kırıp bırakmışlardı sokak ortasında.
Önce hangisi olduğunu anlayamadım, ama yaklaşınca gördüm ki, Şerafettin’di o.
Bütün sokağın kedilerini korkutan, güvercinleri avlayan, sokağımızın kötü kedisi Şerafettin, kendinden daha güçlü olan sokak köpeklerine avlanmıştı, doğru dürüst bağırıp yardım bile isteyememişti, sadece küçük cılız bir miyavlama, o da bir defaya mahsus.
Şerafettin pek sevilmezdi ama ben severdim. Ona kızan ve taş atan çocuklara, “onun doğası bu” gibilerinden, aslında kendi kendimi de pek ikna edemediğim açıklamalar yapardım. Şerafettin’in doğası, güvercinleri avlamaktı. İşin tuhafı, öldürdüğü güvercinleri asla yemiyordu. Bizim evin kapısında daima hazır bekleyen kuru mamaları vardı zaten. Şerafettin, güvercinleri öldürüp bırakıyordu. Onların ölümünden hiçbir yarar sağlamıyordu.
Kuruçeşme’nin köpekleri de Şerafettin’i öldürüp bıraktılar öyle. Şerafettin’in cesedinde tek bir damla bile kan yoktu...
Ve köpekler de, Şerafettin’in ölümünden hiçbir yarar sağlamamışlardı.
Bu da onların doğasıydı işte...
Ama bu işte bir terslik vardı yine de. Doğada hiçbir hayvan yarar sağlamayacağı, yemeyeceği bir hayvanı öldürmezdi. Kimbilir belki de biz insanlar, kedileri ve köpekleri evcilleştirerek, onların alışkanlıklarını değiştirdik, ama dipten derinden gelen genetik özelliklerini hala koruyorlar. Avlanma içgüdüleri sürüyor. Ama beslenme özellikleri değiştiği için onları yemiyorlar.
Her türlü karmaşık ve acı verici durumun altından insanoğlu çıkıyor.
Kafka diyor ki: ''Odandan çıkmana gerek yok''. Masanın başında otur ve dinle. Hatta dinleme bile, öylece otur, hiç ses etme, bir başına otur orada. Dünya maskesini çıkarıp özgürce sunacaktır kendini sana...”
Dün gece hayat maskesini düşürdü yine.
Ben bunu biliyorum... Ama anlıyor muyum acaba?