Atatürk, İslam dininin tamamen ilme ve mantığa uygun bir din olduğunu şöyle ifade etmiştir: "Bizim dinimiz en makul ve en doğal bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, tekniğe, ilme ve mantığa uygun olması gerekir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur. ... İslam'ın sosyal hayatı içinde hiç kimsenin, bir özel sınıf halinde varlığını sürdürme hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler dini kurallara uygun harekette bulunmuş olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz eşitiz ve dinimizin kurallarını eşit olarak öğrenmeye mecburuz"
(Atatürk"ün Söylev ve Demeçleri, 1959, c.2, s. 90)
ATATÜRK DİYOR Kİ: "DİNSİZ MİLLETLERİN DEVAMINA İMKAN YOKTUR" Atatürk'ün "dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur" sözüyle, İslam'ın Türk Milleti'nin bekası için taşıdığı önemi vurguladığı, bilinen bir gerçektir. Tarihsel ve toplumsal gerçeklere baktığımızda, bu sözün çok doğru olduğunu açıkça görürüz.
"Türk Milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum."
-Mustafa Kemal Atatürk- Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, s.32)
DİNE OLAN HİZMETLERİNDEN BAZI ÖRNEKLER
Atatürk İslam dininin herkes tarafından çok iyi öğrenilmesi taraftarıdır. Geri kalışımızın en büyük nedenleri arasında dine yabancı kalışımız gelmektedir. İşte Atatürk sürekli bundan bahsetmektedir. Diyorki; "Kur'an-ı Kerim dinliyorsunuz, onun peşinden gidiyorsunuz, ama ne dediğini anlamıyorsunuz. Bir insan inandığı, peşinden gittiği bir şeyi anlamaz mı?" Atatürk, şikayet ettiği bu konuda somut bir adım atmak ister ve Kur'an-ı Kerim'in Türkçe'ye çevrilmesini emreder. Kur'an'ı Kerim'in tefsirinin o günün insanlarının anlayacağı bir dille yapılmasını ister. Bu maksatla Merhum Elmalılı Hamdi YAZlR'a tefsir; Mehmet Akif'e de meal yapma görevi verilir. Mehmet Akif'in meali yazıp yazmadığı belli değildir. Yakın arkadaşı merhum Mahir İZ'in naklettiği bir rivayete göre, Akif bir gün Ahmet NAİM'in başlattığı Sahihi Buhari Muhtasarı Tecridi Sarih adlı eseri tamamlamakla görevlendirilen Kamil MİRAS'la karşılaşır. Akif, Kamil MİRAS'a; "hadis işi nasıl gidiyor?" der. Kamil MİRAS: "İş çok, altından kalkamıyorum" şeklinde cevap verir. Buna karşılık Akif: "Sen hadisin altından kalkamıyorsun da ben Allah'ın sözünün altından nasıl kalkarım" diyerek çalışmalarını sona erdirdiğini ima eder. Atatürk'ün din alanında yaptığı önemli hizmetlerden birisi de hutbelerle ilgilidir. Bildiğiniz gibi Cumhuriyet gelinceye kadar Osmanlı döneminde hutbeler Arapça okunurdu.
Hutbe; hitap etmek ve konuşmak demektir. Cemaata bir şeylerin anlatması demektir. Atatürk'ün talimatıyla hutbeler Türkçeleştirildi. Şimdi camilerimizde dinimizi ve dünyamızı ilgilendiren bir çok konular, hatiplerimiz tarafından anlaşılır ve sade Türkçe olarak anlatılmaktadır. Sağlıkla, çevreyle, tabiatla, iktisatla ilgili konular anlatılıyor. Konular 5 dakikada halkımıza aktarılıyor. Hutbeyi fazla uzatmakta doğru değildir. Dikkatten kaçar, akılda, hatırda kalmaz. Onun için 5 dakikada, kısa zamanda bir çok bilgiler verilmektedir. Tabiinden Abdullah isminde bir zata; "Öleceğinize bir saat kaldığını bilseniz o bir saati neyle değerlendirirsiniz?" diye sorulur. O da "okumakla değerlendiririm" diye cevap verir. Kur'an-ı Kerim'in ilk sözü "oku" diye başlar ve Yüce Yaratıcı "Kalem" e yemin eder. Yüce Allah'ın kaleme yemin etmesi okumaya, yazmaya ne kadar önem verdiğini göstermektedir. Atatürk, dinin istismarını önlemek için dinin iyi anlaşılmasını bizzat uygulamalarıyla ortaya koymuştur. Eğer Atatürk, din aleyhtarı birisi olsaydı Kur'an mealine, hadislerin açıklanmasına, şerh edilmesine bu kadar önem verir miydi? Bunlar için özel tahsisat ayırır mıydı?
Dini müesseselerle ilgili kanaatleri
Atatürk'ün Zağnos Paşa Caminde yaptığı hutbe büyük önem arz etmektedir. Şüphesiz bu bir Cuma hutbesi değildir. Atatürk, Zağnos Paşa Camiinde Kuvayi Milliye şehitlerinin ruhuna ithafen bir mevlit okunduktan sonra, caminin içinde bir konuşma yapar. 7 Şubat 1923'te Zağnos Paşa Camii minberinden yaptığı bu tarihi konuşma, tarihçilerin de belirttiği gibi, Atatürk'ün gerçekleştirdiği devrimlerin temel felsefesini ortaya koymuştur. Atatürk bu hutbede Yüce İslam dininin, insanları maddi ve manevi mutluluklarını hedef alan en son ve en mütekamil bir din olduğunu, akla ve mantığa ters düşen prensipler ihtiva etmediğini en açık ifadelerle dile getirmiştir. Bunlar son derece yerinde tespitlerdir. O şöyle diyor: "İnsanlara manevi mutluluk vermiş olan dinimiz son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla mantığa gerçeklere tamamen uymakta ve uygun gelmektedir. Eğer akla, mantığa, gerçeklere uymamış olsa idi, bununla diğer ilahi tabiat kanunları arasında birbirine zıtlık olması gerekirdi. Çünkü bütün tabiat kanunlarını yapan Cenabı Hak'tır" Atatürk burada şunu demek istiyor: Kur'an Allah'ın sözüdür. Tabiat da Allah'ın yarattığı bir şeydir. Onun fiilinin eseridir. Allah'ın sözü ile fiili arasında çelişki olmaz. Yani tabiatla Kur'an arasında bir çelişki yoktur. Bu oldukça önemli bir tespittir.
Camilerle ilgili olarak devamen şöyle diyor
Camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler söylenenleri dinleme ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılması gerektiğini düşünmek yani birbirimizin görüş ve düşüncelerini almak için yapılmıştır. Camiler Peygamberimizin zamanında Atatürk'ün ifade ettiği gibi sadece ibadet mekanı olmaktan ibaret değildi. Din ve dünya işlerinin konuşulduğu, savaşa veya barışa karar verildiği, gelen yabancı heyetlerin kabul edildiği, aynı zamanda ibadet vakti geldiğinde namaz kılındığı mahallerdi. Yani o zaman tek bir kurum vardı, O'da cami idi. Denilebilir ki İslam medeniyeti camiden dünyaya yayılmıştır. Eğer Medine'deki Hz.Peygamber mescidi olmasaydı, bu muhteşem İslam medeniyeti vücut bulmazdı. Camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın sadece namaz kılınıp, çıkılıp gidilen yerler değildir, diyor. Camiler; ibadetle beraber dinimiz için dünyamız için yapılması gerekenlerin düşünülüp konuşulduğu yerlerdir.
Dinimizde Ruhbanlık yoktur
Nutuk'un dışında da sağlam kaynaklarda Atatürk'e ait çok güzel veciz sözler vardır. Atatürk ruhban sınıfının olmadığından da bahsederek, şunları söylüyor: "Bizde ruhbanlık yoktur. Hepimiz eşitiz ve dinimizin ahkamını eşit olarak öğrenmeliyiz. Her fert dinini, diyanetini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da mekteptir."
Atatürk tekke ve zaviyelerle ilgili de şunları söylemektedir: "Efendiler Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin seddive ale'l-umum tarikatlarla şeyhlik, dervişlik, müritlik, çelebilik, falcılık, büyücülük ve türbedarlık ve ahilik bir takım ünvanların men ve ilgası da Takrir-i Sükun Kanunu devrinde yapılmıştır. Bu husustaki icraat ve tatbikat heyeti içtimaiyyemizin hurafe perest iptidai bir tavır olmadığını göstermek nokta-i nazarından ne kadar elzemdir. Bu takdir olunur." Türbeler neden kapatıldı? Atatürk işte bunu açıkça ifade ediyor. Hurafe perestliği önlemek için türbelerin kapatıldığını ifade ediyor.
Atatürk dinin yüceliğinden, ulviyetinden ve kutsiyetinden söz ederken; "din siyasete alet edilmesin, din şahsi çıkarlar için kullanılmasın" demekte ve Yüce İslam dininin şahsi çıkarlar için kullanılmasını irtica olarak kabul etmektedir.