İçerik değiştir



- - - - -

Vasıfsız Deneme


  • Yanıtlamak için giriş yapın
bu konuya 32 yanıt verildi

#21 Bulutsuzluk

Bulutsuzluk

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.309 Mesaj
  • İlgi Alanları:Olmak istediği...

Gönderim zamanı 28.11.2006 - 02:23

İçinde biriktirdiği kelimelerin rol çatışmasına bir anlam verebilmek için. O geceyi yok saymak adına, türlü bahaneleriyle, sıcak öğlen bir vakti seçmişti. Vakit bir hayli ilerlemiş olmalıydı. Ya da her zaman ki gibi yanılıyordu. Ne enseyi kasıp kavuran öğle sıcağı,ne de denize amors vurulacak hissiyat vardı içinde. Böyle günlerde,en çok sevdiği günü yaşamak istediğini aklından geçirdi. An'lık hissiyatından nasıl olduysa vazgeçmişti. Belki de o güzel günün kendisine 6 koca gün uzakta olduğunu bilecek kadar matematiği olduğunu anımsamış ve sabrına yenik düşmüştü. Çam ağacının sonbahara direnen tek ağaç olmasına mı? Yoksa çam ağacının altında birikmiş kozalakların ahengi midir bilinmez? Bir an da içinden hiç olmak geçti. Barışık başladığı yaşamda bir an da kanlı-bıçaklı olacak kadar kirlettiğini düşündüğü dünyadan utanırcasına bir hiçlikti olmak istediği. Mümkünü olmayacak bir istekti bu ve kabiliyetsiz olmasıyla anılan birisi olmasına rağmen,azimle gömleğinin cebine sığdırdığı bafra cigarası,çizgisiz parşüment kağıdı ve kalemiyle,belki de dünyaya kafa tutarcasına bir başka dünya hayal ediyordu kelimelerinde. Ne yazık ki kaybetmeye alışık keşmekeş birinin en büyük kazancıdır yine kayıp etmek. Kelimeler yerli-yersiz sıralandığında hiç bir anlam taşımıyor ve okunan sonrası kelimeler bir öncekini unutturuyordu. Öğle vakti miadını doldurmuştu. Artık güneş daha az ısıtıyordu. Çam ağacı ve altında biriktirdiği kozalaklar, ikindi ezanıyla başlayan bir rüzgara yerini bırakmıştı. O an kendisinin de güneş gibi içinde var olan ısının yerini,soğuk iklimlere bıraktığını kabullenme zamanıydı. Rüzgarın ruhunu okşamasını istiyordu. Üşümeden ve ürpermeden sadece anne şevkatiyle okşanmak… Hiçbir gerçeğe gölge etmeyecek kadar sade ve yalansız. Her an yitirilmeyi göze alacak,anlık bir mutlulukla ruhunu rüzgarın akışına bırakmak. Okşandığını düşündüğü bedenine BEN duygusunu yüklemeden hiçliğin olası renkleri gözlerinde beliriyordu. Lakin bir türlü anlatamıyordu terbiyeden yoksun literatürü. Çaresizliği yüreğinin hezeyanında eriyip gitmişti. Kanlı bir sonu bekler gibi elleri kırmızı bir renge bürünmüştü. Kendini yarım kalmış şiirin tam ortasında ve ağız birliği etmişçesine şiirin ilk sahibini arar gözlerle aranır buldu. Kalabalığın kendinden ağır oluşuyla, içinde biriktirdiği hüzün başlangıca dönüşüvermişti. Belki de benliğine sakin bir yer aramaktan vazgeçmeliydi. En azından anlamalıydı kalemin artık yazamayacak hale gelişine. Neyse ki parşümentin arka sahifesi dahili sancısına son vermişti ve “iyi ki varsın be adam” lı bir yazı ile o an ki tüm hissiyatı bir an da yerini sevince bırakmıştı. İyimser hal takınıp,evin yolunu tutma zamanıydı ve öyle de oldu.

Bazen bir harf,kalınca bir romandan. Bazen bir gün, koca bir iklimden. Bazen de düşünülmek dost ağızlarda, her şeye bedeldir.
Asrın yeni bir umdesi var, hak kapanındır.
Söz haykıranın, mantık ise şarlatanındır.
Neyzen'im...

#22 inan

inan

    tersceviroku

  • Üyeler
  • 2.596 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 02.12.2006 - 18:30

Yol düzgün ama altında tuzaklar var,yazının tarzı hoş ama
İçinde mana kıt.Sözler yazılar tuzaklara benzer.
Tatlı sözler bizim ömrümüzün kumudur.
İçinde su kaynayan Kum pek az bulunur; Yürü onu ara!


Mevlana

Bu mesaj inan tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 02.12.2006 - 18:40

Bîgâne-i mahabbetün olmaz gam-âşinâ
Ey dâğ-ı derdin eylemeyen merhem-âşina

#23 dokuzharf

dokuzharf

    ...

  • Kurucular
  • 19.758 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:İzmir

Gönderim zamanı 02.12.2006 - 19:04

Kahrolası ben..
Kahrolası sen..

Artık yoksun hayallerimde.
Ne sağımda , ne de solumda.
Ne klavyemin tuşlarında ,
Ne de aklımın bir ucunda.


Değişiklikler Kaydedildi...

#24 Bulutsuzluk

Bulutsuzluk

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.309 Mesaj
  • İlgi Alanları:Olmak istediği...

Gönderim zamanı 05.02.2007 - 22:20

Alınganlığın dışında gelişen zaman diliminde,nasıl olduysa kendine pay çıkartmayı öğrenmiş bir başkası olmanın verdiği zevkle,sırtında biriktirdiği yüklemi,zamiri ve öznesiyle bir başka zamana ait olmanın verdiği dingilliği de katarak,sevmeyi becerebilmeyi hayal ediyordu esmer düşlerin prensi. Uzun zamandır beyninin belirsiz yerlerinde biriktirdiği hikayeleri belki de ağır geldiğinden olsa gerek,yarım ağızla kendinde sakladığı notaları tek,tek gün yüzüne çıkartmak istiyordu.

Öyle ki ; İçsel bir düş planıyla,terk edilmiş ne varsa betimsiz,olduğu gibi bizden birini yaratmak nasıl ki kendinin dışında gelişiyorsa,bunun adına kader dediği sıfatsız kelimelerin ışığında. Herkesin,hayatında bir kez olsun gördüğü ve yaşamak istediği insanı bulup,çıkartmak gibi korkar adımlarla ve haddini bilerek anlatmak.

Bildiklerini yargılama aşamasında oluşan bilgi birikimi,toprağın sonradan değişen zamansal iklimi ve herkesin anlamasını beklemediği bir lisan ile sevmeyi becerebilmek.

Kolay olduğu kadar,içinde var olan acı birbirine bağlıyordu tekil yüzlü ihtiyar ile aşk'ı. İlk seferinden bugünlere,el değmemiş müsait yerin özlemiyle ve halen de anlatılamayan o duyguyu yaşamaya karar vermek adına sevmeyi becerebilmek.

İçinde biriktirdiği duygu yükü,kendine anlam katan olasılık ve düşünmeden içinde olduğu hayatın kırılgan yapısı. Gözle görülür bir sevdanın içine itmişti bizden birini.

Elindeyse tüm şehrin ışıklarını kendi elinle yak,elindeyse tüm evrenin içinde nefes alıp-veren canlılara merhem ol. Ve her şey yapabileceklerine müsaitse kendin ol.

Terk edilişlerde ki alalı-bulalı rengin tarifi de böyle olsa gerek. El de olmayan sebeplerle,dalında büyüyen meyveye duyulan özlemin kendine has bir duruşu vardır ya,bölük pörçük satır aralarına sığınmış bir kentten,laf olsunlu hikayemin birkaç yerinden estanteneler.


Şimdilik…
Asrın yeni bir umdesi var, hak kapanındır.
Söz haykıranın, mantık ise şarlatanındır.
Neyzen'im...

#25 Bulutsuzluk

Bulutsuzluk

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.309 Mesaj
  • İlgi Alanları:Olmak istediği...

Gönderim zamanı 21.04.2007 - 23:08

Alışık olmadığımız seslere verdiği tepkinin aynısını nasıl anlatabilirdi ki kemal,ilkokulu 8 yılda bitirmiş sefaya. Öyle ki kendisi gibi çocukluğundan bu zamana alışık olmadığı ne ses kalmıştı,ne de birebir yaşadığı tepki… Kadife’nin ki de bu tarzdan bir tepkiydi kemal’e. Ve Kemal bunları sefaya anlatırken,bilimi inkar eden bir realistlikte,
- Oğlum Sefa,hani hatırlıyor musun? Kadının biri yağmurlu bir günde,isteme(den) su dolu tümseğe hızla girip,üstümüzü boca etmişti çamuru. Geriye dönüp elimizdeki kazma ile küreğin hakkını ne zaman vereceğiz diye özür dilemişti ya ?
--- Keko valla öyle.
- Lan biz yağmurlu günde o tümseği doldurmaya çabalarken,devletçi yanımız mı ağır bastı,yoksa özür dilemek yaşamdan çıkartıldı da bizim mi haberimiz yok?
( Artık,fabrikası da kalmayan Bafra sigarasının yerini sarma tütün almıştı. Aralarında tütün’ü kim saracak yarışı başlamıştı ki,sefa’nın ince ve nasırlı ellerinde sigara kağıdı dürülüyordu. )
( Belediye yollarının ihalesine alan şirketin,kemal ile sefa’nın çalıştığı güzergahı 1 ay gibi kısa bir sürede bitireceklerinden,işe alınmadan önce sıkı sıkıya tembihlenmişlerdi. Ve 1 ayın bitimine kısa bir gün kala ilk defa işi savsaklıyorlardı. )
( Konu mühimdi. Ve suskunluk sür-realistti. )
- Kadifeye bugün açıldım sefa.
-- Nasıl açıldın?
- Sert bakışa acı yükledim. İstekler içerisinde olduğumdan da bir omzumu düşürdüm. Ve,size bir mazuratımı dile getireceğim dedim.
- Ne dese beğenirsin Sefa?
Sefa’nın ilkokulu 8 senede bitirmesi kendi suçu değildi. Gurur duyulası 12 kişilik bir ailenin,büyükten küçüğe 4,evin geçimini tek başına sırtlanmasıyla da birincisiydi. Babasının kanser olan bedeni,annesinin evinde beslediği 5 çocuğun bakımı ve diğerleri, ilköğretimi 5 senede bitirmelerine rağmen çalıştıkları tamirhanede çıraklık kursunu da bitirmek olduğunu bilmeden evin geçimine düşmüşlerdi. Ve sefa bu sebepten 3 sene okulun kapısını çalmamıştı. Hatta çocukluk arkadaşlarının – olum sefa okulu 8 senede bitirdin. Yaşamı kaç sene okursun kimbilir” ‘li alaylarına karşılık - 5 yıl gittim 5 sene de bitirdim. Gitmediklerimi ne sayıyorsunuz’lu anlık zekaya sahip bizden birisiydi.
Ancak Sefa öyle yapmadı. Bugün kemal’in istediği biri olacağım. Bugün tüm bildiklerimi unutacağım ve her anı yeniymiş gibi yaşayacağım diye mırıldandı sözlerine şahit ararcasına.
-- Heyecandan bayılıp olduğu yere yığılmıştır. Der gibi oldu.
Kemal,zamansızlığında şahit olurcasına duymuştu mırıldanan kelimeleri.
- Özür dilerim dedi lan. Kendisine olan duygularıma karşılık,özür dileyerek başladı.
- Dur dedim sonra. Ve oradan uzaklaştım.
-- Neden?
- Biliyorum lan, özür dilerim ama sen gündelikçi bir işçisin,benim sikletim hafiften orta,elim eline,elin elime ulaşması mutluluktan geç,ölümden erken gelir der diye korktum.
Kemal’in gözleri,telaş ile beyninde başlayan ağlama güdüsüyle yaşa dönüşen bir damlaya yenik düşmüştü.
Ne demekti şimdi bu? Ya da ne yapmak gerekirdi bundan sonra…
Sığındığı bir gerçek vardı Kadifenin. İnanmak istediklerinin dışında gelişen dünyaya ayak uydurması gerçeği. Onun dışında gelişen tesadüfün öncesinde,özür dilemesi gerektiğini öğrenmişti tekelleşen dünyada.
Ne zamandır Sefa’nın iş verimi eşittir sonucunun,matematiksel olarak ekside olmasına binaen,işten çıkartma ile ilgili türkçeyi de kadifeye vermişti şirket yetkilileri. Ve o zamandan bu zamana 1 hafta geçmiştir ki kemal’in de bu durumdan haberi olduğu düşüncesiyle özür dilerim ile başlamıştı ilk kelimesine.
Ve Kemal’in Sefayı işten çıkartılmaması için kendisiyle konuşmasına,karşısında ezilip büzülmemesi için,Özür dileyerek konuyu olumsuza bağlamıştı.
Sefa işten çıkartılacaktı,matematik artıya geçecekti. İlkokullu sıralarda var olan değer,çıkartıldığında azalır ve çoğalmazdı diye öğretilmiştik. Sefa işten çıkartılıyordu. Değer yükseliyordu. Tesadüf ile kader aynı şey değil beklide. Belki de matematik ile günümüz dünyası arasında ters bir orantı vardı.
- Oğlum sefa artık ben burada çalışamam,nasıl bakarım kadifenin yüzüne,her onu görüşümden sonra ki ezilmişliğim,onurum…
-- Sen bırakırsan ben de bırakırım kemal. Arkadaşız,merhaba dediğim ilk insansın. Bizim gibi insana iş çok.
1 Haftayı aşkın süredir Sefa’nın işiyle ilgili sözlü-yazılı tebliği yapmamasından sonra işinden olan Kadife kendini o kadar rahat hissediyordu ki,bir an için yeniden doğduğu hissi ile haykırmak,merhaba kirlenmiş dünya,tertemiz halimle bendimi sana kirletmeye geldim diye bağırmak istiyordu.
Kader,bizim ancak bu kadar çevirisini yapabileceğimiz “ okyanusta kum tanesi”. Ve kader bizim kum tanesiyle yetinmeyeceğimizi bilecek kadar da tesadüfler ülkesi.
Asrın yeni bir umdesi var, hak kapanındır.
Söz haykıranın, mantık ise şarlatanındır.
Neyzen'im...

#26 Bulutsuzluk

Bulutsuzluk

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.309 Mesaj
  • İlgi Alanları:Olmak istediği...

Gönderim zamanı 03.07.2007 - 22:18

Kendini bildi bileli kadifeyi lal edasıyla seviyordu kemal. Deli dolu haline biriktirdiği heyecanı,saklı zamana terkedilmiş sessizliğine yenik düşüyordu. Aynı mahallenin farklı yaşantıları,aralarındaki mesafeyi her gün uzatıyor olması,kemal’in kadifeye olan hasretini prangalıyor,umudunu eksiltiyordu. Çocukluğundan bu zamana kadifeyi görmediği gün yoktu. Ve çocukluğundan bu zamana yüzyıl yıl geçmişti sanki. Kemal,her akşam gün ışığının yalnız kadifelerinin evine girdiği gibi,yüzünü semaya kaldırırcasına kadifenin oturduğu evinin balkonunu gözünü kırpmadan seyre dalardı. Kadifenin,kemal’den habersiz ama kendisine nazire yaparcasına uzun dalgalı saçlarını yüksek balkonundan rüzgara bırakması,adı anılmamış bir yokluğun başlangıcıydı adeta. Kemal böyle günlerde efkarla bir cigara sarar,güneş girmeyen evinin yolunu tutardı.

İlkokulun tebeşir kokusuna hasret sınıfına,bir başka sınıftan aşırdığı tebeşirle nam yapmışlığı vardı kemal’in. O zamandan bu zamana kemal’de ki olandan alıp,olmayana götürme yetisi,kendisindeki eksikliği tamamlıyordu belki de. Lakin Kadife’nin gözleri çok yüksekteydi ve ilkokullu yıllarından bu zamana değin Kemal’in sevgisini görmezlikten gelmek için var gücüyle savaşıyordu. Oysa, Kadifenin Kemal’e alaycı bakışı bile barış için bir sebepti. Karanlık bir ormanda kaybolmuş bir çocuğun tüm gücüyle, umudu ve özlemi hayal etmesiydi ağlayan gözler. Kemal bunu biliyor ve her akşam evinin yolunu tuttuğu karanlık sokağında,ormanda kaybolan çocuğu arar gibi umut ediyor ve özlüyordu ağlayan gözleriyle.

Çok uzun zaman olmasa da doğumundan bu zamana kemal’in hayatı,hangi taşa el atsa elinde kalmaya namzetti sanki. Uçarı olmak değilse de amacı,matematik hocasının havuz problemlerinin çözümü için tahtaya kaldırmasına sebep olan “yeniden dünyayı kurmak gibi bir şansım olsaydı, tüm problemleri ortadan kaldırırım” sözüyle okulunun sonuna kadar çift dikişle gitmişti. Kemal biliyordu ki,çalıştığı iş yerinde,ancak hafta sonları havuzun suyu temizleniyordu. Çünkü hafta sonları bayanlara aitti. Ve bir başka kadınların gününe kadar da havuz suyu arındırılmıyordu.

Kemal’in mecburiyet dönemi bitmişti artık. Ve kendine mecbur kalacak bir işi yerine getirmeyeceği için de söz vermişti. ( Yaşamak mecburiyetten çıkartılmıştı sanki. ) arkadaşlarının ortaokul yolunu tuttuğu vakitlerde,kendisi az para aldığı,yalnız hafta sonları boşaltıp-doldurduğu havuz işinden ayrılıp,daha ağır ve daha kazançlı gündelik işi olan sebze-meyve kasalarının yükleme işine adamıştı. Belki daha fazla kazanıyordu. Lakin yaşıtlarından tek farkı olan beden farklılığının dışında hayatından çokça şeyler de yitiriyordu. Akşam iş dönüşü,cebinde biriken bozuklukları kadife’yi görme bahanesiyle,mahallenin bakkaliyesine heba ediyordu. Lüzumundan daha fazla ne olabilirdi ki Kemal’in hayatında,o da bunu bildiğini bilmiyor ve mahallenin bakkalını çamlıca gazozlarını içmesi şartıyla gözetleme evi olarak kullanıyordu. Bunu bilen bakkal,Kadife’nin balkona ne kadar geç çıkacağı ile satacağı çamlıca gazozunun hesabını yapıyordu. Sistem, elinde ki değeri nasıl yitirdiğine bakmıyordu nasıl olsa ve bakkalcı da bunları bilmeden yapıyordu.

Aradan gel zaman mı gitmeli,yoksa git zaman mı? Olduğu yeri,kaygı duymadan terk edip gitmek için kendine dair bir anısı olmalı insanın,gözlerde yitirilen bir bakış. Çok uzaklarda beklenen yeşil gözlü devin ellerinde ki nasır, belki de zamanından önce belirmişti. Belki de mutlak olarak tanımladığımız her hangi bir şey, nasırlı ellerde ki kadar mühim değildi. Böylesi bir denklemin içinde kaybolmak yerine,Kemal Kadife’ye olan duygularına netlik kazandıracak öykünün peşinden koşuyordu.

Hiçbir şey olmak adına terk edilen her şey ne olabilirdi ki. Hiçliğinde kadifeye yer var mıydı Kemal’in. Okuduğu kitaplardan kendine düşen hissesini alıp,akıl süzgecinden geçirecek vakti bulamazken henüz. Kemal’in bir akşam üstü,her zaman olduğu yerde olamaması,kendinden habersiz beyninin hemen yanında biten illetin kendisini yormasıyla alakalıydı. Anlatamadığı bir yorgunluğu vardı Kemal’in. Buna iş yoğunluğu adını vermişti ki,vücudundaki titreme artıyor ve beynindeki yankılı seslere engel olamıyordu. İlk kez Kadifeyi göremediği günden bu zamana aradan 1 ay geçmişti. Kemal’in hastalığından habersiz geçirdiği bu günlere Kadifesiz günler adını koyma düşüncesi,ayını doldurmasına 1 hafta kala vücudundaki titreme ve beynindeki yankılı seslerin sebebini öğrenmesinden sonra olmuştu. Hatta kafa tasının içindeki seslere artık ayak uyduramayan bedeninin,mahallesine bir sokak kala köşe başına serilip,çocukluğunda aman vermediği karşı mahallenin gençleri tarafından hastaneye kaldırılmasıyla son bulmuştu. Telaşlı gözlerle,etrafını kolaçan ederken,başında dikilen doktor’un meraklı sorusuna muhatap olmak zorunda kalmıştı Kemal. Dudaklarından sürekli Kadife diye sayıklayan bu genci,şimdilik hayata döndüren doktorun buna hakkı vardı sanki. Kim di Kadife? Ölüm ile yaşam arasında gidip gelen bedenin her yerinde Kadife akmasına anlam katacak bir sebep arıyordu doktor da kendi dünyasında.

Kadife,bir gece de tanıdığım ve o geceyi aradığım insan. Kadife,çok uzaktan geçen bir geminin rotası,rüzgarla alay eden çam ağacı,benim olmasından korktuğum,kimseye yakıştıramadığım tek varlık. Şu dünyada içinde kaygı taşımadığım tek insan. Sığıntı olduğum el değmemiş güzellikte ki çirkinliğim. Her hangi bir yerden baktığımda görebileceğim kadar büyük,gökyüzünden daha küçük ama deniz kadar mavi,akılda kalacak kadar beyaz. Beni kendimden alıp,bir başka aleme götürecek kadar bizden birisi ve yağmurlu bir günde şemsiyeye ihtiyaç duymayacak kadar da özlem içinde,kaldırım köşelerinde su satan çocukların başında gezen eliyle şefkatli,acımamayı edindiği bilgisiyle herkesin bir kaderi olduğunu bilecek kadar inançlı ve benim burada hastane köşesinde kendi kulağını çınlattığımı bilemeyecek kadar da meşgul bir kadın.

( Bir kadın,ne zamana ne de mekana sığabilir. Bir kadın laf olsunlu kelimelerde kendini bulamadığında zevk alabilir. Ve bir kadın, ancak Kemal’in zaman ve mekansızlığında kendine yer bulabilir. )

Sonrasında Kemal...
Asrın yeni bir umdesi var, hak kapanındır.
Söz haykıranın, mantık ise şarlatanındır.
Neyzen'im...

#27 Serra

Serra

    I'm Back !!

  • Üyeler
  • 8.125 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:MuEno

Gönderim zamanı 04.07.2007 - 22:15

Bir kadın,ne zamana ne de mekana sığabilir. Bir kadın laf olsunlu kelimelerde kendini bulamadığında zevk alabilir. Ve bir kadın, ancak Kemal’in zaman ve mekansızlığında kendine yer bulabilir.

ne denilebilir ki başka?
Yokluğun bu bahar biter mi ?
Ya da bu
Son;Bahar biter mi ?

#28 Bulutsuzluk

Bulutsuzluk

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.309 Mesaj
  • İlgi Alanları:Olmak istediği...

Gönderim zamanı 03.09.2007 - 19:00

Her semtin bir yorgosu vardır. Bir de yorgun demokrat bir garsonu. Yorgo giriş-çıkışın başlangıcında ki masada hesap alır. Ve arada bir masadaki sesin,diğer masaya etkilememesi için de akşamdan geceye ( sabah olduğu da olur ) “ beyler lütfen sakin olun”lu uyarılarda bulunurdu. Kocaman gözlüklerin aksine küçük gözlerinde – devrim”i yaşayan,yorgun demokrat tüm gün susmuşçasına. Ve bu duruma alışmışçasına,müşterilerden bihaber elinde alkol dolusu bardakları masalardan,masalara dolaştırır durur. Böylesi alışkanlıkları seyretmek ancak Beşiktaş maçlarına denk düşmektedir ki,alkolsüz kolayı –105 ekranlı televizyonun hemen dibinde biten bendenize getiren yorgun demokratın halini ayrışmaz bir bütün halinde nasıl anlatabilirim ki!.
Aşık bir göz ile baktığında, yılın sonunu 3 aylık pirinç semeresiyle bulan kambur hoca’nın cenebazlığına kapılıp gitmemek elde değil. Anlatacak o kadar çok şeyi olmasına rağmen bu hakkını alkol masasına oturduğunda kullanması şaşılacak iş doğrusu. Ve benim dışımda ki bizlerin ne kadar çok şey kaybettiği hususunu nasıl anlatabilirim ki!
Ayrılığın en çok neye benzediğini, yaşayan bilir dedirten boksör abimizin hikayesiyle,kimseden geri kalmayan boş bardağımın yerini dolduran, yine aynı bardağımın hikayesi birbirlerine ne kadar benzer bilinmez. Lakin masada boşalan bir bardağın,alınan nefes kadar gerçek olduğu hususuna bilahare Boksör abimizin de onayı alınaraktan. Kardeşime votkasız bir coco cola,en derin yerinden olsun yorgo diye bağırma sebebini nasıl anlatabilirim ki!.
Başkalarından etkilenmemeye yeminli,az da olsa etkilendiği boksör abisine özenen Aydoğan’ın. Her sabah kalktığında bir daha içersem yuh olsun bana demekten bıkan yorgun nefesinde,sanki en mahrem yerine dokunulmuşçasına ve benzer sözleriyle ( yuh bana bu gece son olsun ) geceye kadar içmesini nasıl anlatabilirim ki!.
Yaşamı boyunca hayatı şans üzerine kurulu başefendi’nin her şeyi yine şansa bağlamasından mıdır bilinmez. Kederi ile alakalı olan alkol isteği arasında ki bağa ayak uyduramayan emekli maaşının,1 hafta içerisinde tüketiliyor olmasını nasıl anlatabilirim ki!.
Köy hizmetlerinin en yüksek maaş alanı ve yorgo birahanesinin en fiyakalı müşterisi özhan abimizin havası da bir başka diye içimden geçiriyordum ki,beni tekrar maça bağlayan çarşı seyircisinin kartal gol,gol naraları ile önümde ki bardağın boşaldığını ve maaşıma benim de 1 hafta kaldığını hesap ederekten,önümde ki bardağı,tekrar doldurmaya niyetlenen Yorgun Demokrat’a istihkakımı doldurduğumu belirten mimik hareketimi nasıl anlatabilirim ki!.
Semtin en büyük kıraathanesinden,ki o vakitler kitap okuyanlar ile 52 desteli kağıtlara rağbet arasında kıyasıya bir rekabet yaşandığını,şimdilerde ise kitap okumak için ayırdığı raf ve masaların beyhude olması sebebiyle yerlerini oyun masalarına bırakmasına hayıflanıyor ve tek suçlusu kendisiymiş gibi kederle rakısını yudumluyordu. Yağmurlu bir havada,elinde sihirli bir değneği olsaymış’lı bir hikayeyle Zülfü Livanele’nin ada şarkısını mırıldanıyordu. Ve güzelim çarşı seyircisine hitaben. Çarşı her şeye karşı ya,bu yüzden seviyorum beşiktaş’ı diyerek,maçı seyretmek için gelen seyircilerin de gönlünü alıyordu. Belki anlatılır bir yanı vardı bunların. Lakin nasıl anlatabilirim ki!.
Maçın sonlarına doğru çıka gelmiş ti ve her hafta ve sorduğumda da her gün bu saatlerde gelen birisi. Sabahtan akşama kadar kendi dilinde mevlayı arayan kör,akşamından sabahına da ömer hayyam’ı aratmayan şarhoş!. Bugün dünden daha derin,derinlik mevzusu bildiğiniz gibi değil sözünün tescilli yaşamı sanki. Yeryüzünde ki tüm benlik kendinde toplanmışçasına,sevabıyla-günahıyla bu hayat benim kimene diyecek kadar da uçarı. Ne olduğuna karar veremeyecek kadar da kararsız,gözlerinde bir korku belirmişken,kendisi olma adına içinde ki şeytanın küstürecek kadar inatçı,sabretmeyi bilmeyen edilgen yanıyla kaybetmeye alışık sözde kahraman,öyle ki kadehlerin sayısı arttıkça sözde cesaretiyle dünyaya kafa tutacak kadar ütopyacı,ne yazık ki bizden biri olduğunu nasıl anlatabilirim ki!
Ne zaman ve nerede olursa olsun,anlatacak bir şeyi olması gerekir insanın. Ve o insanın,herkesin bir hikayesi ve o hikayenin kahramanı olduğunu kabul etmesi de. Asi yanımızın yanında,bilinen ya da bilinmeyen yönlerimizi aklımıza geldiği şekilde,sadece anlatabilmek uğruna,anlaşılma umudu taşımadan ya da umudu saklı kalınması şartıyla,ben de varım ulan dedirtircesine, kanıtlanabilir bir iddia taşımadan laf olsun diye anlatmak var ya,nasıl anlatabilirim ki!.
Asrın yeni bir umdesi var, hak kapanındır.
Söz haykıranın, mantık ise şarlatanındır.
Neyzen'im...

#29 Bulutsuzluk

Bulutsuzluk

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.309 Mesaj
  • İlgi Alanları:Olmak istediği...

Gönderim zamanı 14.09.2007 - 21:03

Kimsenin görmek istemediği birisiydi Kemal. Ve hatıra defterine biriktirdiği yalnızlıklarına, bir yenisini eklemek için, edindiği tecrübeleri yeniden uygulamaya koyuldu. Edindiği tecrübe değiştirilemez ve babadan oğla aktarılırdı. Bir bakıma edindiği tecrübe sadece var olan bilgiyi aktarmakta kılavuzluk ediyordu. Yani doğuştan gelen bir durumdu. Doğuştan kazandığı ise ; Yanık melodiye bile göz yaşı akıtacak kadar şefkatli, yaptıklarından pişman olmayacak kadar huzurlu,verdiği kararlarda bildiklerini yargılayacak kadar yargısız ( ön yargıdan uzak ),almış olduğu kararlarının peşinden gidecek kadar da inançlı ve hiç anlamadığı aşk’ın peşinden koşacak kadar da maşuk oluşuydu.
Özgürlüğün gökyüzü ile yeryüzü kadar olduğu bu kısıtlı dünyada,umulana ummak adına yanık melodinin peşinden sürüklenip durdu Kemal. Verdiği kararlardan sonra ki huzur ve inancıyla bir diyardan bir diyara,gördüklerini ön yargıdan uzak ( yargısız ) maşuk bir dille sevgiliye haykırırken kendini. Sönmüş bir fenerin izi kalıyordu sevgilinin yüzünde. Oysa istediği bu değildi. Ve yorulmaya başlamıştı Kemal. Kanatlarını akşamdan sabaha kuzey istikametine doğru çırpmaya başlamıştı. Kendisine bahşedilen öncesi yaşantıda bile görmediği bir kent’te adımlarını atarken,yorgunluğun verdiği husumetle kendine kızdı. Nasıl hatırlayamazdı böyle bir kent’ti. Etrafı her hangi bir kalkanla korunmayacak kadar yargısız,etraflıca huzurlu,birbirlerine inançlı,uzun sahillerinde el ele dolaşmayan bir çift’i göremeyeceğimiz kadar da aşıktılar. Hiç biri nin yüzünde korku okunmuyordu. Manasını aradıkları gönül çelen bir hikaye yaşadıkları da olmamıştı. Kemal, buranın kendisine bir gömlek büyük geldiğini düşünmeye başlamıştı ki,her kalabalığın başı çektiği yerde lider sıfatlı kraliçe belirmişti. Kraliçenin hiç kralı olmamıştı. Kadın egemenliğinde bir toplumdu. Lakin amazon ruhlarından arınmış,erkek kuvvetini de kabul etmiş bir eşitlik hakimdi.
Kraliçenin başında ki çok taşlı taçı,yüzündeki aydınlığa mağlup olmuş buğuluktaydı. Ellerinin zarifliği parmağında ki yüzüğü kaba göstermekteydi. Yüzünde hafifçe sürülmüş allığı bile belli ediyordu kendini. Öyle güzel di ki,her güzel gibi bunun farkında değildi. Gözlerinde ki anlamsızlık haberi olmadığı bir yolu müjdeliyor.Dudakları,özlemekten bıkmış,sönük bir volkanı andırıyordu. Yine de dudaklarından dökülen kelimeler bu diyara aşık etmeye yetiyordu.
İlk aşk’ın ilk bakıştan geçtiğini bilen Kemal,kraliçeye aşık olmuştu. Artık Kemal’in hayatında öğreneceği yeni bir şey vardı. Ve bulunduğu semtin kendi özellikleriyle donatılı olduğu bahanesiyle ilk defa huzurlu,ancak inançsız bir karar vermişti. Kendisini inançsızlığa itenin kraliçenin şefkati idi. Kendisine şefkat etmesini istemediği en son kişinin,şefkatine maruz kalmıştı ki,bu da kemal’in inancına gölge düşürüyordu. Çünkü sıralı hiçbir bahanesi bu yerde kalmasına sebep olamazdı. Kraliçeye olan aşk’ı burada kalmasının tek gerçeğiydi. Sanki kraliçe bu aşk’ın farkına varmış ve onca karşılıksız aşk’a attığı tebessüm ve maşukları yoğuran şefkatiyle eritiyordu kemal’i. Günler geçtikçe kemal kendine ait olmayan huylara bürünmüştü. Vücudunda ki hırçınlığı beceremese de,bu eylemi harekete geçiren nefreti, acemiliği hiç bu kadar gün yüzüne çıkarmamıştı. Bu acemiliklerini gören semtin tekil yüzlü ihtiyarları,kraliçeye bu durumu pek çok defa açıklamaya kalktıysalar da. Kraliçe kırılan kalbin yerine,içi yakıp-kavuran tavırlara bürünmüştü. O bir kraliçeydi. Milletine aşık olamazdı,nesnel kararlar verebilmek için. Şefkatli olmalıydı ki,milletinin eksikliğinde şefkati onları kendine getirebilsin. Her uyandığında görmek isteyeceği kişinin Kemal olduğu gerçeğini kendinden bile saklarcasına ellerini sıktı. Ve bir bütün olmak istiyorsak ihtiyar delikanlılar,Kemal’in buradan bir an önce semti terk etmesini sağlamak olmalı diye mırıldandı kraliçe.
Yukarıda bahsedilenler ,manası olmayan bir yola girmiş ve karmaşık bir hikayede aşk’ın saçmalığına dair saçma bir kurgu ile dile getirilmiş şefkat,huzur,yargısız,inançlı,maşuk hallerin nasıl duruma düşebileceği gerçeği ve ihtimali arasında ki orantıdan ibarettir.


Not: Bir şarkıya gömdüm cebimdeki kelimeleri.

Şu an ne mi dinliyorum.

Duman =) Manası yok.
Asrın yeni bir umdesi var, hak kapanındır.
Söz haykıranın, mantık ise şarlatanındır.
Neyzen'im...

#30 dumrul

dumrul

    Onun için takıntı haline geldik

  • Üyeler
  • 1.785 Mesaj
  • Konum:ankara
  • İlgi Alanları:ilgi alanım konsept

Gönderim zamanı 19.09.2007 - 20:56

la ben neden anlamıyorum seni :)


salakmıyım ben

ha öyleysem bana mesaj at da bilelim dimi?
Turkish Rock Legend

#31 Serra

Serra

    I'm Back !!

  • Üyeler
  • 8.125 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:MuEno

Gönderim zamanı 20.09.2007 - 06:53

Yalnız değilsin *uhuhu
Yokluğun bu bahar biter mi ?
Ya da bu
Son;Bahar biter mi ?

#32 Bulutsuzluk

Bulutsuzluk

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.309 Mesaj
  • İlgi Alanları:Olmak istediği...

Gönderim zamanı 30.09.2007 - 21:51

Beni anlamamanız bendeki bahtiyarlığa engel değil.
Aynı sizin gibi yalnız olduğumun farkındayım.


Gözlerin görecesi bildiğimiz kadarıyla ya mavidir denize çalar. Ya özlemidir tabiatıyla yeşili.
Karanlıktan bir adım önce ve adı zeytindir kara'nın
Ela gözlerde yitirilen bir tek ben değilim.

Anlayacağınız ne yeşil'in mevzusudur bu. Ne de diğer renklerin.

Vasıfsız dediysek mutlaka bir sebebi vardır.
Saygılarımla...
Asrın yeni bir umdesi var, hak kapanındır.
Söz haykıranın, mantık ise şarlatanındır.
Neyzen'im...

#33 Bulutsuzluk

Bulutsuzluk

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.309 Mesaj
  • İlgi Alanları:Olmak istediği...

Gönderim zamanı 06.09.2013 - 13:38

Sıralı düşüncelerin ne akla geleniyim ne de sonu gelmiş bir benim. Bir umudum var, aslını inkar edenlere ağza alınmayacak küfürler eden ancak içinde bulunduğu konuma nazire yaparcasına düşşel bir avuntudayım. Bunun, yanılgıdan ziyade edilgen bir yapı olduğunu düşünecek kadar ise acemi. Biliyorum esas olan göz yaşı, inkar ettiğim gerçekler gün ışığı bulacak ve bu da benim sonum olacak. Ama korkmuyorum. Tek başına bulabileceğim bir gerçek değil bu. Bu sebeptendir yalnız kaldığımda üşüyen ve korkan bedenimin yerini umut alır. Hem neden korkayım ki gerçeklerden, bu gerçekler bana ait değil diye biliyorum ve sonra...
 Sonra sabah olur.
 Sonra enlem ve boylamlar arasında kaybolan tekil yüzlü bir ihtiyar olurum.
 Sonra ne olduğum önemli mi.
 Belki sevgiliye göre bu durum pek önem arzetmiyor olabilir. Umursamamak ile umursadığın değerlerin değersizleşmesi aynı şey. Zaman sonra yitirilen değerin umursuzca ellerinden kayıp gitmesi, sana bir şey hatırlatıyor mu ey sevgili demek için ise erken. Hem sonra son zulası da patlatılmış el altında bulunan benliğim hiçliğe bulaşmışken henüz bu son bakışın hatrına sarılan sigaranın efkarıdır sevgiliye olan özlemim.
 Aslında seni tanıdığım günden bu zamana değin bana kattığın empati beni başka dünyalara iteklesede, aslında olmak istediğim yerdemiyim bilmiyorum. Tüm içtenliğiyle içinde gerçeği olmayan bir düş benimkisi. İnkarsız, yalansız, olduğu gibi..
 28 Kasım. Ne yazık ki...
 İnadına yaşayan bir bedene büyük gelen muammalı iklimin var olan alışkanlığını değiştirip ilkbahar esintisine kapılarak, günün ilk saatinde sokakları dolduran insanların ense köküne esip esip durması Olric'i tatlı bir düşünceye itti. Halbuki ilkbahar esintisinin vücuduna değip içinde bıraktığı sarhoşluk, öncesinde uykusuzluğun verdiği bir durumdu. Şimdi ise sarhoşluğun yerini yaşama sevinci almıştı. Titrek adımlarla gitmek istediği yolu arşınlarken, içinde bulunduğu ruh halinin karmaşası avazı çıktığı kadar tebessüm ile doldurdu yüzünü. Aslında, dün geceden kalma düşüncelerin kederi ile uykusuz kalması ve etrafını çevreleyen memnuniyetsizliğin içindeki ruh halinin yerini alan bu şeyin yine de vücudunda var olan bir boşluğun kanıtı idi.
 İçinde bulunduğu durum insanı yeni bir arayışa mı itmeli. Yoksa sıradan bir günün anlamsızlığına bürünüp olduğu gibi yaşamaya mı? Bu iki denklem beter bir hayatın yükünü çeken bizlerin içler acısı bir durumu olsa gerek. -Ki bunu bir ceza olarak görmeyen insanların dinsel sadakati onlara kalan kısa günün k(a)rı olsa gerek...
 İnsana boğulmuş sokak ortasında yürürken, bir an hayata dair yorgunluğunu hatırlayan bedeninin oracıkta yere çömelip, alnında kuruyan teri silmek için çıkarttığı mendili yere düşürmesinden sonra yorgunluğun getirdiği tembellikle ancak gözlerinin takip edebildiği bir hareketlilikle dalıp giderken hayata ve sonrasında yine o dalgınlıktan tekrar gerçeğe bulanıp önünde duran mendilde biriken bozuk paraları farkettikten sonra iki yüz metre ilerisinde duran şehrin en büyük binasının sahibi olduğu gerçeği önünde biriken bozuk paradan daha değersiz gözükmeside kısa günün k(a)rı olsa gerek...
 Bunun şimdilik bir muaamma olduğu ve ayıracak vaktinin olmadığını hatırlar gibi abdallığınla bir o kadar da ahmakça kabullenip her güzel şey biterli bir ıslık kondurup gülüp geçersin tebessümünle.
 Zaman, insanın içinde biriktirdiği duygu yüküne aldırmadan yine insanların yakasına sarılıp hızla akıp gitmekte. Bu sebeptendir ki, ağlamak istersin ağlayamazsın. Ağlamak için sana ait olmayan duygulara anlam vermek için yorduğunda ise, aslını inkarıyla tüm zamana isyan eder bulursun kendini.
 Ve sonra gün ışığının yerini yine bir başka anlam karmaşası alır.
 Ağlarken bulursun kendini.
 Karşılığı belirsiz bir teslimiyet alır yerini.
 Sonra tırnak içerisine alınmış bakış açın ile eski yeni ne varsa dervişlerin huzurunda seyyah seyyah gezenlere selam edercesine terk eylersin sevgiliyi..
 Kabul ediyorum.
 Bensiz de yaşanabiliyormuş anladım.
 Sonra akşam olur.
 Sonra enlem ve boylamlar arasında kaybolan tekil yüzlü bir ihtiyar olurum.
 Sonra ne olduğum önemli mi.


Asrın yeni bir umdesi var, hak kapanındır.
Söz haykıranın, mantık ise şarlatanındır.
Neyzen'im...





Benzer Konular Daralt

  Konu Forum Konuyu Açan İstatistikler Son Mesaj Bilgisi

3 kullanıcı bu konuya bakıyor

0 üye, 2 ziyaretçi, 0 gizli


    Bing (1)