Yazının ilk parağrafını okuduğum zaman çocuklara haksızlık yaptığımı düşündüm ben döğmem ama kızdığım olurdu çünki misafir gelince ne durdan anlarlar ne sustan olanca taşkınlıklarıyla yaramazlık yaparlardı şimdi onları anlıyorum demek misafir gelmesini bekliyorlardı gönüllerince oynamak için.
Üç dört yaşlarımdayken gönlümce oyun oynamak için eve misafir gelmesini beklerdim. Annem misafir yanında toleranslı davrandığından, normal zamanda oynayamadığım bütün oyunları oynardım. Misafirlere gülümserken bana bakan gözlerinden ateşler saçan annem sabırla beklerdi. Ben de sabırla beklerdim ve derin bir mutlulukla bu kutsal zamanın keyfini çıkarırdım.
İkimiz de kaçınılmaz sonu beklerdik; bedelin ödetildiği ve bedelin ödendiği zamanı. Annem misafirleri kapıdan uğurlarken ben de gider divana otururdum. Sinirle kapıda görünen annem yanıma yaklaştığında vücudumun çeşitli yerlerinde tokatların acısını hissetmeye başlardım. Bedel bazen iki üç tokat olurdu, bazen tokatlar silsilesi. Acırdı ama önemi yoktu; ben olası sonucu kabul ederek oyunumu oynamayı seçmiştim.
Bu satırları yazarken amacım annemi acımasız bir kadın olarak göstermek ya da acılarla geçen çocukluğumun edebiyatı değil. Annem, yetiştirildiği ortam ve psikolojik durumu göz önünde bulundurulduğunda, harika annelik yaptı. Çocukluğum, amcalarla, dayılarla, halalarla eğlenceli ve hareketli geçti. Bu satırlar, seçimlerimizle, vazgeçişlerimizle ve ödediğimiz bedellerle alakalı. “Her seçim bir vazgeçiştir” ve “Her seçim bir bedel tercihidir”. Küçük Berna için “Oyun oynamayı seçmek koşullu anne sevgisinden vazgeçiştir” ve “Oyun oynamayı seçmenin bedeli dayaktır”.
Altı yaşıma kadar hep pencereden seyrettim dışarısını. Sokağımız yokuştu ve oyun oynamaya müsait değildi. Altı yaşımdan sonrası ise, Üsküdar’a taşınmamızla birlikte, eve zorla sokulduğum bir dönemdir. Altı yaşıma kadar geçen ev içi dönemimin bedeli hayatım boyunca yaptığım hiperaktif aktivitelerdir. Sonrasının bedeli ise; hala sürekli burkulan bir sol ayak bileği, inşaatlardan kum tepelerine atlamanın neden olduğu diz problemleri, geçmesi çok uzun zaman alan yaralar ve babayla karşı karşıya gelişlere neden olan özgürlük sınırı problemleridir.
Üniversite bitmeden sevdiğim adamın evlenme önerisini kabul ettiğimde, eleştirilere ve toplumumuza özgü bazı dedikodulara maruz kalmayı da kabul etmiş oluyordum.
Boşanmayı seçtiğimde, avukatımın da belirttiği gibi, Türk toplumunda boşanmış kadın olmanın zorluklarını yaşamayı da seçiyordum.
Yaşam bana çok küçük yaşta her seçimin bir bedeli olduğunu öğretti. Bu bedel bazen küçük düşmektir, alay edilmektir; bazen eleştirilmek, toplum dışına itilmektir; bazen, töre cinayetlerimizde olduğu gibi, canını vermektir. Bedel her ne olursa olsun, bir seçim yapmak ve bu seçimin sorumluluğunu almak her gün ölmekten iyidir. Ölüm sadece fiziksel bir olay değildir, yaşamının sorumluluğunu almayan bireyler soluk alıp veren vücutların oluşturduğu toplulukları yaratırlar. Vazgeçmemeyi ve bedel ödememeyi seçen bireylerden oluşan bu topluluklar çok rahat yönetilirler, çok kolay manipüle edilebilirler.
“her ödülün bir bedeli vardır” derler. Bedeli olmayan bir ödül mümkün değildir; çünkü yaşamın tabiatı dualitedir; erkek, dişi; yin, yang; gece, gündüz; yaz, kış gibi.
Hiç bedel ödememek güzel bir özlemdir lakin bir ütopyadır. Bu özlem kalbimde yer almaya devam ederken ben de seçimlerimi yapmaya devam ediyorum;
alıntıdır..
__________________
Düzenleme: "Kopyala & Yapıştır" yaptığınız bariz, bari konu başlığını elinizle yazın.
Bu yazıları aldığınız sitenin Türkçe karakterleri ufaltamama problemi yüzünden bizde de irili ufaklı harfler gözüküyor..
Bu mesaj Mel G. tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 07.11.2007 - 15:40