İçerik değiştir



- - - - -

Kısa Dönem Anatomisi


  • Yanıtlamak için giriş yapın
bu konuya 3 yanıt verildi

#1 L1Square

L1Square

    Burası olmadan yaşayamaz

  • Dokunulmazlar
  • 11.433 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 22.11.2007 - 16:58


"ulan ya**ak askerler! daha sıçtığınız bok nizamiye'ye varmadı, tümgeneral kesildiniz başıma. len poşetler siz de doğru durun!" uzman çavuş orhan, haziran 2004, ankara.

Aşağıda okuyacağınız ıvır zıvır, askerliğini ankara etimesgut'ta bulunan zırhlı birlikler tümeni'nde tankçı çavuş olarak idrak etmiş bir poşetin deneyimlerinden derlenmiştir. dünya'nın her yerindeki her askeri birliğe uyarlanabileceği garantisi yazar tarafından verilmemektedir. sonra gelip "vay sen böyle demiştin de, senin yüzünden yirmi bir gün disko aldım da..." diye serzenişte bulunmayın. bir de prizlere harbi sokmayın, serinleme amaçlı man'ların* altına yatmayın.

İşte nihayet yaş kemale erdi. lise, üniversite, yüksek lisans, doktora, doçentlik, profesörlük derken sonunda deniz bitti. artık bir karar vermenin zamanıdır. ya nasa'nın mars görevine gönüllü yazılıp iki yıl daha tecil alacaksınız (ki kaç kaç nereye kadar), ya da çoğu türk gencinin yıllardır yapmakta olduğu gibi askerlik şubesi - sınav merkezi - nizamiye algoritmasını izleyerek asker ocağının yolunu tutacaksınız. hele ki astek olarak seçilme şanssızlığına uğramadıysanız sizden iyisi yok, tam beş ay altı günlük temiz hava - bol(!) gıda - sağlıklı yaşam kürü sizi bekliyor.

Evet beş ay altı gün. resmi olarak askerlik süreniz tam altı ay. ama bunun baştan on iki günü seçme ve yerleştirme işlemlerinden dolayı, sondan (ya da ortadan) on iki günü ise izin haklarınızdan dolayı uçuyor. bakın yirmi dört gün daha kısaldı askerlik. hadi yine iyisiniz.

İyisiniz ama, gün hesabını tam bu noktada artık bırakmanız gerektiğini önemle hatırlatmak isterim. askerde kendinize yapabileceğiniz en büyük kötülük gün saymaktır. bir saymaya başladınız mı, o günler saatlere, saatler dakikalara dönüşmekte gecikmez. "n'olacak zaman geçer" demeyin. askerlikte zamanın akışı sivil hayattan farklıdır. dört yüz elli günden geriye sayıp son haftasına gelmiş, "abi yedi gün geçmez, bitmez." diye kafayı çizen çok adam gördüm; bu duruma düşmekten kaçının.

Size neden poşet dendiği ile ilgili sayısız hikaye dinleyeceksiniz. birini de ben nakledeyim. askerliği on beş ay (eskiden on sekiz ay) yapan uzun dönemler, içi yazlık-kışlık kat kat elbise ve çeşitli ıvır zıvır dolu boyları kadar bavullarıyla birliklerine teslim olurken, kısa dönemler üç beş parça eşyalarını bir torbaya doldurup, ellerini kollarını sallayarak giriyorlarmış nizamiyeden içeri; poşet lafı da oradan kalmış.

Siz yine de tansaş poşeti yerine küçük de olsa bir çantayı tercih edin. bu çantanın içinde de bolca iç çamaşırı (yeşil) ve çorap olsun (siyah, uzun konçlu). söz konusu giysilerin mümkün mertebe pamuklu kumaştan olmasına dikkat edin. size askeriyeden verecekleri çorap-çamaşır vs. hem –her gün çamaşır yıkamayı düşünmüyorsanız- asla yetmez, hem de bunlar oldukça kötü kalite sentetik kumaşlardan mamul olacağından, ayağınız mantardan götünüz pişikten kurtulmaz. çorap, çamaşır, havlu (açık mavi, ciddiyim) gibi elzem malzemeler dışında alacağınız her türlü ağırlık ise, adı üstünde, ağırlıktır.

İkinci önemli konu kişisel hijyen malzemeleridir. traş takımı, sıvı sabun, kolonya filan alın mutlaka, ihmal etmeyin. ama fazla da abartmayın olayı; gidip de norveçli balıkçıların kreasyonundan tam takım tuvalet çantası derlerseniz kırık damgası yemeniz kaçınılmaz olur, benden söylemesi. mesela arko mütevazi ve gayet yaygın kullanılan bir markamızdır; ondan şaşmayın. bir de “süper sağlıklı olacam” diye vitaminleri, besin desteklerini filan doldurmayın çantaya, kapıda alıyorlar onları.

Askerliğinizin ilk dört haftası, acemi birliği denen bir ortamda, sizin gibi sudan çıkmış balık modunda gezinen poşetlerle omuz omuza geçecek. bu arada, eğer türkiye’nin büyük bir şehrinden gelme veya kalbur üstü eğitim kurumlarının birinden mezunsanız, kafanızdaki üniversite mezunu profiliyle gerçeğinin ne kadar uyumsuz olduğunu görerek şaşıracaksınız. evet, türkiye’nin kaymak tabakası bu arkadaşlardır; alıcılarınızın ayarıyla oynamayınız.

Acemilik genel olarak oyun gibi bir şeydir. bir takımınız olur ve ördek ailesi gibi ne var ne yok beraber yaparsınız. çok abartılı bir hata yapmadığınız sürece pek fazla üstünüze gelen olmaz. ne de olsa henüz silaha el basıp yemin etmemişsinizdir; pek de asker sayılmazsınız. bu ilk dört hafta sırf spor ve eğitimle geçer. zavallı komutanlarınız aslında askerlik yaşını çoktan aşmış siz tomrukları yontup askere benzetmek için ellerinden geleni yaparlar. ama uzun dönemlere üç ayda ancak verilebilen eğitimi yirmi sekiz günde sindirmeniz pek mümkün olmadığından, hiçbir zaman tam askere benzemediğiniz gibi, kendinizi öyle hissedemezsiniz de. kıt’alarda poşetlere belli bir şüpheyle yaklaşılmasının sebebi budur sanırım.

Ordu beden eğitiminin tüfekli ve tüfeksiz hareketleri, silah söküp takma, nişan alma ve atış, esas durma, uygun adım yürüme ve koşma, sağa sola dönme, tekmil verme vs. yanında vatandaşlık bilgisi ve inkılap tarihiyle ilgili de muhteşem dersler alacak, gelibolu kahramanı seyit onbaşı’yı ilkokuldan yıllar sonra yeniden hatırlayacak, vatanın bölünmez bütünlüğünü nasıl koruyacağınızı bir iyice öğreneceksiniz. derslerinize güzel çalışın ki çavuş diplomanızdaki notunuz yüksek olsun, inekler sizi.

Yirmi sekiz günlük eğitimin sonunda ise yemin edecek ve ilk hafta sonu izninize (cuma akşamından pazar akşamına kadar) çıkacaksınız. bu izni iyi değerlendirin, çünkü epey bir süreliğine görüp göreceğiniz en büyük (ve tek) rahatlık budur. izin bitiminde ise kuralarınız çekilecektir. kısa dönemlerin çoğu ya kendi birliklerinde, ya da aynı garnizona bağlı bir başka birlikte kalırlar. yani şehir değiştirme ihtimaliniz düşük. ama askerlikte hiçbir şeyin olmadığı gibi bunun da garantisi yoktur; kendinizi 24. mekanize piyade tugayıyla kosova yolunda bulursanız “n’oldu?” diye bana gelmeyin, askerliğiniz çok!

Nihayet kuranız da çekildi ve onbaşı rütbesiyle usta birliğinize katılıyorsunuz, ve işte tsk’dan hayatın acımasız gerçekleri de burada başlıyor. usta birliğinde ilk günler, “ağaç yaşken ezilir” hesabı, bölük komutanından tutun da çamaşırhane sorumlusu ere kadar herkes sizi gücü nispetinde ezmeye çalışacaktır. burada ne kolunuzdaki onbaşı rütbesi, ne tahsiliniz, ne de yaşınız işe yarar. en pis işler, bitmek tükenmek bilmez angaryalar hep sizindir. durun hemen ümitsizliğe kapılmayın, daha güzeli de var: birkaç gün sonra atış talimine gidecek ve ardından silahlı nöbet tutmaya başlayacaksınız. artık sabah 06.00 - gece 11.00 oradan oraya koşturduktan sonra bir de 01.00-03.00 ve 05.00-07.00 nöbetlerini tutmaya, zombi gibi ortalarda dolanıp bulduğunuz her fırsatta, ayakta da olsa uyumaya hazır olmalısınız.

Fazla endişeye gerek yok, zor günler elbet geçecek, zamanla siz ortama, insanlar size alışacak. birlikteki kıdeminiz artarken rütbeniz de çavuş olacak ve siz de ortam insanlarından biri haline gelecek, uçmakta ustalaşan yavru kartalların havada hareket etmesi gibi askeri yaşam içinde daha rahat hareket etmeye başlayacaksınız. hele son bir ayınızda birliğin kralı gibi bir şey olacağınızı söyleyeyim de iyice g*tünüz kalksın.

Ama tüm bunların pek de önemi yok aslında. esas önemli olan, o zor günlerde ve bağlı olarak takip eden askerlik yaşantınızda sizin nasıl davrandığınız. “ben buraya layık değilim” anlamsız kibiriyle size verilen angarya işleri küçümser, görevlerinizi yerine getirmekten kaçınma yollarını arar, insanlara tepeden bakmayı alışkanlık haline getirirseniz, o size dıştan “hoca” diye hitap edenler bile arkanızdan küfreder, “*gun.un poşeti” demekten geri durmazlar. ama alçakgönüllü ve sorunlar karşısında metin olursanız, işten-görevden kaçmaz, ama mümkün olduğunca kendinizi de ezdirmez, insanlara yardım etmeye çalışır, özü sözü bir bir kişi olarak tanınırsanız, o yirmi yaşındaki çocuklar size can-ı gönülden hoca derler; dertlerini, üzüntülerini sizinle paylaşır, sizi başları üstünde taşırlar.

Uzun dönem askerlerle ilişkilerinizde açık ama dikkatli olun. sizin altı ayda geçip gittiğiniz askerliği on beş ay yapan, sizin gibi üç kısa dönemin gelişini ve gidişini gören, komutanlar tarafından size göre çok daha fazla ezilen bu insanlar, size karşı kafadan ve haklı olarak bir miktar tepkilidirler. sakın ola ki, tekrar ediyorum sakın ola ki “ama ben de dört sene üniversite okudum, öss’yi kazanacam diye götüm düştü, bik bik…” olaylarına girmeyin. birincisi, bu muhabbet size en ufak fayda sağlamaz; ve ikincisi, içlerinde düşünen birisi çıkıp da eğitimde fırsat eşitliği veyahut eşitsizliği konusunda size okkalı bir diskur çekerse o laflar g*tünüze kaçıverir. benim dönemimden bazı poşetlerin başına geldi, oradan biliyorum. sizin yapacağınız şey sakin olmak ve o dört senelik müthiş tahsil hayatınızın ağırlığını davranışlarınızla hissettirmektir. adam gibi hareket eder, götünüzü başınızı oynatmazsanız, zaman içinde insanlar size saygı duymaya başlayacaktır.

Üstlerle iyi ilişkiler kurmak ise bambaşka bir konudur. unutmayın, komutanlarla konuşurken, daha doğrusu komutanlar size bağırırken kullanmanız gereken iki anahtar kalıp vardır: “emret komtanım!!!” (yes sir) ve “emredersiniz komtanım!!!” (sir yes sir). ünlemleri ne kadar çok bağırmanız gerektiğini anlayasınız diye üçlü üçlü koydum. diyelim ki komutan size “git karargaha bak bakalım ben orada mıyım.” veya “yarrak asker git bana iki demet kırmızıya boyanmış osuruk düğümü getir.” gibi bir emir verdi, sakın ola ki “neler oloyor? ben kimim? evrende yalnız mıyız?” tarzı sorgulamalara girişmeyin. yapmanız gereken tek şey “emredersiniz komtanım!” diye avazınız çıktığı kadar bağırıp topuklarınız götünüze çarpa çarpa koşarak ortamdan uzaklaşmaktır.

Ve buradan geliyoruz bağırma meselesine. bağırmak askerliğin özüdür. üniversite mezunu, kültürlü, nazik ve iyi sevişen bir erkek olarak en çok zorlanacağınız konu da muhtemelen budur zaten. askerde alçak sesle konuşma, hatta konuşma diye bir şey yoktur. tekmil verirken, emir verirken, emir alırken, bir işi, bir oluşu, herhangi bir şeyi dile getirirken daima bağırmak esastır. sivil hayatta nasıl bağıra çağıra konuşanlar etrafı rahatsız ediyor diye ayıplanıyorlarsa, askerde de iyi bağıramayanlara kötü gözle bakılır, toplumdan dışlanırlar. hatta acemi eğitiminin önemli bir bölümü bağırma üzerine kuruludur. başlarda mutlaka zorlanacaksınız ama kendinizi zorlayın ve bağırın. bağırmazsanız hayatta kalamazsınız.

Nöbet ve içtima, içtima ve nöbet… askerliği askerlik yapan bitmez tükenmez azot döngüsü. içtima günde minimum üç adet ve ortalama yarımşar saat mal gibi bekleme olayıdır. çaycı, çorbacı, genelkurmayın bütün bilgisayarlarını tamir eden adam gibi ultra önemli bir göreviniz olmadıkça içtimadan kaçamazsınız; ki sözü geçen görevler de genelde içtimayı özletir niteliktedir; uyandırayım. tabi siz çavuş olacağınız için içtima bağlamak adı verilen çok bilinmeyenli denklemle de karşı karşıyasınız ki, söylenebilecek tek şey: şimdiden geçmiş olsun. nöbet içinse söylenecek fazla bir şey yok, elde tüfek iki saat dikiliyor, yaklaşan olursa var gücünüzle bağırıyorsunuz. uyumamaya çalışın. iki hafta disko beş dakikalık uyku için gerçekten ağır bir bedel. denebilir ki, askerliğin özü nöbettir, içtimadır.

Askerliğin özü, mevsime göre değişir, ilkbahar ve yaz aylarında ot yolma, sonbaharda yaprak toplama, kışın ise kar küremedir. ben yüksek ihtisasımı ot yolma disiplininde yaptığım için biraz bu husustan bahsedeyim. aman ot yolma deyip geçmeyin; askeriyenin nasıl hiçbir şeyi sivil hayata benzemiyorsa, otları da benzemez doğal olarak. siz yüz elli adam araziye yayılmış canla başla onları yolmaya çalışırken kanlarının son damlasına kadar kendilerini savunan, elinizi başınızı kanatan, parçalayan canavarlardır bunlar. alien’dır, zerg’dir, ne bileyim ben tyranid’dir. bazen siz mi otu yoluyorsunuz, yoksa ot mu sizi yoluyor şüpheye düşebilirsiniz; yapacak bir şey yok, katlanacaksınız.

Yukarıdaki üç paragrafı da okuduysanız anlamış olacağınız gibi, askerliğin özü diye bir şey yoktur. belki de askerlik, zamanın gerçek doğasını kavrayabilmemiz için tanrı’nın ve türk silahlı kuvvetleri’nin bize yaptığı bir lütuftur. çünkü 24 saatin 24’ünü de, her dakikanın ağır ağır geçişini hissederek idrak etme fırsatı sivil hayatta pek karşınıza çıkmaz. belki shaolin eğitiminde olabilir, ama o da çok uzun sürüyor.

Fakat sonuçta o beş ay altı günden geriye kalan, terhisten sonraki ilk günlerde sabah 06.30’da kalkıp sokağa çıkıp koşmak, gece 03.00’da kalkıp balkonda 3-5 nöbeti tutmak, yeşil giysi görünce midenin bulanması, yerde ot görünce yolmadan duramamak gibi anomalilerdir. korkmayın, zamanla geçiyor.

"bizim oralarda bir laf vardır: eşeği ***** osuruğuna katlanır derler. anladınız siz onu." yüzbaşı muammer, ağustos 2004, ankara.


İtü sözlükten alıntıdır

Biraz uzun ama ben sonuna kadar okudum,eğlenceli idi :: Arada küfürler falan var hepsini * mamış olabilirim.Kusura bakmayın artık o kadar da :girlinlove:
Bir kadını ağlatırken,çok dikkat edin çünkü ALLAH,gözyaşlarını sayar..!!

Kadın,erkeğin kaburgasından yaratıldı,ayaklarından değil...
Öyle olmuş olsaydı,ezilirdi..
Erkeğin başından da yaratılmadı,üstün olmasın diye..

Ama göğsünden yaratıldı,eşit olsun diye;
....kolun biraz altından,korunsun diye...
Kalp hizasından yaratıldı SEVİLSİN diye..

* * *

Kimlik gizli, hayaller gizli ve ben de gizli...
Susuyorum..
Ve seni sevdiğimi kimselere söylemiyorum..


:) (Böyle kalsın. Kimin değiştirdiğini anlarsın senn)

#2 Arjantin Cad.-ANKARA

Arjantin Cad.-ANKARA

    Sırdan öte ne var ki

  • Üyeler
  • 18.713 Mesaj
  • Cinsiyet:Belirtilmedi
  • Konum:Edebi metin

Gönderim zamanı 22.11.2007 - 17:14

Size neden poşet dendiği ile ilgili sayısız hikaye dinleyeceksiniz. birini de ben nakledeyim. askerliği on beş ay (eskiden on sekiz ay) yapan uzun dönemler, içi yazlık-kışlık kat kat elbise ve çeşitli ıvır zıvır dolu boyları kadar bavullarıyla birliklerine teslim olurken, kısa dönemler üç beş parça eşyalarını bir torbaya doldurup, ellerini kollarını sallayarak giriyorlarmış nizamiyeden içeri; poşet lafı da oradan kalmış.


Bende gittiğimde ilk Burdura orda bizden önceki kısa dönemler vardı onlar dedi sakın poşet derlerse takmayın gülün geçin falan filan tabi askerlik şubesine ilk gittiğinde başlıyor poşet olayı orda öğreniyorsun poşet dediklerini veya askere gitmeden önce etrafından neyse diyorsun bizde işte burdurdayız yine bu poşet olayı çıktı bir arkadaşım bizden önceki kısa döneme sordu neden boşet diyorlar biliyormusun diye ?

o da şu hikayeyi anlattı bir gün komutan askerlere sakın yemekhaneye çamurlu ayaklarınızla girmeyin demiş kısa dönemlerden biri sen git botuna poşet bağla ve içeri öyle gir ondan sonra bu yayılmış ve bugüne gelmiş.

işin en ilginci Burdurdan bizi Kıbrısa gönderdiler orada 50.Piyade Alayında Bekliyoruz Alay komutanı gelecek bizleri taburlara dağıtacak hepimizle görüşüp ne hikmetse Alay komutanı o gün görüşmek istemedi bizide 1. tabura gönderdiler orda yatacakmışız bizde tabi ilk gittik neyin ne olduğunu bilmiyoruz rütbe hak getire karşımıza bir land ve kırmızı flama hopss dedik ne oluyor 50 kişiyiz Bir adam indi aşağıya herkes şaşırıyor tabi rütbeye bakmak herkesin aklına sonradan geldi inen tabur komutanı Yarbay adamın bize ilk dediği Tepeye bir Atatürk Resmi çizmişler arkasına döndü ve dedi ki bakın oraya Atatürk ne düşünüyor dedi herkes şaşkın şaşkın bakıyor adam demez mi Ah Poşetler sizin askerliğiniz nasıl bitecek diye tabi herkes şok ondan sonra bölüklere dağıtıldık ve poşet kelimesini kısa dönemler olarak birbirmizi kollayarak taburda söyletmedik kimimiz garaj çavuşuyduk kimimiz yazıcı hata yapana nöbet kitliyorduk :girlinlove:

vay be ne günlerdi geldi geçti.

yok mu 307. Kdy burda

Her yanda güz sancısı öpüşmeler var ama nedense hepsi yarım...


#3 kılıç

kılıç

    Sadece KILIÇ...

  • Üyeler
  • 11.484 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:BAŞIMIZ DİK

Gönderim zamanı 23.11.2007 - 21:13

Bitirince güzel geliyor,birde şimdi şafak sayanlara sor...
Bir gün daha geçti ve biz biraz daha yaklaştık;Bizden hiç uzak olmayan ölüme...

#4 Arjantin Cad.-ANKARA

Arjantin Cad.-ANKARA

    Sırdan öte ne var ki

  • Üyeler
  • 18.713 Mesaj
  • Cinsiyet:Belirtilmedi
  • Konum:Edebi metin

Gönderim zamanı 23.11.2007 - 22:33

evet öyle kusenim aradım mersinde asker şafak 63 başka yok diyor :blink:

Her yanda güz sancısı öpüşmeler var ama nedense hepsi yarım...






Benzer Konular Daralt

2 kullanıcı bu konuya bakıyor

0 üye, 2 ziyaretçi, 0 gizli