İçerik değiştir



- - - - -

......


  • Yanıtlamak için giriş yapın
bu konuya 7 yanıt verildi

#1 BAKIMSIZ DEVE

BAKIMSIZ DEVE

    Boş vakti boldur

  • Üyeler
  • 489 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 02.09.2008 - 23:40


62 den tavşan yapmak
Kulaktan kulağa oynamak
Tek ayak üstünde beklemek
Saklambaç oynamak ve maç yapmak
Toprağa, toza, çamura bulanmak
Misket oynamak
Cebinde gazoz kapakları
Dudağında tiz bir ıslık,
(Ya da yeni bir şekilde ıslık çalmaya çalışmak)
Askercilik oynamak
Kızlar evcilik oynarken ne zevk aldıklarını anlayamamak
Koşmak deli gibi ya da sebebsiz gülebilmek katıla katıla

Komşunun kızına aşık olmak
İkide bir balkondan görebilmiyim diye düşercesine sarkmak
Derste isim / şehir, bitki / hayvan oynamak
Eve gelince tekrar balkondan sarkmak
Sınavlara yakayı kaptırmak
Geçilemeyen dersler, sıfırcı hocalar
Kağıttan uçaklar yapmak, balkondan fırlatmak sağa sola
Tekrar balkondan sarkmak

Bir şekilde kazanmak üniversiteyi
Başka şehirlere yolculuk etmek
Farklı insanlar tanımak, insan tanımak
(İnsanlara benzeyen şehirler, şehirlere benzeyen insanlar)
Tecrübe etmek yaşamı
Aşık olmak
Dönem tatilinde EVE GERİ DÖNMEK
Aniden alınan tatil kararları
Ve balkondan tekrar sarkmak

Mezun olmak ve diploma almak
Vatani görevimizi yerine getirmek
Geri dönmek ve iş aramak
Hindi gibi düşünmek
İş bulmak / bulamamak ve tekrardan insanları tanımak
(İnsana benzeyen insanlar, insana benzemeye çalışan insanlar, insana benzemeyen insanlar)
Huzursuz olmak, huysuzlanmak
Balkondan yan tarafa doğru şöyle bir bakış fırlatmak

Sevdiklerinin göçüp gitmesi yavaş yavaş
Üzülmek, korkmak
Uzaklara dalıp dalıp gitmek
Sanki sevdiklerin oradan geliverecekmiş gibi...

Bir Sezen Aksu şarkısına sıkışıp kalmak
Kumsala ulaşmaya çalışan dalga gibi olmak
Sahile şöyle bir dokunup tekrar denize dönmek
Balkonda durup dururken iç geçirmek
Ve belli belirsiz bir melodinin peşinden koşmak
Dönülebilecek bir evin güzelliğini anlamak...

“Özet / Anafikir”

#2 BAKIMSIZ DEVE

BAKIMSIZ DEVE

    Boş vakti boldur

  • Üyeler
  • 489 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 12.09.2008 - 19:06

Şiir içiyorum yıldızlı gecelerin koynunda
Kadehe sarhoş geceler dolduruyorum
Sabahların başı ağrıyor hep...

İçime çekiyorum sevdasını üzümün
Yavaş yavaş dolaşıyor, damarlarıma karışıyor
Nefesim hızlanıyor
Biliyorum...Beni hep bu düşünce sarhoş ediyor...

"Aşk"


Kendime geldiğimde soğuk bir zemin üzerinde çırılçıplak uzanıyordum. Beton, ısınmak için vücudumdan ısı çekiyordu ama gittikçe içimi kaplayan bir uyarı ile buna karşı koymaya çalışıyordum. Uzun bir düşüş olmuştu sanki. Her tarafım sızlıyordu.

Yorgunluk aklımdan nehir gibi bedenime yol alıyordu. Kararsız bir iç sıkıntısı yüreğimi kapladı. Nedenini bilmediğim anlamsız bir sıkıntı... Oysa burada güvendeydim. Ne bir tehdit vardı ne de mücadele etmek zorunda kaldığım herhangi bir durum...

Dışarıda özgürce dolaşmayı, hep birşeyler için varolmayı seviyordum. Ama ne olduysa oldu bu soğuk izbe karanlığa düşüvermiştim.

İçimde oluşan boşluğu doldurmak için seçtiğim yöntem, daha büyük bir boşluk ve acı vererek kaybolmuştu. Ve o kadar ciddiye aldığım herşey bir anda bütün anlamını yitirmişti. Hiçbirşeyi artık o kadar ciddiye alamayacaktım, geri dönersem... Her düşünce mızrak gibi saplanıyordu kalbime ve ağırlığı altında ezilmeye başladım. Ne kadar olduğu kestiremediğim bir süre hiçbir şey düşünmemeye çalıştım. Uğraştıkça daha fazla düşündüm, her seferinde diğerinden daha fazla canım yandı. Zaman kavramını kaybettirecek kadar uzun süredir bu hücredeydim. Kendi kendime girdiğim bu hücre artık bedenimdeki bir uzuvdan farksız olmuştum durağanlıktan dolayı. Odanın kapısı açıktı, pencereden her an içeri ışık sızıyordu. İçeride zorla tutulmuyordum. İstesem istediğim an çıkıp gidebilirdim. Duvarda bir takvim vardı, üzerinde kırmızı kalemle işaretlenmişti birgün. Yanına ufak bir yazıyla not düşülmüştü. “ Shinkoo* ”

Aslında günün birinde çıkmıştım hücreden. Sırf nerede olduğumu anlamak için. Çıktığımda ise bir ormanla karşılaşmıştım. Saçları dağınık birisini andırıyordu. Dalların arasından damla damla sızan ay ışığı vardı. Olduğum yerde bir süre kalakalmıştım. Derin bir sessizlik hakimdi ormana. Ve o gece müthiş bir fırtına kopmuştu sessizliğin hemen ardından. Ağaçların dalları yere değecek kadar eğilmişti selamlar gibi beni. Büyük bir gürültü üzerimden uçup gitmişti. Ve birden yere yığılmıştım, bayılmıştım. Sabaha karşı kendimi bu gizemden kurtararak (kendime gelerek) hücreme geri dömüştüm. Bu ilk ve son çıkışım olmuştu hücremden...

Şu an hücrede başka birisinin varlığını hissettim ama görünürde kimse yoktu. Hücre yine yanlız, yine sessizdi.

Zamanla, “zamanında nerede olduğum, /nereden geldiğim” gibi cevaplar aklımdan uçmaya başlamıştı. Üstelik çok güvendiğim aklım bana böyle bir oyunu nasıl oynayabilirdi? Sanki kimliğime yeni bir kimlik ekleniyor gibiydi.. Sarhoş gecelerden geride kalan sabah ki baş ağrıları, sevgilerin ardından kalan yanlızlık. İşte şimdi hücredeyiz.

Hücremdeki uzun gecelerimde kendimden önce yaşayanları düşündüm durdum ve hücrelerinde yalnız kalanları...Bir insanın çocuğuna bıraktığı değişmez miras genleridir ve çocuğununda çocuğuna bıraktığı yine aynı genlerin farklı dizilimleridir ama onlar aynı genlerdir, kimi çekinik kimi baskın...Demek ki önceden de bu karmaşaları yaşayanlar oldu, demek aynı çıkmaz sokaklarda farklı insanlarda bekledi o hiç gelmeyen treni. Ve her biri kendini farklı sokaklara attılar özgür irade denen şey bu mu?

Bu aklımdaki ses hiç olmadık zamanlarda gelir giderdi. Canım yandı yine...Hiçbirşey düşünmemeliydim.

Artık bu can yangısı öyle durum almıştı ki diğerinden daha güçlü acı veriyordu. Bir yönüyle bunlarda bir nevi alışkanlığa dönmüştü. Tıpkı yaşamak, sevişmek ve sevginin ilerleyen zamanları gibi...

Hücrede birisinin varlığını daha yakından hissetmeye başladım. Etrafıma baktım...Rüzgar doldu içeriye toz bulutunu havalandırdı ve odanın içinde bir nesneye çarpıp tozlar dağıldı. Orada bir şey vardı...

- Kimsin, nesin? dedim

Cevap alamadım ama üzerimde bir ağırlık hissettim...Ayak sesleri yaklaşmaya başladı, hiçbir yere kaçamıyordum olduğum yerde çakılı kaldım. Duvarda asılı olan takvimde işaretlenen gün parlamaya başladı.

Takvimde o gün işaretlendiği anda birşeylerin değişeceğini sezinlemiştim. Hücre bazen insan sesleriyle doluyordu bazen denizin sahile hafif dokunuşu sesi ile dinginleşiyordu..Ve her olan biteni ciddiye almamakta rahatlatmıştı hatta içinde bulunduğum durumu da ciddiye alamıyordum.

İçeride bulunan diğer varlığın konuşmaya niyeti yoktu ve sadece karşıma geçip durdu derin gözlerinden hançer gibi saplanan bakışı belli oluyordu..

Kendi kendime durumun analizini yapmaya çalıştım, çözemediği bir problem karşısında bir ilkokul çocuğunun yaptığı gibi..

- Hücredeyim...Her yer beni üşütmeyen bir soğukla kaplı ve karşımda duran bir şey var...Sen de mi ben istediğim için buradasın?...Sanmam...Böyle birşey istediğimi hatırlamıyorum...Git desem gider mi acaba?...Sen kimsin ?!

Yine cevap alamadım. Gece hücrenin içine yavaşça sokulmaya başladı. İçerideki hava dışarı doğru akmaya başladı ve içerinin havası boğulmaya başladı. Hafif bir ürperti ile içim titremeye başladı ve birden hücre var gücü ile sarsıldı. Duvarlarda hafif çatlaklar oluşmaya başladı ve sanki dışarıdaki ormana alev değmiş gibi bir anda kül olduğunu gördüm pencereden. Ürkmüştüm yerimden doğrulmaya çalıştım zorlukla, birazda başardım aslında. Ama birden yeni bir hareket oldu ve sanki hareketsiz gibi duran o varlık birden geldi ve kafamı olanca gücü ile iterek yerime oturttu. Bu tepki karşısında hem sinirlenmiştim hem de sinikleşmişti hücrenin kapısından koşup kaçma düşüncesi. Bu sefer hiddetlenerek bağırmıştım.

- Kimsin sen ?!!

Sadece karşımda dikiliyordu ve sanki odadan dışarı çıkmamı engellemek için gelmişti. Durumu süzemiyordum bile. Geriye doğru çekildim ve duvarın dibinde dizlerimi göğüsüme çekerek oturmaya başladım. Öfkemden kalp atışlarımı kulaklarımda duyuyordum. Bu arada korkunç bir uğultu odanın üzerinde yankılandı kulaklarımı tıkadım. Sinirle çarpan kalbim bu sefer korku ile çarpmaya başladı. Ve odanın ortasına gelip tekrar dizlerimi göğüsüme çekerek oturmaya başladım. Dışarıya bakmaya da korkuyordum.

Böyle ne kadar zaman geçti bilinmez ama o zaman boyunca odanın içinde kah dolaşıyor kah odanın kapından dışarıya bakacak oluyordum ama bir şekilde ya o adam tarafından yerime oturtuluyor ya da içeriye süzülen bir korku sonrası yere yığılıp kalıyordum, galiba bayılıyordum. Olduğum yerde bir ileri bir geri yürümeye başlamıştım. Bazen canım sıkldığından duvarları tekmeliyor bazen de bir ses duyuyordum sanki bir melek uzaklarda şarkı söylüyor gibi bir name dökülüyordu odaya o zaman odanın yukarıda olan penceresine doğru sıçramaya çalışıyordum görebilmek için ama olduğum yerden hiçbir şeyi göremiyordum.

Bazen odanın içinde tok bir ses dolaşıyordu. O sesin özgüvenli, güçlü ve güven verici bir hali vardı. O sesi duyduğum zaman odada beraber bulunduğum adamı bile yenebileceğime dair bir cesaret buluyordum. Bu iki ses nereden geliyordu?

Böyle bir müddet daha geçti zaman. Günlerden bir gün odanın içindeki adam kolumdan tuttu olduğum yerde beni doğrultu konuşmadığı için ne yaptığını sormamın gereksiz olduğunu anladım. Ama mücadelede etmiyordum. Kendimi tamamen bırakmıştım. Gözlerimi sımsıkı kapadım sanki süpriz bir partiye giden doğum günü çocuğu gibi. Sonra bir yerde durduk. Bana gözlerimi açmamı söyledi. Bende açtım kocaman bir ışık hüzmesinin karşısında duruyorduk. Öyle ki gözlerim kamaştı. Cevap vermeyeceğini zannederek gayri ihtiyari adama sordum.

- Neden buradayız?

Ve ilk defa beni yanıtladı.

- Artık senin gitme vaktin geldi.

- Nasıl yani dedim daha önce gitmeye çalışırken engelliyordum şimdi kendi ellerinle beni kapı dışarı ediyorsun hem ben alıştım odama gitmek istemiyorum geri döneceğim... dedim huysuzlanarak. Sonra o cevap alamadığım soruyu konuşmaya başladığına güvenerek cevap alabilirim belki diye tekrar sordum...Hem kimsin sen?

Durdu ve bana dönerek dedi ki

- Ben senin için edilen duayım. Yani senin duanım.

Sonra kollarımdan tutup beni ışığa doğru fırlattı. Hemde öyle güçlü öyle hızlı fırlattı ki uçmaya başladım. Sonra hatırladığım bir suyun içine düştüm. Birisi kollarımdan tutup beni yukarı doğru kaldırmaya başladı ve suyun içinden çıkarttı. Ne konuşabiliyordum, ne de dengeli bir şekilde ayakta durabiliyordum. Devler ülkesinde bir cüce gibiydim. Beni hemen bir battaniye ile sardılar sonra bir çok insan beni kucağına almış gibi geldi bana. En son beni birisinin yanına götürdüler...Allahım bu ses...Bu ses.. Bir dakika bu o meleğin sesi değil mi? Gözlerimi açtım, göz göze geldik. Allahım nasıl bir varlık ki içim huzurla doldu birden, gülümsedim, başımı göğüsüne yasladım. Ve kulağıma başka bir ses geldi bu da o tok ses içim bu seferde güvenle doldu. Sanki yüksek dağların bile tepesinden bir sıçrama ile geçebilecek gibi güçlü hissettim kendimi..Sonra çok fena yorulduğumu hissettim bu huzur ve güven içinde rahatlıkla uyuyabilirdim artık.
..
..
..

- Kaç sefer erken gelmeye kalktı. Çok şükür zamanında doğdu en sonunda.

Odaya giren doktor doğumun başarı geçtiğini ve kilosunun normal olduğunu söyledi ve tebrik ederek çıktı, içeriden gelen bir diğer çığlığa doğru...

Aslında bu tam bir “ Shinkoo* ” değildi ve beni kürtajla aldırmak istedikleri zamanı atlatarak doğuma kadar bana sabredebilmişlerdi. Teşekkürler.....

( Hiçbirimiz bu dünyaya isteyerek gelmedik elbette ve hatta kimimiz gelemedik kimimiz geldik ve daha sonra koşarak kaçtık buradan ama geldiğimiz dünyada bizim gelmemizi isteyenler vardı onun için geldik biz bu dünyaya...Canın çok fazla sıkılacak olursa ve içinden çıkamadığın problemleri yaşıyorsan, tüm dikkatini ufak bir çocuğa ver, onu dikkatle dinle ve ona dikkatli sorular sor, onunla oyunlar oyna sanki dünyada seni bekleyen herhangi bir sıkıntı yokmuş gibi...Ve o, tekrar o enerjiyi içine dolduracaktır..)

*Shinkoo /Shinkoo suru : İnanmak (japonca)

"ATIK HÜCRE"

Bu mesaj BAKIMSIZ DEVE tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 12.09.2008 - 19:18


#3 BAKIMSIZ DEVE

BAKIMSIZ DEVE

    Boş vakti boldur

  • Üyeler
  • 489 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 07.10.2008 - 18:30

Gözleri kan çanağı gibiydi. Ürktüm geri çekildim. Köşeye sinip sessizce beklemeye başladım. Daha çok dışarıyla ilgilenmeye çalıştım ve gözlerimi pencereden dışarı doğru kaydırdım.

Saat sabahın 5 i...Şehirde karaltılar hareketlendi. Kadın ve erkekler sokağa düşmüşler. Çocukken büyüklerimizin anlattığı ecinnileri hatırlatıyor gölgeler. Küçükken dev gibi gelenlerin yerine geçmişler şimdi. Gece/Gündüz, peşimizden kovalıyor ya nereye götürüyor bizi...Bilinmeyen bir telaş vukuu buluyor bedenimizde..Zihnimizin oyunları olsa gerek gündüz ve gece. Gözümüzde gördüğümüz dünyayı ruhumuza hapis, kullağımıza gelenleri zincir yaparak ve dünyayı istediğimiz gibi anlayarak. Sanatkarın parmakları harpın ucundan indiriyor notaları. Bıraksın aksın gitsin zaman. Olmak istediğim yerdeyim, tarifi mümkün değil.

Sakinleşiyorum zihnimden akan düşüncelerimin düzensizliğiyle. Ona baktım olduğu yerde dikiliyordu. Birazdan yatağına uzanmaya geçti ama onuda uyku tutmadığını biliyordum.

Üzerime hışımla atıldığı zamanlar çok nadirdi. Ama bir defasında beni aldığı gibi bir ormanın en kuytu yerine götürmüştü korkmuştum ama sesimi çıkarmadım. Karanlığın içinde bir yere bıraktı beni sonra sırtını dönüp gitmişti. Karanlıkta çiçek bile açsa çok korkutucu oluyordu. Dağın eteklerine kadar yürüdüm. Kuru dalların çıtırtısı ayağımın altında, yürürken ayaklarıma dolanan elimi çizen çalılar akıyordu etrafımdan. Sessizlikte sadece adımlarımın sesini ve arada öten baykuşun sesi duyuluyordu ve galiba hızla çarpan kalbim (ya da bana öyle gelmiş olabilir). Sonunda dağın eteklerine vardım. Amacım vahşi hayvanlar gibi çıkabildiğim en yüksek tepeye çıkarak kendimi güvene alabilmekti. Yukarıya tırmanmadan önce arkama bakmak istemiştim. Geriye döndüğümde parlayan bir çift göz görmüştüm. Derin bir nefes alarak yürümeye başladım. Dar bir patikadan ilerledim önce ağaçlar giderek seyrekleşti. Bir müddet sonra ağaçlar bitti ve dağın üzerine beyaz bir kefen gibi sarılmış karın üzerinde olduğumu hissetmiştim. Ayaklarım bata çıka yürümüştüm çıkabildiğim kadar yukarıya çıkmak istiyordum. Bir müdde sonra buzun üzerine geldiğimi hissettim. Kaymamak için bazen emekler vaziyette yukarı doğru ilerliyordum. Nihayet ne kadar sürdü bilmiyorum ama en tepeye vardığımda ilginç bir netice olarak orada onu gördüm tekrar. Yüzünde beni sorgular gibi bir hal vardı. Kalbim yanmış, içim çekilmişti. Elimden tuttu ve boşluğa doğru bir adım attık sadece ve bir boşluğun içine düşmüştük ikimiz birden. Geriye nasıl döndüğümüzü ben hatılamıyorum. O da bana anlatmaz ve çok fazla konuşmaz zaten benimle, bende sormaya çekinirdim. Nadir zamanlarda bana bir soru sorar ve benden bir cevap duymayı beklemeksizin sırtını döner giderdi.

Bir müddet sonra nefesi dışarı çıkarken etrafta yükselen hırıltısını duydum. Bana öyle bir bakış fırlattı ki hemen başımı çevirerek bu bakıştan kaçtım. Sonra bana sırtını dönerek uzanmaya devam etti. Bu bakışı, bu hareketi bana yabancı değildi.

Bir defasında yine beni elimden tutup bir kayığa bindirmişti. Bana uzun gelen bir süre boyunca yol aldık. Hatta öyle yol aldık ki başımı geriye çevirip baktığımda karayı göremedim sanki bir okyanustu burası kayığın yan tarafına doğru eğilip derinliğine bakmak istemiştim. Su berraktı hatta öyle ki neredeyse yüzen balıkları görüp tanıyabilecek kadar. Ben su ya bakarken kayığın ön tarafı kum üzerinde biraz ilerledi ve durdu. Bana dönüp öyle bir bakmıştı, belli kayıktan inmemi istiyordu. Bende bakışlarımı ondan kaçırarak suyun içine attım kendimi ve suyun içinde biraz yürüdükten sonra adanın toprağına ulaştım. Sonra bana sırtı dönecek şekilde kayıkla geri döndü. Ada bakire gibi önüme uzanmıştı. İlerlemeyi düşündüm sonra geriye dönerek baktım, kayık yoktu, kaşla göz arasında bir anda kaybolmuştu. Bende adayı keşfe başladım. Sahilden iç kısımlara doğru yürümeye başladım. Yemyeşil bir yerdi burası ve alabildiğine huzur veriyordu içime. Onun yanında bazen kendimi esir gibi hissediyordum. Biraz uzaklaşmam iyi bile geldi. Bir tepeciği aştıktan sonra kulağıma akarsu sesi geldi. O tarafa yöneldim tatlı su pınarıydı. Eğildim kana kana içtim. Başımı kaldırdığımda sudaki aksimin yanında bir akis daha gördüm. Öyle bir güzellikti gözlerimi alamadım. İçlerinden hayat, enerji, neşe fırlayacakmış gibi pırıl pırıl gözler. Dip diri canlı bir mizaç. Bu nasıl bir güzelliktir aklım almadı bir süre. Sonra yansımanın aslına bakmak için başımı çevirdim, o benden uzaklaşmaya başlamıştı bile. Koşarak peşinden gittim. Yakalayabildim sonunda. Tutup kendime doğru çevirdim. Böyle hızlı davranırken birden benden korkmasından çekindim ama yine de çevirdim. Sudaki yansımadan daha güzeldi. Elini tuttum. Sonra adayı dolaştırmaya başladı ve yanında bu ada tam huzur, mutluluk adeta cennetten bir köşe gibi gelmişti. Bana gözlerimi kapamamı söyledi ve seslenesiye kadar açmamamı istedi. Ben de ona uydum. Elini elimden çektiğini hissettim. Boşlukta sağa sola elimi uzattım onu arar gibi. Sonra sesini duydum. Gözlerimi açabileceğimi söyledi. Gözlerimi açtım sahildeydim ve o tam karşımda dikilmiş beni sorgular gibi yüzüme bakıyordu. Kayığa aldı beni. Geri dönüş yolu boyunca o sesi ve onu geçirip duruyordum içimden. “biz ikiz olmalıyız” diye düşündüm ve hissettim. Birden geldiğimiz yeri gördüm içimde inanılmaz derecede geri dönme arzusu vardı. Ama dönemiyordum. Bu yarayı göğüsümde şimdiye kadar taşıdım ve taşıyorum.

Biraz sesli mi düşünmüştüm. Başını bana çevirdi ve gözlerime bakıyor bu sefer anlayamadığım bir şekilde bana şevkat mi duyuyor anlayamadım, bana bakışı değişti. Ama bu sefer bende gözlerimi kaçırmadan ona doğru bakabildim. Bu kafeste ikimizden başka kimse kalmamıştı artık. Birden kafes üzerime kapandı sanki kayboldum, galiba boğuldum.
...
...
...
....
...
.
.
.

Güneş çekildi, ay göründü. Ay çekildi, yıldızlar göründü. Sular çekildi, toprak göründü. Toprak kurudu, mevsim yaşlandı. Zaman çekildi, ruh göründü. Kalp yandı, ruh çekildi.

Uzun uzun gönlündeki fotografa baktı. Sonra dışarıya.. Ay öyle parlıyordu ki gökyüzünde hiçbir yıldız görünmüyordu. Hatta öyle geldi ki şehrin karanlığını bile aydınlığa çevirecekti sanki. Pencereden bakınca görülen, evin karşısındaki boş arazide inilti duyuldu. Bedenimiz ne kadar ruhumuza kale gibi gerilsede o da biliyordu ki içindeki aydınlığı ne kadar yoketmeye çalışasa da herzaman içimizdeki aydınlık dışımızdaki karanlıktan fazla.


"BENİ SEVEBİLİR MİSİN?"

Bu mesaj BAKIMSIZ DEVE tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 07.10.2008 - 19:08


#4 BAKIMSIZ DEVE

BAKIMSIZ DEVE

    Boş vakti boldur

  • Üyeler
  • 489 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 07.10.2008 - 18:58

Dün gece, geç saatlerde bir gölge evin odalarını dolaşıyordu. Peşine takılacak oldum. Korktum iyice sindim. İyice sindim yatağın içine. Biraz zaman geçince uyuyup kalmışım. Sabah erken açtım gözlerimi.

“ Erken kalkmayı ne zaman adet edindin ?”

Başımı çevirdim sesin geldiği yöne doğru. Ses odanın karanlık köşesinden geliyordu. Seste sanki gülen, neşeli, dalga geçen bir eda vardı. Birden yatağımdan fırlayıp ışığı yaktım. Oda da sadece ben vardım. Sonra korkudan titremeye başladım.

Sabah seni okula küçük dadın bırakacaktı. Sen galiba çok alışmıştın ve o gece dadınla gidebilmek için bacağıma sarılıp ağlamıştın. Dadın yetimdi ve üniversitede okuyordu. Üniversitenin ilk senesinde trafik kazasında hem annesini hem de babasını kaybetmişti. Bizimde tesadüf eseri yollarımız kesişti. Kaldığı evin payına düşen kirasını veriyor, okul masraflarını karşılıyor, harçlık veriyordum. O da seni okuldan alıyor ve sana bakıyordu. Geceleri ben geldiğimde, bir kahve molası veriyorduk sen oynarken. Çok hoş sohbet, muhabbet bir insandı. Hınzır ve hırçın bakışları altında gizleyemediği bir mahçubiyeti vardı. Çoğu zaman bu yetim kalmasından dolayı mı diye düşünmüşümdür. Ama her şeye rağmen kararlı direkt hedefe yönelen bir yapısı vardı. Konuşması bile öyleydi. Daha sonra da tanıdık taksici çağırır evine bıraktırırdım. Çevreden herhangi bir söz gelmesin diye çok gerekmedikçe ben ne almaya giderdim ne de eve bırakmaya. Dadın çok iyi bir insandı.

Sen uyuduktan sonra bende çalışma odama çekilmiştim. Bir süre sonra elimdeki işe dalmıştım arkamdan bir şeyin geçtiğini hissettim. Ardıma baktım kapı kapalıydı. Yanına gelmek için yerimden doğruldum. Kapının kolunu indirdim kapı kilitliydi. Ama ben kapıyı kilitlememiştim. Sonra senin odanın kapısının açıldığını duydum, deliye dönmüştüm kapıyı daha hızlı açıp kapamaya başladım. Kapıyı tekmeledim. Nefesim yettiği kadar bağırdım. Sonra yorulup bir kenara oturdum. Bir müddet sonra senin odanın kapısının kapandığını duydum. Yerimden doğruldum, tekrar kapının kolunu indirdim kapı açıktı. Sabah sana bu hakkında soru sorduğumda da ne olduğunu anlamaz bir biçimde yüzüme bakıp olduğun yerde dikildin. Dadına bana açıldığından daha çok açıldığından dadına sordurttum. O da bana her akşam yatmadan önce annenin resmine bakıp uyuduğunu söyledi. Bende galiba o halini görmemi istemediğin için öyle yapıyorsun zannetim. Bir kaç sefer bu konuyu seninle konuşmaya çalıştım. Galiba biz birbirimizden bir dönem fazlaca kopmuşusuz o mesafeyi nasıl katedeceğimide bilmiyordum. Konunun çok fazla üzerine gitmedim daha sonra.

Bir gece arkadaşlarla yemeğe çıkmıştık. Biraz içmiştik. İlerleyen saatlerde başka masada arkadaşlarıyla gelmiş başka bir gruptan bir kadınla birkaç sefer göz göze geldik. Bakışlarımızın süresi uzamaya başladı. Samimiyetin, içkinin dozunu her an aşabileceği noktaya gelmeye başlamıştık. Güzel bir kadındı. O gece vamp bir kıyafet vardı üzerinde. Tanıştık, daha sonra beni evine davet etti, gittim. Birkaç kadeh daha içtikten sonra ikimizde gevşemeye başlamıştık. Müzik pencereden dışarı sızıyordu, biraz daha yaklaştık birbirimize. Sonra kuvvetlice evin duvarına birinin vurduğunu işittim.

“ Yan taraftaki komşun galiba sesten rahatsız oldu” dedim gülerek.

Fakat yan taraftaki dairenin boş olduğunu söyledi. Bende yanlış duyduğumu düşünerek biraz daha yaklaştım. Bu sefer diğerinden daha şiddetli sanki ev yıkılacak gibi dört bir yandan ve üst üste duvarlara vuruluyordu.

“ Bu ses nereden geliyor?” dedim.

Yüzüme soru sorar gibi baktı. Sesi sadece ben duymuştum. Sonra açık duran pencere hızla çarptı. Yerinden doğruldu "cereyan yaptı" deyip kapatmak için kalktı. İçime tuhaf bir korku, bir ürpeti girdi birden. Sanki ev üzerime yıkılacak gibiydi. Yerimden doğruldum ve gitmem gerektiğini söyledim. (Ama kartvizitimi koltuğa düşürmüşüm. Daha sonra bir kaç defa daha görüştük ve sadece arkadaş olarak kalmayı tercih ettim) Mümkün olan en hızlı şekilde evden ayrıldım. İçim rahatladı birden. Sanki üzerime gelen o duvarlar açılmış ve bende nefes almıştım. Eve döndüm, o gece dadının bizde kalmasını istemiştim ve saat epey geç olmuştu. Kapıdaki anahtar şıkırtıma dadın kalktı, kapıyı açtı. Üzerimde alkol ve kadın parfümü kokusunu aldığına eminin. Bir süre konuştuk o odasına çekildi ben de çalışma odama geçtim. Bir süre oturup aklımı toparlayabilmek için. Pencereden dışarıyı izlerken dalıp gitmişim. Odamın kapısından bu sefer daha açık gördüğüm bir ışık hüzmesi geçti. Ama başımı çevirdiğimde kapı yine kapalıydı. Kapıya doğru gittim kapı yine kilitliydi. Koltuğa oturdum, başım dönüyordu biraz sonrada orada sızmışım.

Sabah dadına sorduğumda senin ben gelmeden önce uyuduğunu ben geldikten sonra kendisininde uyuduğunu söyledi. İçime tuhaf bir şüphe düştü. Akşam alışkanlığımın tersine bu sefer senin odana yakın olan ve kapısı olmayan odaya geçtim. Ve sen uyuduktan sonra en karanlık yerine saklandım. Işık hüzmesi yine önümden geçti fakat bu öyle bir ışık ki çok yoğun olduğu halde gözlerimi acıtmadı. Ama ışığı tutanında kim olduğunu göremedim. Senin odana süzüldü, bir müddet sonra bende peşinden gittim. Sessizce kapıyı araladım ve onu gördüm. Şevkatle saçlarını okşuyordu ve sevgisinin sıcaklığı gözlerinden ruhuna doğru yol alıyordu sanki. Tüm vücudum titremeye başladı. Başını bana çevirdi, sus işareti yaptıktan sonra gülümsedi ve birden yok oldu. Ben olduğum yere zincirlenmiş gibi çakıldım kaldım, kımıldayamadım. Sanki tüm vücudumdaki faaliyet “duraklat” düğmesine basılmış gibiydi. Uzun süre çakılı kaldım olduğum yerde. Neden sonra toparlanabildim. Eşimi yani anneni göreceğim aklıma gelen en son şeydi. Seni doğururken vefat etmişti. Bende bunun suçunu birazda sana yükledim galiba. Bütün gece kendime gelemedim. Sabahta işten izin aldım, dadına da izin verdim, o günü seninle geçirdim. Ne kadar da annene benziyorsun.

Daha sonra ki günler seninle daha fazla ilgilenmeye çalıştım ama daha öncede dediğim gibi aramızdaki mesafe epey açılmıştı galiba ve ben o mesafeyi nasıl katedeceğimi bilemiyordum. Hemen hemen her gece o ışık seni ziyaret ediyordu. Sen uyuduktan sonra ben de peşinden geliyordum ama hiçbir zaman o geceki gibi net göremedim bir kaç sabah yatak odamda hissettim sanki ama sadece o kadar.

Sen lisedeyken bile ben o ışık hüzmelerini görüyordum. Üniversite gittiğinde de devam etmiştir muhakak çünkü ben, sen eve tatile geldiğinde görüyordum tekrar. Ve gelmeni bir yönden de onu tekrar görebilmek için istiyordum. Fakülteni bitirdin başarıyla. Kendi paranı kazanmaya başladın. Ve bence artık seninde hayatının manasını bulma vaktin geldi diye düşünüyorum. Benim için sakın üzülme.

Sana söyleceğim son bir şey var... Bütün çocuklar her yaşta anne babasının reyhanıdır. Reyhan sevildikçe daha çok, daha güzel kokar...
...
...
...
...
...

Elindeki mektubu avucundan uçacakmış gibi sıkıca tuttu. Çalışma masasının ilk çekmecesideki mektubu dadısı bu sabah vermişti. Zarfta ismi yazılıydı gideceği zaman olarakta “ölümümden sonra” yazılıydı. Mezarın yanındaki taşa oturmuştu. Babasının mezarının yanındaki taşa. Gözleri nemlendi ve sonra mırıldandı dudaklarından dökülen kelimeler

“ Çocuk her yaşta anne babasının reyhanıdır”


( Doğmuşlar gibi doğmamışlarda anne babalarının reyhanıdır ) (Sevmek biz canlılar içindir, sevmekten korkma )

“REYHAN”

#5 BAKIMSIZ DEVE

BAKIMSIZ DEVE

    Boş vakti boldur

  • Üyeler
  • 489 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 07.05.2009 - 20:26

Henüz gün ışığının bu ormandaki her çalıya dokunmadığı saatlerdir bunlar. Uzaktan eğrile büğrüle akan nehir sesi herdaim duyulur. Fakat henüz uyanmadı orman o tatlı rüyadan. Ben masal anlatıyordum akasyaya, salkım söğüt can kulağıyla dinliyordu eğilerek yerlere kadar. Hiçbir hayalimiz henüz tevkif edilmemiş, hiçbir türkümüz sürgüne gönderilmemiş ve masallarımıza mutlu sonlardan başka son eklenmemişti. Dimağımız açık, bir yelkenli misali yol alabilirken, gönlümüz okyanus kadar derin...Sevdiğimiz hep derinlerde muhafaza ettiğimiz inci gibiydi (hep derinlerde muhafaza ettim bende). Ve yaşam denen vesvese henüz yataklarımıza düşmeden bir adım daha atabildim olduğum yerden. Ne var ki yakalandım. Zannetmeyin ki yeni bir kelam çıkıyor dimağımdan. Asırlardır aynı sözler dolaşıyor semalarda. O inciye söylenmeyen sevgi sözleri zebani gibi yapışıyor boğazıma.

Beynin kıvrımları, engebeli ve sarp, engin yarlardan bir demet...Ve çeşitli mağaralar mevcut hiç içine girilmemiş/girilememiş. Hiç aydınlanmamış odalar mevcut. O ”inci” düşünce bir düşüncenin içine aydınlanıyor girilmez mağaralar ki bu, kendi kudreti değil göğüsünden fırlıyor ışık yukarılara.

Göğüsündeki azgın dalgalarla boğuşuyor bir adam. Yoruluyor, yoruluyor, gittikçe sinikleşiyor mücadelesi ve düşüyor içine yorgunluğun. İşte şimdi hepimiz o azgın dalgalarla boğuşup kıyıya vuran Gulliver gibi cüceler tarafından esir alınmayı bekliyoruz. Ceplerimizde bize bile büyük gelen duygularla vuruyoruz kıyıya. Ya da G. SAMSA gibi bir böceğe “dönüşüm”ümüzü başlatacağız. Ağaç yapraklarının, haylaz çocukların saçları gibi dik dik olduğu bu adada nereye dönersen aynı melodi. Kendi ellerimizle ördüğümüz duvarlar Çin Seddi gibi. Son tutulum gökyüzünde, toz gibi serpilmiş yıldızların içinde... Hani bahsediliyor ya yürek tutulması.... Bulmalı şimdi seni...

“Vicdan / Gönül / Aşk / İnsanlık”

#6 BAKIMSIZ DEVE

BAKIMSIZ DEVE

    Boş vakti boldur

  • Üyeler
  • 489 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 22.06.2009 - 09:54

Bir cümleden bir mısra olur mu?
Olur elbet.
Bir gülümsemeden bin mutluluk
Bir damla yağmurdan bin bereket

Bir renkten gökkuşağı olur mu?
Olmaz.
Her çiçek, faklı renkten, farklı kokudan
Hepsi bir arada başka güzel
Kavgasız, gürültüsüz kokuları birbirine karışarak

Bir adımdan uzun bir yolculuk çıkabilir mi?
Neden olmasın?
Sevgiye bir adımdan bin ömür yaşamak
Bir bakıştan bir aşk
Bir nefesten bir hayat.

Bir umutla yaşayabilir mi insan?
Yaşayabilir.
Bir taşa takılıp tekrar ayağa kalkarak
Düştüğünde bile şanssızlığına gülümseyerek

Bir tek aşktan doğar kocaman sistemler
Bir nefeste soluksuz dönebilir evrenler...
Kanat çırpışında, her adımını atışında
Ya da dikildiği yerden
Bir dünya taşıyabilir her varlık

Bir elle kavuşabilir mi tüm insanlar birbirine?
Kavuşabilir elbet.
Bir iyilikle bir dua
Bir dua ile yaşamlar dönebilir cennete.

Yeter ki yaşa, yeter ki hisset
Bir cümleden bir mısra
Bir mısradan şiir bile yazabilirsin.

“Tekil Dönüşüm“

Tümdengelimin olmadığı zamanlarda

Bu mesaj BAKIMSIZ DEVE tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 22.06.2009 - 10:00


#7 BAKIMSIZ DEVE

BAKIMSIZ DEVE

    Boş vakti boldur

  • Üyeler
  • 489 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 21.08.2012 - 22:17

Bayram yanımızda olan ve olmayanların ziyareti ile daha da güzel olurdu ben çocukken. Gerçi son yıllarda ben de genele uyup kendi halime çekilmeye başladım artık yaşam kaygısı, hayatın zorluğunu bahane edip...Belki bu toplumsal bunalımdan bana yansıyandır onu da bilemiyorum...

Bayramlarda arefe veya birinci gün genelde kabir ziyaretlerine giderdik. Ben çocuk olduğumdan etrafta ilgimi çeken herşeyin peşinden koşardım herşey keşfedilmeye değer, herşey ilginçti. Yaşam ya da dünya diyelim keşfedilmeye değer bir oyuncaktı. Zaman akıp geçti, şimdi o zaman ki büyüklerimin yaşına geldim.Gönlümün eleğinden süzülenler, gönlümde deprem etkisi yapanlar, hatırladıkça beni mutlu edenler...Yine de yaşamadım diyemem çok şükür...

Bu bayram kabir ziyaretine giderken öyle bir yanlızlık hissi doldu ki içime "dünyaları koysam dolduramam" diye geçti içimden. Öyle bir duygu ki içim dışım boşalıverdi birden.Geçen yıl ki kaybımızın başına geldik (Son zamanlar da zor zamanlarda geçirdik yine de çok şükür). Mezarın yanına gelince sessizlik çöktü içime. Dualar okudum içimden ve hüzün çöktü gönlüme... Yan tarafımdaki mezarın mermer basamağına oturdum. Sessizlik hem içimde hem de dışımda dolaşıyordu. Bir an gözüm mezarın üzerinde dolaşan bir karıncaya takıldı. Hızlı hızlı ilerliyordu, acelesi mi vardı ne? Bir an okulda bana anlatılan o döngü geldi aklıma. Bizi toprağa karıştıran o döngü. Bizi toprağa karıştıran daha doğrusu bizi doğaya karıştıran o döngü...Belki şu karıncada bile sevdiklerimden birşeyler vardır ya da şu hemen biraz ilerimde duran şu ağaçta, içime çektiğim havada bile belki sevdiklerimden birşeyler vardı. Bu nasıl bir döngü ki hiçbir şekilde sevdiklerimiz kaybolmuyor. Yolda yürürken yanından bilmeden geçtiğimiz çimen, çiçek, karınca, gökyüzünde uçan kuş ve hepsi bir doğanın içinde kimbilir kimlerin sevdikleri hep etrafımızda dolaşıyor...

Şimdi daha rahatım. İçimi dolduramayan dünyalar var elbette ama etrafımda kimbilir kimlerin sevdikleri var. Yaşıyoruz ya işte öylesine...Herşey yoluna girecek dedim içimden...


"DÖNGÜ"

Bu mesaj BAKIMSIZ DEVE tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 21.08.2012 - 22:25


#8 BAKIMSIZ DEVE

BAKIMSIZ DEVE

    Boş vakti boldur

  • Üyeler
  • 489 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 21.08.2012 - 22:18

Bayram yanımızda olan ve olmayanların ziyareti ile daha da güzel olurdu ben çocukken. Gerçi son yıllarda ben de genele uyup kendi halime çekilmeye başladım artık yaşam kaygısı, hayatın zorluğunu bahane edip...Belki bu toplumsal bunalımdan bana yansıyandır onu da bilemiyorum...

Bayramlarda arefe veya birinci gün genelde kabir ziyaretlerine giderdik. Ben çocuk olduğumdan etrafta ilgimi çeken herşeyin peşinden koşardım herşey keşfedilmeye değer, herşey ilginçti. Yaşam ya da dünya diyelim keşfedilmeye değer bir oyuncaktı. Zaman akıp geçti şimdi o zaman ki büyüklerimin yaşına geldim.Gönlümün eleğinden süzülenler, gönlümde deprem etkisi yapanlar, hatırladıkça beni mutlu edenler...Yine de yaşamadım diyemem çok şükür...

Bu bayram kabir ziyaretine giderken öyle bir yanlızlık hissi doldu ki içime "dünyaları koysam dolduramam" diye geçti içimden. Öyle bir duygu ki içim dışım boşalıverdi birden. Kaybımızın başına geldik. Mezarın yanına gelince sessizlik çöktü içime. Dualar okudum içimden ve hüzün çöktü gönlüme... Yan tarafımdaki mezarı mermer basamağına oturdum. Sessizlik hem içimde hem de dışımda dolaşıyordu. Bir an gözüm mezarın üzerinde dolaşan bir karıncaya takıldı. Hızlı hızlı ilerliyordu, acelesi mi vardı ne? Bir an aklıma okulda bana anlatılan o döngü geldi aklıma. Bizi toprağa karıştıran o döngü. Bizi toprağa karıştıran daha doğrusu bizi doğaya karıştıran o döngü...Belki şu karıncada bile sevdiklerimden birşeyler vardır ya da şu hemen biraz ilerimde duran şu ağaçta, içime çektiğim havada bile belki sevdiklerimden birşeyler vardı. Bu nasıl bir döngü ki hiçbir şekilde sevdiklerimiz kaybolmuyor. Yolda yürürken yanından bilmeden geçtiğimiz çimen, çiçek, karınca, gökyüzünde uçan kuş ve hepsi bir doğanın içinde kimbilir kimlerin sevdikleri hep etrafımızda dolaşıyor...

Şimdi daha rahatım. İçimi dolduramayan dünyalar var elbette ama etrafımda kimbilir kimlerin sevdikleri var. Yaşıyoruz ya işte öylesine...Herşey yoluna girecek dedim içimden...


"DÖNGÜ"





Benzer Konular Daralt

  Konu Forum Konuyu Açan İstatistikler Son Mesaj Bilgisi

5 kullanıcı bu konuya bakıyor

0 üye, 5 ziyaretçi, 0 gizli