Çok öven, metheden manasına gelen kelime dini bir telmih taşır ve Peygamberin övücüsü manasında kullanılır. Daha sonraları taklitlerle hikaye anlatan manasını kazanmıştır.Meddah bugünkü tek kişilik tiyatroların başlangıcı sayılabilir.
Eski ozanlarla onların devamı saz şairlerini hatırlatan meddah, hikaye anlatıcısı demektir. Meddah, kıssahan şehnamehan ve mukallit kelimeleri ile eş manada kullanılmıştır. Meddahlık, hikaye ve taklit yapma sanatıdır. Meddah, bir sandalyeye oturarak dinleyicilerine hikaye anlatır. Bu hikayelerin bir kısmı anonim eserlerdir; bazılarının yazarları bellidir. Karagöz ve Ortaoyunu’nda görüleceği üzere günlük hayat hadiseleri, masallar, destanlar, hikaye ve efsaneler meddahın repertuarına girerler.
Çok şahıslı bir tiyatro eserinin tek artisti hüviyetindeki meddah, Doğu ve İslam memleketlerinin çok eskiden beri tanıdığı bir şahıstır. Onun sözlü ve yazılı muhtelif kaynaklardan gelen hikayelerinde irtical ve hikayeciden hikayeciye göze çarpan değişme, halk edebiyatı niteliğini teşkil eder.
Anadolu ve Rumeli Türkleri’nin eski edebi hayatında meddahlığın çok büyük bir yeri vardır; çünkü, bizde halk hikayeciliğini temsil edenler, asırlardan beri, meddahlar olmuştur. Halk kahvehanelerinden saraylara kadar her sınıf ve seviyede insanlara mahsus toplantı yerlerinde aranan ve sevilen, hikayeler, taklitler, nüktelerle her sınıf halkı eğlendiren bu hikayeciler, edebiyat tarihimiz için çok mühim bir mevzudur.
Meddah hikayenin kahramanlarını kendi yöresinin dili ve şivesiyle konuşturan insandır. Bu konuşmaları arka arkaya, hata yapmadan ve zaman kaybetmeksizin yürütme kabiliyetine sahip olan meddah, Karagöz ve Ortaoyunu’nda yer alan yerli Türkleri mesela, Kastamonuluyu, Kayseriliyi, İmparatorluğumuza dahil, Arab’ı, Arnavud’u, Ermeni, Rum, Yahudi gibi azınlıkları: İstanbul’un muhtelif tiplerini; mirasyedi, zübbe, muhtekir, fahişe vb. dramatik bir sahne halinde ortaya koyar. Elindeki mendil, sesini değiştirip, çeşitli konuşmaları taklit edebilmek için ağzına istediği şekli vermekte kullanılır. Kısa sopası, kapı çalma veya sert vuruşları ifade için lüzumludur.Okumanın gelişmediği, dinlemenin rağbet gördüğü zamanlarda Osmanlı Sarayında şehirlerde, kasabalarda, ramazan gecelerinde, sünnet düğünlerinde, kahvehanelerde bu sanatı sürdürürdü.
Bizim sonraları meddah dediğimiz halk hikayecilerine Araplar kussas ve Acemler yine aynı manaya gelen kıssa-han derler ki bu tabir meddah kelimesinin umumileşmesinden önce, Türkler arasında da epey zaman yaşamıştır. Daha İslam medeniyeti tesirinin Türkler arasında yerleşmesinden önce, bilhassa göçebe hayatı yaşayan Türk zümrelerde de halk hikayeciliği vazifesi Ozan’lara aitti. Ellerinde kopuzlar ile diyar diyar dolaşarak, daha sonra İslam medeniyeti tesiri altında Aşık-saz şairi adını alan bu ozanlar, eski menkıbevi kahramanların hatıralarını terennüm ederlerdi.
Meddah hiç şüphesiz bütün şark ve İslam memleketlerinin ilk ve iptidai temaşasıdır. Öyle bir temaşa ki perdesi, sahnesi, dekoru, esvapları yani her şeyi ve her şeyinin mükemmeliyeti olan şahsında meddahın zekasına, malumatına ve söz söylemekteki kabiliyetine bağlıdır. Meddahların, yan yana gelmesine münasebet olmayan şeyleri açıkça makul ve münasip bir tarzda yan yana getirerek halkı şaşırtmak ve bu suretle umumi alakayı arttırmak gibi müracaat ettikleri birçok usulleri, vasıtaları vardır.
Meddahlığın şarka münhasır olmasının en mühim sebebi ise şarklıların yaratılıştan sahip oldukları diğer bir meziyetleri dinlemek kabiliyetleridir.Garp dinlemeyi değil konuşmayı sever. Karşılıklı konuşma tabiat ile hikayenin en büyük düşmanıdır.Garpta herkes söyler. Fakat pek az dinleyen vardır. Samiinden biri duyduğu cümleye cevap hazırlamakla bir diğeri ise edeceği itiraza bir girizgah aramakla meşguldür. Şarkla meddahların halk indinde itibar sahibi olmalarının başlıca sebebi okuyup yazmak bilmeleridir. Zira bu onlara o zaman ekseriyet karşısında daima bir üstünlük temin eder.
Meddahları görüyoruz ki Yemenlilerin söz söylemelerini en ufak farklara kadar, hiç bir noktayı terk ve ihmal kadar, hiç bir noktayı terk ve ihmal etmeyerek aynı mahreçler üzerinde tamamıyla taklit ediyorlar.
Ehdazlıları, Zencileri, Habeşistanlıları, Senet ve Horasan ahalisinin söz söylemelerini de tamamıyla taklit ederler. Ve bu hususta o kadar muvaffak olurlar ki kendileri bu saydığım kimselerin lisanlarında daha tabii görülürler.
Kekeme kimselerin taklidine gelince: denebilir ki bunlar yer yüzünde bulunan kekelerin konuşmalarında ne kadar tuhaflık varsa bunların hepsini bir dilde, kendi dillerinde toplamışlardır.
Kıssahanların okuduğu ve meddahların anlattığı hikayelerin umumiyetle edebi ve ahlaki kıymetleri vardır.
Evvelce üsluba ve mevzulara çok itina olunurmuş. Failleri meçhul olan bu gibi eserlerin umumi bir surette zaptı kabil olsa her halde kıymetleri pek kolay meydana çıkar. Mevcutlardan ise, pek perakende olmaları itibariyle ve tabı olundukça lisan yenileştirildiğinden ne yazık ki, büyük bir istifade kabil değildir.
Yalnız bariz olarak göze çarpan bir nokta var. O da bu eserlerin ekserisinde ilhamın doğrudan doğruya Türk menbalarından alınmış olmasıdır.
Meddahların kahvelerde oyun göstermeleri 16.yüzyılın ikinci yarısında kahvelerin açılmasıyla başlar.
Bazı belgeler meddahların belirli zümrelere hitap ettiğini göstermektedir. Sarayda musahip ve nedimler bu görevi üstlenmişlerdir. Dördüncü Muradın nedimi Tıflı ilk önemli meddah sayılır. Hikayelerini hep aynı modelle verir. Tıflı meddahların piri olarak tanınır. Gerçekçi ve mahalli oyunları dramatize eder.
Tıflı Ahmet çelebi, dördüncü Murad devrinin pek dikkate şayan bir simasıdır. Tıflının boyu gayet uzun olduğundan Evliya çelebiye göre kendisinin lakabı leylek imiş.
İkinci Murad zamanında Hacı kıssahan isminde bir meddahın mevcut olduğu anlaşılıyor.
Fatihin sarayında da Mustafa adlı bir kıssahan ile Balaban Lal ve Ömer adlı iki nedimin mevcut olduğu 883 senesine ait bir mevacip defterinden anlaşılıyor.Bu devirde kıssahan Ivaz isminde bir meddah daha varmış
İkinci Selim zamanında ki nakkaş Hasan ve Çok yedi reis isminde iki nedim olduğu bilinmektedir.Üçüncü Murad devrinde meddahlık pek rağbet bulmuş bir sanattır. Sahte bir tasavvuf kılığı altında saklanarak kerametler taslayan sokak şeyhlerine inanacak kadar saf gönüllü ve aklınca vahdet-i vücut meslekine kail olan Sultan üçüncü Murad, kıssa-han ve meddahlara pek meraklı idi. Kendisinden bahseden tarihçiler, onun bu merakını ehemmiyetle kaydetmişlerdir.
Meddah Eğlence isminde bir meddah da bu devirde pek şöhret bulmuştur. Hatta bir rivayete göre üçüncü Murad Eğlencenin hikayelerini hemen kamilen dinlemiş olduğundan yeni hikayeler tertibi için münasip birinin bulunmasını ister. Bu suretle Cenani isminde bir şair bu hizmetle tavzif edilir.Cenani tertip ettiği hikayeleri güzelce yazdırıp tezhip için bir müzehhibe verdiğinde meddah Eğlence müzehhibi ikna ederek hikayeleri öğrenir ve birer birer padişaha nakleder.Bu neticeden bihaber olan Cenani eserini üçüncü Murada takdim ettiği zaman hikayeler naşenide olmadığı için ümit ettiği mükafatı göremez.
Bu devirde Lalın kaba lakaplı Bursalı Seyyit Mustafa çelebi ve derviş Hasan adlı iki kıssahan daha mevcuttur.Bu devirde meddahlığın halkın her sınıfı arasında büyük bir rağbete mazhar olduğuna, başka bir noktai nazardan, parlak bir delil teşkil eden, ezher cihet dikkate yanaşır, bir fıkra daha kaydedebiliriz.
1250’de Ceride nazırı olan şair Süleyman Faik efendi mecmuasında bu meddah Tıflı hakkında:
“iptidai zuhuru devleti Osmaniye’den devri Murad hanı rabia kadar meddah olup olmadığı meçhul olduğuna nazaran meddahların pir ve pişkademi tarihlerin yazışına göre Tıflı efendi olmak iktiza eder” diyor ki bidayetten beri kaydettiğimiz malumattan bu sözlerin ne derece mübalağalı olduğu görülür.
Görüldüğü gibi halkın temaşa ihtiyacını tatmin eden meddahlar hakkında mevcut bilgiler öneme layık olmakla beraber kafi derecede değildir.Bu zamana kadar olduğu gibi son devir meddahları hakkında da ne yazık ki belli bilgilere sahip değiliz.
Şimdi eski tarzı takip eden meddahlar umumiyetle iptida ellerini çırparak ve “Hak dostum hak” diye söze başlıyorlar. Hikayede mevcut taklitleri sıraladıktan sonra başlangıçta bir kıta okunuyor:
Sühansazı gülistanı nezaket
nihali goncesi bağı zarafet
Söyledikçe sergüzeşti verir bezme letafet
Dinle imdi bendei acizden bir hoş hikayet
Bu şiirler okunduktan sonra derhal hikayeye başlanıyor. Mebde malum:
raviyanı ahbar ve nakilanı asar ve muhaddisanı ruzgar şöyle rivayet ve buguna hikayet ederki...
Bu sözlerden sonra hikayenin güzeran ettiği yer ve hikaye kahramanlarının ismi söyleniyor. Fakat her türlü iştibahın önünü almak için:
“isim isime, kisip kisbe, semt semte benzer, geçmiş zaman söylenir yalan gerçek vakit geçer.”
Hikaye bittikten sonra da:
bu kıssadır. Bir mecmua kanarına kaydolunmuş. Biz de gördük söyledik.
Sakıya sohbet kalmazmış baki
her ne kadar sürçü lisan ettikse affola, inşallah gelecek defa daha güzel bir hikaye söyleriz. Tarzında bir hatime ile bitiyor.
20.yüzyıl meddahları arasında Aşki, Borazan Tevfik, Tevfik Bey, Şükrü Efendi, İsmet Efendi, Kadri, Sururi, Tahsin Efendi en önde gelenleridir. Bu meddahlardan sonra tiyatromuzda daha ziyade taklitlerle meddahlık denemesi yapan aktörleri meddah saymak zordur.
Meddah gerçek bir mizah ve taklit ustasıdır. Her anlatışında yeni bir oyun çıkarır. Seyirci ile arasında yakın bir münasebet kurulmuştur. Seyirciden gelen tepkiye göre anlatışını derhal değiştirebilir.
Vakalar ya İstanbul’da geçer veya yolculuklarla istanbula bağlanır. Olağanüstü durumlar, rüya alemi, masal unsurları da zaman zaman bu hikayelerde görülür. Masallar, halk hikayeleri ve karagöz metinleri ile benzerliği açık olan metinlerde devrin idari yolsuzlukları da motif olarak geçer.