Bu arkadaşın kendi fikirleri. Dolayısıyla kimseyi bağlamamalı. Diğer arkadaşları bilmem ama ben basit ve saçma buldum.Ayrıyetten forum yöneticilerine de bir gönderme yapmadan geçemiycem. Konu açılışında düzeltme yapamış olmaları beni üzdü. Arkadaş kanıttır diyerek direk hüküm yapmış ve bu hüküm yöneticiler tarafından kabullenilmiş olmalı ki düzenleme olmamış.
Kuran'daki Çelişkiler
#461
Gönderim zamanı 07.08.2006 - 23:54
#462
Gönderim zamanı 10.10.2006 - 05:25
Yine bunun gibi Kalem Suresi’nde, Kur’an’ın bir “öğüt” olduğuna dair şu yazılıdır: “...Kur’an, alemler için ancak bir öğüttür” (Kalem Suresi, ayet 52). Buna benzer bir ayet Müddessir Suresi’nde aynen şöyledir: “Şüphesiz Kur’an bir öğüttür; dileyen kimse öğüt alır...” (Müddessir Suresi, ayet 53-54). Söylemeye gerek yok ki, “öğüt” olan bir şeyin zorlamayla ilgili olmaması gerekir. Oysa bu aynı Kur’an’da, Kur’an ‘a uymayanların “kafir” olarak cehennemi boylayacakları bildirilmiş ve onlara karşı savaş açılması emredilmiştir. Örneğin, Hud Suresi’nde şöyle yazılıdır: “Hangi topluluk (Kur’an ‘ı) inkar ederse yeri (cehennem) ateşidir” (Hud Suresi, ayet 17). Bakara Suresi’nde de şu korkutucu hüküm var: “Allah dini (İslam) ortada kalana kadar onlarla savaşın” (Bakara Suresi, ayet 193). Nisa Suresi’nde de şu ayet var: “...Allah yolunda göç edinceye kadar onlardan hiçbirini dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirterse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün ve hiçbirini dost ve yardımcı edinmeyin” (Nisa Suresi, ayet 89). Görülüyor ki, bir yandan Kur’an’ın “öğüt” niteliğinde olduğu söyleniyor, diğer yandan da Kur’an’a uymayanların (müşriklerin, münafıkların) “yok edilmeleri” emrediliyor. Apaçık bir çelişme var ortada!
Yine aynı şekilde olmak üzere Fussilet Suresi’nde, kişilerin kendi davranışlarında özgür oldukları ve bu davranışların sorumluluğu altında bulundukları şu şekilde belirtilmektedir: “Kim iyi bir iş yaparsa faydası kendisinedir, kim kötülükte bulunursa zararı kendisinedir” (Fussilet Suresi., ayet 46). Ancak, bu aynı Kur’an’da kişiyi doğru yola sokanın ya da saptıranın Tanrı olduğuna dair sayısız ayet var. Örneğin, İsra Suresi’nde şöyle deniyor:
“Tanrı kimi doğru yola eriştirmişse, doğru (yolda) olan odur ancak. Kimi de saptırmışsa, sen ona, Tanrı ‘nın dışında dostlar bulamazsın. Böylelerini biz, kıyamet günü yüzlerinin üzerinde olacak biçimde toplayacağız. Birer kör, dilsiz, sağır olarak... Varacakları yerse cehennemdir...” (İsra Suresi, ayet 97).
Yine bunun gibi Araf Suresi’nin 178. ayeti şöyledir:
“Allah kimi hidayete erdir irs e, doğru yolu bulan odur. Kimi de şaşırtırsa, işte asıl ziyana uğrayanlar onlardır” (Araf Suresi, ayet 178).
Görülüyor ki, kişiyi doğru sola sokan ya da şaşırtan (saptıran) Tanrı’dır ve Tanrı, kendi şaşırttığını (saptırdığını) cehenneme atmak, ziyana uğratmaktadır. Yani Tanrı, kendi davranışlarıyla çelişkili iş görmüş olmaktadır. Yukarıdaki ayetlerin her biri, kendi içerisinde çelişkiyle dolu!
Yine aynı şekilde Enam Suresi’nin 125. ayeti şöyledir:
“Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini İslamiyete açar, kimi de saptırmak isterse... kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah inanmayanları küfür bataklığında kılar” (Enam Suresi, ayet 125).
Dikkat edileceği gibi ayetin ilk tümcesinde, “Müslüman”ya da “kafir” olmanın, kişi iradesine değil, Tanrı iradesine bağlı bir şey olduğu bildiriliyor. Yani Tanrı dilediğini doğru yola sokup Müslüman yapmakta, dilediğini de saptırıp “inanmayan “lardan kılmakta! Ancak, bu aynı ayetin son tümcesinde, Tanrı’nın, inanmayanları küfür bataklığına attığı yazılı. Yani Tanrı, hem dilediği kişiyi saptırıyor ve “kafir”lerden yapıyor hem de cezalandırıyor: sanki suç kişiye aitmiş gibi! Kuşkusuz ki bu iki tümce birbirleriyle çelişkili!
Bunun gibi, Fatır Suresi’nde “Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola eriştirir...” (Fatır Suresi, ayet 8) diye yazılı. Yani Tanrı, dilediği gibi kişileri saptırıyor ve onları inkarcı duruma sokuyor. Ancak, bunu söyleyen Tanrı, inkarcı kıldığı bu kişileri cezalandırdığını şöyle açıklamakta:
“Ayetlerimizi yalanlayanları, hiç bilmeyecekleri yerden yavaş yavaş helake götüreceğiz” (Araf Suresi, ayet 182).
Aynı şey Nahl Suresi’nde de tekrarlanmakta:
“Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet yapardı. Ama o istediğini saptırır, istediğini doğru yola eriştirir. İşlediklerinizden, an-dolsun ki, sorumlu tutulacaksınız” (Nahl Suresi, ayet 93; ayrıca bkz. Fatır Suresi, ayet 8; Müddessir Suresi, ayet 31, 42 vd...).
Yani Tanrı, dilediğini ‘saptırıyor ve dilediğini doğru yola sokuyor. Böylece onlara irade özgürlüğü tanımamış oluyor. Fakat, buna rağmen “...İşlediklerinizden, andolsun ki, sorumlu tutulacaksınız!” diyerek onları, sanki özgür irade yoluyla hareket etmişler gibi, mükafatlandırıyor ya da cezalandırıyor.
Yine aynı şekilde, Rad Suresi’nde şu var: “Allah dileseydi bütün insanları doğru yola sevk ederdi” (Rad Suresi, ayet 31). Yani Tanrı, istemiş olsaydı bütün insanları doğru yola sokabilecekken, sokmamış, kimini inkarcı kılmıştır; ama buna rağmen inkarcı kıldıklarını, “Kahrolası insan! Ne inkarcıdır!” (Abese Suresi, ayet 17) diyerek lanetlemektedir.
Yine İsra ve Yasin surelerinde, kişilerin irade özgürlüğüne sahip olarak iş gördükleri, iyiliği ve kötülüğü kendi davranışlarıyla seçtikleri bildirilmekte ve şöyle denmekte:
“Kitabını oku, bugün kendi hesabını kendin göreceksin. Kim yola gelirse kendi lehine yola gelmiş ve kim saparsa kendi aleyhine sapmıştır” (İsra Suresi, ayet 13-15).
“Kıyamet günü yaptığınız şeylerin karşılığı verilir...” (Yasin Suresi, ayet 54).
Ancak, bir başka yerde Tanrı’nın, insanlardan bir kısmını cehenneme atmak için yarattığını, ayrıca da cehennemi insanlarla dolduracağına dair kendi kendine söz verdiğini, hatta yeminler ettiğini bildiren ayetler vardır. Örneğin, Araf Suresi’nde, “Andolsun, biz. cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışındır...” (Araf Suresi, ayet 179) diye yazılıdır. Secde Suresi’nde de şu ayet vardır: “Biz dileseydik herkese hidayet verirdik, fakat cehennemi tamamen cin ve insanlarla dolduracağıma dair benden söz çıkmıştır” (Secde Suresi, ayet 13). Şimdi soralım: Eğer Tanrı, insanlardan birçoğunu sırf cehennemlik olmak üzere yarattıysa ve cehennemi insanlarla doldurmak konusunda kararlıysa, bu takdirde “Kim yola gelirse kendi lehine yola gelmiş ve kim saparsa kendi aleyhine sapmıştır... Kıyamet günü yaptığınız şeylerin karşılığı verilir...” şeklinde konuşması, çelişki yaratmaktan başka bir şey olmaz mı? Bu konuda birkaç örnek daha verelim:
Yunus Suresi’nde, “(Allah) dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı... Allah’ın izni olmadan hiç kimse inanamaz...” (Yunus Suresi, ayet 99-100) diye yazılı. Yani “inanan”lardan olmak, Tanrı’nın isteği ve izniyle olan bir şey; ama buna karşılık NahI Suresi’nde, kişi, kendi davranışından dolayı sorumluymuş gibi gösterilmekte:
“Yaptıklarınızdan dolayı mutlaka sorguya çekileceksiniz” (Nahl Suresi, ayet 93).
Şura Suresi’nde kişi, özgür iradeye sahipmiş ve kendi davranışlarının sorumluluğu altındaymış gibi gösterilmekte:
“Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizin yaptığı işler yüzündendir” (Şura Suresi, ayet 30).
Mürselat Suresi’nde, benzeri nitelikte bir diğer hüküm şöyledir: “(Allah’ı) Yalanlamış olanların o gün vay haline! Allah’a karşı gelmekten sakınmış olanlar, elbette (cennette) gölgeliklerde ve pınar başlatandadırlar...” (Mürselat Suresi, ayet 40-41).
Ancak, Kehf Suresi’nde bunun zıddı olan bir hüküm var ki, kişinin Özgür iradeye ve sorumluluğa sahip olmayıp, Tanrı’nın keyfine tabi olduğunu bildirmekte:
“...Allah’ın doğru yola eriştirdiği kimse hak yoldadır. Kimi de saptırırsa artık ona, doğru yolu gösterecek bir rehber bulamazsın” (Kehf Suresi, ayet 17).
Görülüyor ki, burada Tanrı, doğru yola erişmenin ya da doğru yoldan sapmanın kişi iradesine değil, Tanrı iradesine bağlı olduğunu bildirmekte!
Yine bunun gibi Kur’an’ın çeşitli surelerinde Tanrı’nın insanları, sırf kendisine ibadet etsinler diye yarattığı yazılıdır. Örneğin, Zariyat Suresi’nde, “Cinleri ve insanları, yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım...” (Zariyat Suresi, ayet 56-58) denilmektedir. Ahzab Suresi’nde, Tanrı’ya ibadet edenlerin Tanrı tarafından büyük bağışlamalara ve mükafatlara (ecr’e) kavuşacakları bildiriliyor (Ahzab Suresi, ayet 35; ayrıca bkz. Tevbe Suresi, ayet 112; Secde Suresi, ayet 15-17). Mü’min Suresi’nde Tanrı’nın şöyle konuştuğu yazılıdır:
“Rabbiniz, ‘Bana kulluk (ibadet), edin ki, size karşılığını vereyim. Bana kulluk (ibadet) etmeyi büyüklüklerine yediremeyenler, alçalmış olarak cehenneme gireceklerdir’ buyurmuştur” (Mü’min Suresi, ayet 60).
Dikkat edileceği gibi, bu ayetlerle Tanrı, kişileri kendisine ibadet ettirmek için onlara bir karşılık vereceğini söylemekte; yani onların ibadetine muhtaçmış gibi bir durumda. Çünkü, muhtaç olmamış olsa onların kendisine ibadet etmelerine aldırmazdı. Ancak, bunları söyleyen Tanrı, insanların ibadetine muhtaç olmadığını söylemekten geri kalmaz: “Ey insanlar! Allah’a muhtaç olan sizsiniz. Zengin ve övülmeye layık olan ancak odur” (Patır Suresi, ayet 15). Yorumcuların bildirmesine göre bu ayetin anlatmak istediği şey şudur: “Din ve ibadet Allah’ın ihtiyacı değil, insanların ihtiyacıdır... (Allah) sizin ibadetinize muhtaç olmadığı gibi, bütün ihtiyaçlarınızı tatmin edebilecek kudrete de maliktir...”’ Evet, ama eğer Tanrı, insanların kendisine ibadet etmelerine muhtaç değil idiyse neden kalkıp, “Cinleri ve insanları, yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım...” (Zariyat Suresi, ayet 56-58) diye konuşsun?
Yine aynı şekilde Kur’an’ın pek çok yerinde, Tanrı’ya ve peygamberlerine baş eğmeyen nice kavimlerin Tanrı tarafından yok edildikleri yazılıdır; ama bunu yapan Tanrı, yok ettiği bu kavimleri imandan uzak kılanın yine kendisi olduğunu söylemekten geri kalmaz; örneğin, “Allah kime hidayet verirse, işte doğru yolu bulan odur,..” (İsra, Suresi, ayet 97) ya da “Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi... Allah’ın izni olmadan hiç kimse inanamaz. (Allah), akıllarını kullanmayanları murdar (inkarcı) kılar” (Yunus Suresi, ayet 99-100) ya da “Alemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” (Tekvir Suresi, ayet 29) ya da “Allah dileseydi onlar ortak koşmazlardı...” (Enam Suresi, ayet 107) diyerek çelişki üzerine çelişki yaratmaktan geri kalmaz. Daha başka bir deyimle, hem bir yandan, “Ben dileseydim yeryüzündeki insanların tamamını iman edenlerden yapardım” demekte hem de inananlardan yapmadığı kimseleri, biraz daha imansız yaparcasına “(Allah), akıllarını kullanmayanları murdar (inkarcı) kılar” diye konuşmaktadır.
Yine bunun gibi Kur’an’da, herkese, kendi çalışmasının karşılığının verileceğine dair ayetler var ki, bunlardan biri şöyle:
“Bilsin ki, insan için kendi çalışmasından başka şey yoktur. Ve çalışması da ileride görülecektir. Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir...”(Necm Suresi, ayet 38-41).
Burada geçen “çalışmasından” sözcüğünün aslı “sa’y”dır ki, insanın emeği, çabası anlamına da gelir. Her ne kadar bu ayeti “insan başkasının suçu ile sorumlu olmaz” şeklinde anlamak mümkünse de,,
l Elmalılı Hamdi Yazır. Hak Dini, Kur’an Dili, Bedir Yayınevi. İstanbul 1993 c 5, s.3984.
aynı zamanda “İnsan kendi emeğinin karşılığını alır” anlamına da gelir ki, Türkçedeki “tiden gelen öğün olmaz, o da vaktinde gelmez”2 şeklindeki meseli andırır. Bu yukarıdaki ayetin bir benzeri şöyledir:
“...Her biri için de yaptıkları amellerden dereceler vardır, bu da hiç hakları yenmeyerek bütün amellerini kendilerine tamamen ödemek içindir.., “ (Ahkaf Suresi, ayet 19).3
Burada anlatılmak istenen şey, insanlardan kiminin amellerinin karşılığının dünyada, kimininkinin de ahrette ödeneceğidir.4 Hatta bu doğrultuda olmak üzere, Muhammed’in, “Deveni bağla da öyle tevekkül et” ya da “Amellerin derecesi niyete göredir” şeklinde konuştuğu söylenir. Bütün bunlardan anlaşılan odur ki, herkes, kendi emeğinin karşılığını alır, yani kendi rızkını kendi çalışmasına göre sağlar. Ancak, bu aynı Kur’an’da, rızkın kişilerin kendi gayret ve çalışmalarının ürünü olmayıp, Tanrı’nın keyfine göre verildiğine dair ayetler var ki, bunlardan bazıları şöyledir:
“Allah rızık verirken kiminizi diğerlerine üstün tutmuştur” (Nahl Suresi, ayet 71).
“Dünya hayatındaki geçimlerini aralarında böldük ve bazılarını bazılarından üstün kıldık” (Zuhruf Suresi, ayet 32).
Yukarıdakilere benzer örnekler sayısız denecek kadar çok. Fakat, şeriatçılar için Kur’an’da, “çelişki” diye bir şey yoktur; söz konusu bile olamaz. Onlar, aklın alamayacağı bir “mantık”la çelişkileri “çelişki” değilmiş gibi göstermekte pek beceriklidirler. İlerideki bölümlerde bu konuları örnekleriyle inceleyeceğiz.
Yukarıda değindiğimiz ve daha ileride daha da geniş olarak değineceğimiz gibi, Kur’an, bu yukarıdakilere benzer çelişkilerle doludur. “Neden dolayı bu çelişkiler yer almıştır Kur’an’da?” diye sorulacak olunur-
2 Elmalılı H. Yazır, aynı eser, c.7, s.4611.
3 Çeviri Elmalılı H. Yazır’ındır. Diyanet Vakfı çevirisinde şöyle: “Herkese işlediklerinin karşılığı verilir. Kendilerine haksızlık yapılmaz... “ (Ahkaf Suresi, ayet 19).
4 Elmalılı Hamdi Yazır, aynı eser, c.6, s.4351.
sa, bunun yanıtını ayrı bir bölüm olarak ilendeki sayfalarda vereceğiz ve göreceğiz ki, Kur’an’daki çelişkiler, esas itibariyle Muhammed’in günlük siyasetinin gereksinimlerinden doğmuştur.
Fakat, gerçek olan şu ki, şeriat eğitimiyle yoğrulmuş kişiler, Kur’an’da çelişki olabileceği ihtimaline asla yer vermezler. Kur’an’da çelişki olabileceğini söylemek ya da düşünmek bile, onlara göre günah sayılır. Bundan dolayıdır ki, birbirine ters düşen, birbiriyle çatışan hükümleri aynı zamanda benimsemekten geri kalmazlar. Örneğin, bir yandan Kur’an’ın “Dinde zorlama olmaz” şeklindeki ayetine sarılmış olarak İslamın hoşgörü dini olduğunu haykırırlarken, diğer yandan bu aynı Kur’an’ın “Müşrikleri nerede görürseniz öldürün “ şeklindeki emrini yerine getirmeye hazırdırlar. Bu iki hükmün birbiriyle çeliştiğinin farkında değildirler. Fark etseler de aldırış etmezler ya da “Çelişkiler bize göredir, Allah’a göre değil!” diyerek kendi kendilerini avuturlar.
Yine bunun gibi Enam Suresi’nin 106. ayetinde “...Puta tapanlardan (müşriklerden) yüz çevir...” (Enam Suresi, ayet 106) diye yazılı. Bu ve benzeri emirlere uyarak Müslüman kişi, kendi öz anasını, babasını ve yakınlarını dahi (eğer müşrikseler) “kafir” bilip, onlardan yüz çevirmeye hazırdır. Çevirirken de Muhammed’i örnek bilir; çünkü, vaktiyle Muhammed, kendi öz anası Emine’ye, müşrik olarak öldü diye mağfiret dilememiş, “Tanrı bana ananı için mağfiret dileme izni vermedi” demiştir. Ve işte Müslüman kişi, farklı inançta olanlara, örneğin “müşrik”lere karşı (velev ki, bunlar kendi anası, babası ya da hısımları olsun) mağfiret dilemezken ya da müşrikleri öldürmek isterken, İslam şeriatının “hoşgörü” dini olduğunu söylemekten geri durmaz! Söylerken de, müşrikleri “müşrik” yapanın yine Tanrı olduğunu bildiren şu hükmü ağzında gevelemekten usanmaz: “Allah dileseydi, onlar puta tapmaklardı (Allah’a ortak koşmazlardı)...” (Enam Suresi, ayet 107). Yani bu ayetlere göre, Tanrı, hem kişileri “müşrik” kılıyor hem de onlardan yüz çevrilmesini emrediyor olduğu halde, şeriat eğitiminden geçmiş kişi, birbirine ters düşen, birbiriyle çelişen bu hükümleri, hiçbir güçlüğe düşmeden kabul eder. Yine bunun gibi Enam Suresi’nin 125. ayetinde yer alan, “Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini İslamiyete açar. kimi de saptırmak isterse... kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah inanmayanları küfür bataklığında kılar” (Enam Suresi, ayet 125) şeklindeki hükmü de rahatlıkla benimser. Oysa bu ayet, biraz önce belirttiğimiz gibi birbiriyle çatışan iki tümceden oluşmakta. Birinci tümcede insanların “Müslüman” ya da “kafir” olmalarının, doğrudan doğruya Tanrı’nın keyfine ve dileğine bağlı bir şey olduğu; ikinci tümcede ise, Tanrı’nın “kafir” kıldığı kimselerin, yine Tanrı tarafından küfür bataklığına atıldığı bildiriliyor. Kuşkusuz ki, bu, çelişkiden başka bir şey değil. Ancak, şeriatçı kafa yapısında olan bir kimse, Kur’an’ın Tanrı ağzından çıkmış sözler olduğuna inandığı için, bu kitapta çelişki diye bir şey olamayacağını düşünür; çelişki diye bir şey kabul etmez. Kur’an’daki çelişkileri “çelişki” olarak görmez; çelişkili görünen hükümlerde, olsa olsa “hikmet var.
turan dursun
#463
Gönderim zamanı 12.10.2006 - 08:37
Zamanı ile kurtuluş savaşında biz müşriklerin çoğunu öldürdük. Kötü mü yaptık?
Peygamber efendimiz dönemde babalar, oğullarına müslüman oldular diye görülmedik işkenceler yapıyolardı. Emin ol o dönem insanları bunu sonuna kadar haketti. Tek taraflı bakmak seni bi yere ulaştırmaz. O dönem işkencelerini bil. Ona göre yorum yap bence. Müşrikler müminleri ele geçirdiklerinde "Ya din değiştir ya recmederiz" diyorlar. Bu ayetler boşa gelmiş değil. Allah'tan günün birinde anlamanı dilerim sayın agnosist.
Bu mesaj mithrandir tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 12.10.2006 - 09:25
#464
Gönderim zamanı 12.10.2006 - 08:46
Elmalılı da sağlam bir tercüman değil zaten. Eğer okumak istersen Ali Bulaç daha doğru bir çeviri yapmış. Yorumsuz. Sade. Günümüz tükçesiyle.
Bu mesaj mithrandir tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 12.10.2006 - 09:24
#465 Ziyaretçi_jakobe_*
Gönderim zamanı 14.10.2006 - 20:29
*islam'a saldırmak için mut'a nikahını bile savunan:" muta nikahı kadının islam öncesi arap kadınının özgürlüğünün örneğidir, fakat muhammed bu sistemi , kadının özgürlüğüne yer veren bir sistemdir diyerek kaldırmıştır. diyen adam Turan dursun
*Hz. Muhammedin kız çocuklarını gömülmesini yasaklamasının sebebini kadına değer vermesi değil müslüman sayısının azalmasını engellemek oluğunu söyleyenb adam : Turan Dursun.
*Cinsel ilişkiden sonra yıkanmak erkeğe emredilmiştir.çünkü erkeğin tenasül uvzu bile kadınınkine nazaran daha temiz,kutsal,şerden korunmalıdır" diyen adam Turan Dursun.
*Kadınla sevişmese bile erkek sadece sarılsa bile yıkanmalıdır, çünkü kadın pistir,şerden ibarettir, ona dokunan yıkanmalıdır . diyen adam Turan dursun.
Allahı inkar etmedeki akıl dolu bilimsel deneyi (!) bir kova suyun içine fırça batırıp duvara serpiştirmek olan. Duvarda suyun şekli değişince de " Yaşasın tanrı yoktur. Duvarda suyun şekli kendillğinden değişti. Demek ki evren de böyle varoldu" diyerek Allahın varolmadığını ispat (!) eden adam Turran Dursun.
Cennet anaların ayağı altındadır sözü ile yaptırmak istediği şeyin kadınların kocalarına iyi bakmalarını ve bol bol çocuk yapmalarını istediği içindir diyen adam T. Dursun
Allah insanları bağnazlık ve taassuptan uzak, temeli akıl ve bilim olan önyargıdan uzak , akıl ve ruh birlikteliğiini iç dünyasına yansıtabilenlerden eylesin.
Bu mesaj jakobe tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 14.10.2006 - 20:41
#466
Gönderim zamanı 16.10.2006 - 03:44
NİSA-82.
KUR,AN da çelişki yoktur kendisi söyler zaten şimdi bizde hasbelkader olmadığını
göstereceğiz.
De ki: "Eğer ben yanılırsam, yalnız kendi adıma yanılırım. Ve eğer hidayeti bulmuşsam, bilinmeli ki Rabbimin bana vahiy vermesiyledir. Çünkü O, yakındır, işitir, işittirir."
SEBE-50.
İnkar edenler iman edenlere, "Yolumuza uyun da sizin günahlarınızı yüklenelim" derler. Halbuki onların günahlarından hiçbir şey yüklenecek değillerdir. Şüphesiz onlar kesinlikle yalancılardır.
ANKEBUT-12.
Açıklama.Hakkı inkar edenlerin bu "sözleri", inananlara karşı tavırlarını gösteren bir mecazdan başka bir şey değildir. "Her zaman olduğu gibi" parantez içi açıklamasını eklememin sebebi budur ve şu anlama gelir: Kişinin "insanın kavrayış alanı dışındaki şeylere" (ğayb) inanmasından -bu örnekte Allah'ın varlığına inançtan- doğan manevî yükümlülüğünü inkar edenler, kural olarak, başkalarında da benzeri bir yükümlülüğe ve inanca hoşgörüyle bakmazlar. Böylece, "günah" kavramının sözde geçersizliğini müstehzî ve kibirli bir şekilde savunarak müminleri kendi düşünce tarzlarına çekmeye çalışırlar.
Burada çelişkinin ç si bile yok aslında çelişki görmek isteyen kendi kendine soru
soruyor kendi cevap veriyor Ayet leri dikkatli ve sağduyu ile kişi okursa cevabı zaten Ayetler veriyor. Devam edecek.
MUTA.
#467
Gönderim zamanı 16.10.2006 - 05:54
Evrimsel yaratılışa inanan çevrelerin göz ardı ettikleri önemli bir konu, Allah'ın farklı yaratma şekilleridir. Allah insandan ve hayvandan çok farklı yaratılışa sahip canlıları da var etmiştir. Melekler ve cinler bu canlıların başında gelmektedir.
İkişer, Üçer, Dörder Kanatlı Melekler.. Melekler Allah'ın emrinden çıkmayan varlıklardır. Ayetlerde meleklerin yaratılışı şu şekilde tarif edilir: 'Hamd, gökleri ve yeri yaratan, ikişer, üçer ve dörder kanatlı melekleri elçiler kılan Allah'ındır; O, yaratmada dilediğini arttırır. şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir.' (Fatır Suresi, 1)
Melekler insanlardan farklıdır
Ayette geçen ifadeden de anlaşıldığı üzere, melekler görünüm itibariyle insanlardan çok farklıdırlar. Nitekim Allah yukarıdaki ayette 'O yaratmada dilediğini artırır' ifadesiyle de farklı yaratış şekillerine dikkat çekmiştir.
Meleklerin Allah'ın emrinde ve Allah'a karşı itaatli varlıklar oldukları ise ayetlerde şöyle bildirilir: 'Göklerde ve yerde olan ne varsa, canlılar ve melekler Allah'a secde ederler ve onlar büyüklük taslamazlar. Üstlerinden (her an bir azab göndermeye kadir olan) Rablerinden korkarlar ve emrolundukları şeyi yaparlar.' (Nahl Suresi, 49-50)
'Ey iman edenler, kendinizi ve yakınlarınızı ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır; üzerinde oldukça sert, güçlü melekler vardır. Allah kendilerine neyi emretmişse ona isyan etmezler ve emredildiklerini yerine getirirler.' (Tahrim Suresi, 6)
Meleklerle ilgili bilinmesi gereken bir diğer önemli gerçek ise insandan önce meleklerin yaratılmış olmasıdır. Nitekim Allah ilk insan olan Hz. Adem'i yaratacağı zaman bunu meleklere bildirmiş ve onlara Hz. Adem'e secde etmelerini emretmiştir.
Aynı zamanda Allah Hz. Adem'e meleklerden farklı bir ilim vermiş ve ona eşyanın isimlerini öğretmiştir. Melekler ise bu ilmi bilmemektedirler. Bütün bu gerçekler Kuran'da şöyle bildirilmektedir:
'Hani Rabbin meleklere: 'Muhakkak ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim' demişti. Onlar da: 'Biz seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?' dediler. (Allah:) 'şüphesiz sizin bilmediğinizi ben bilirim' dedi. Ve Adem'e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: 'Eğer doğru sözlüyseniz, bunları bana isimleriyle haber verin' dedi. Dediler ki: 'Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.' (Allah:) 'Ey Adem, bunları onlara isimleriyle haber ver' dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: 'Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da ben bilirim.' Ve meleklere: 'Adem'e secde edin' dedik. iblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kafirlerden oldu.' (Bakara Suresi, 30-34)
Ateşten Yaratılan Cinler
Melekler gibi cinler de insanlardan farklı bir yaratılışa sahiptirler. Allah insanın balçıktan, cinlerin ise ateşten yaratıldığını aşağıdaki ayetlerde şöyle haber verir:
'Andolsun, insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık. Ve Cann'ı da daha önce 'nüfuz eden kavurucu' ateşten yaratmıştık.' (Hicr Suresi, 26-27)
Allah Kuran'da insanların ve cinlerin yaratılış amaçlarını da bildirmektedir. Konuyla ilgili ayet şöyledir: 'Ben, cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım.' (Zariyat Suresi, 56)
Açıkça görüldüğü gibi, insanlar ve cinler farklı varlıklardır. Yaratılış amaçları ise aynıdır; yalnızca Allah'a ibadet etmek.
Kuran'da dikkat çekilen bir diğer nokta ise aynı meleklerde olduğu gibi cinlerin de insandan önce yaratılmış olmalarıdır. Çünkü Allah Hz. Adem'i yarattığı zaman meleklere ve iblis'e ona secde etmelerini emreder. Ardından da iblis'in cinlerden olduğunu şöyle açıklar.
'Hani meleklere: 'Adem'e secde edin' demiştik; iblis'in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi, böylelikle Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Bu durumda Beni bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır. (Bu,) Zalimler için ne kadar kötü bir (tercih) değiştirmedir.' (Kehf Suresi, 50)
Allah için yaratmak çok kolaydır, hiçbir sebebe gerek duymaksızın yoktan var edendir. Cinleri ve melekleri nasıl farklı şekillerde ve yoktan var ettiyse, insanı da evrime gerek olmadan, ayrı bir varlık olarak yoktan var etmiştir. Aynı durum hayvanlar ve bitkiler gibi diğer canlılar için de geçerlidir. Allah bu canlıların hiçbirini evrimleştirmeden, yani türleri başka türlere dönüştürmeden bir anda yoktan var etmiştir. Aralarda yaşanan safhalar ise, daha önce belirttiğimiz gibi Allah'ın dünya hayatının bir imtihan yeri olması dolayısıyla yarattığı sebeplerdir. Ama bunların hiçbir şekilde evrimci tesadüflerle, başıbozukluklarla ilgisi yoktur. Her biri Allah'ın kudreti ve hakimiyetiyle meydana getirdiği kusursuz sistemlerin bir sonucudur
KUR,AN Sure ve Ayetlerine kendi kafasına göre yorum yapıp yine kendi kişisel
yorumunu Arapça bilmeden Arap dili filolojisini bilmeden islam ve dinler tarihini
okumadan insan yanlış yapar veya çarpıtır. Devam edecek.
MUTA.
#468
Gönderim zamanı 16.10.2006 - 20:25
Sayın sparkplug un sorusu bu şimdi cevap.
Enam-14.
De ki: "Hayat veren ve hiçbir şeye muhtaç olmayan O dururken (11) göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allah'tan başka birini mi dost edineceğim?" De ki: "Ben, Allah'a teslim olanların öncüsü olmakla emrolundum, Allah'tan başkasına ilahlık yakıştıranlar arasında bulunmakla değil".
AÇIKLAMA.
De ki: "Hayat veren ve hiçbir şeye muhtaç olmayan O dururken (11) göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allah'tan başka birini mi dost edineceğim?" De ki: "Ben, Allah'a teslim olanların öncüsü olmakla emrolundum, Allah'tan başkasına ilahlık yakıştıranlar arasında bulunmakla değil".
İşte "göklerin ve yerin yaratıcısı" olan Allah hem bütün fıtratları yapar yaratır, hem de onların tayin edilmiş olan devamları ve birbiri ardısıra kesilmeksizin sürmeleri için muhtaç oldukları doğal ihtiyaçlarını da bahşeder, lutfeder. Ve kendisi her ihtiyaçtan uzaktır. Bu yaratma ve ihsanına karşı kullarından, yarattıklarından hiçbir fayda maksadı gözetmez. Ancak ikinci durumda ebedî rahmetine ulaşmakla onları gadabından korumak için kendine, emirlerine ve hükümlerine teslim olmayı ve uymayı ister.
Ey Muhammed, De ki: Bana, müslümanların (Allah'a nefsini teslim etmekle ihlâs üzere uyanların) birincisi olmam emredildi. "Ve sakın Allah'a ortak koşanlardan olma" buyuruldu. Bana bu emir ve yasak son derece kesin ve kat'îdir
Burada şunu açıklamakta fayda var "MÜSLÜMAN" ne demektir ondan sonra yazmak daha faydalı olacaktır.
Müslüman, Allah`a ve Allah`in birligine,Hz.Muhammed (s.a.v.)`in son peygamber olduguna inanan,Allah`in emir ve yasaklarini,Hz.Muhammed (s.a.v.)`in tavsiyelerini uygulayan kisilere denir. Müslüman kelimesi, köken olarak Arapça'dır, "teslim" kelimesinin fâili, yani "teslim olan" anlamına gelmektedir.
Şimdi İsa (a.s) nın müslüman olup olmadığı na gelelim.
ALİ,İMRAN-51-52-53.
51 - "Süphesiz Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Onun için hep O'na kulluk edin! Iste bu, dogru yoldur".
52 - Isa onlarin inkârlarini hissedince: "Allah yolunda yardimcilarim kim?" dedi. Havariler: "Allah yolunda yardimcilar biziz. Allah'a iman ettik. Sahit ol ki, biz muhakkak müslümanlariz." dediler.
53 - Ey Rabbimiz, senin indirdigine iman ettik, o peygambere de uyduk. Artik bizi sahidlerle beraber yaz.
İbrahim (a.s.) ın müslümanlığı.
ALİ,İMRAN-67.
Ibrahim, ne yahudi, ne de hiristiyandi; fakat o, Allah'i bir taniyan dosdogru bir müslümandi, müsriklerden de degildi.
Şimdi tekrar İsa (a.s.)
MAİDE-110-111.
110 - Allah söyle diyecektir: "Ey Meryemoglu Isa! Sana ve annene olan nimetimi hatirla! Hani seni Rûhu'l-Kudüs (Cebrâil) ile desteklemistim. Besikteyken ve kemâle ermisken insanlarla konusuyordun. Sana yaziyi, hikmeti, Tevrat'i ve Incil'i ögretmistim. Iznimle çamurdan kus seklinde bir sey yapmis ve ona üflemistin, o da iznimle kus olmustu. Anadan dogma kör olani ve alaca hastaligina yakalanmis kimseyi iznimle iyilestirmistin. Ölüleri iznimle (hayata) çikarmistin. Israilogullari'na âyetlerle geldigin ve onlardan inkâr edenlerin: "Bu ancak apaçik bir sihirdir" dedikleri zaman seni, onlardan korumustum.
111 - Hani Havarilere: " Bana ve Resulüme iman edin" diye ilham etmistim. Onlar da: "Iman ettik, bizim süphesiz müslümanlar oldugumuza sahit ol" demislerdi.
Müslüman ne demek olduğunu açıkladığımız zaman mesele aydınlanıyor her peygamber kendi toplumunda ilk teslim olandır (ALLAH a) dolayısı ile bütün peygamber ler müslümandır İSLAMDA. Devam edecek.
MUTA.
#469
Gönderim zamanı 16.10.2006 - 21:00
Bunun açıklaması da şöyle.
HAKKA-31- 39.
31 - "Sonra cehenneme atin onu."
32 - "Sonra da boyu yetmis arsin zincir içerisinde onu oraya sokun."
33 - Çünkü o, büyük Allah'a inanmiyordu.
34 - Yoksula yedirmeye tesvik etmiyordu.
35 - Bu sebeple bugün burada onun candan bir dostu yoktur.
36 - Bir irinden baska yiyecek de yok.
37 - Onu günahkârlardan baskasi yemez.
38 - Andolsun gördüklerinize,
39 - Ve görmediklerinize..
Açıklama (elmalılı)
ZAKKUM: Tihame'de biten küçük yapraklı, acı ve fena kokar bir ağacın ismi olup, aşağıdaki şekilde tarif edilen ve meyvesi, cehennemliklerin konukluğu olan ağaç bununla isimlendirilmiştir.
63-Buyuruluyor ki: Çünkü biz onu zalimler için bir fitne (imtihan) kılmışızdır. Ona dünyada zalimler vurgun ve tutkun olur. Ahirette de sıkıntı ve azabını çekerler. Allah daha iyi bilir ya, halkı zulüm ile yemek için kurulan zalimler teşkilatı, o zalimler kurumu.
64-66- O cehennemin kökünde, dibinde çıkar da dalları tabakalarına dağılır. tomurcuğu, meyvesinin doğum noktaları, sanki şeytanların başları gibidir. Buna üç mânâ verilmiştir:
1- Son derece çirkinlikten kinaye olmak üzere hayalî bir benzetme.
2- Şeytanlar, çirkin suratlı korkunç yılanlar demektir.
3- "Ruûsü'ş-Şeyâtîn" (Şeytanların başları), çirkin manzaralı, bilinen bir otun meyvesiymiş ki Yemen'de Esten denilirmiş.
Biz de dördüncü bir mânâ anlamak istiyoruz ki, zalimleri en çok aldatan, meftun eden nokta, onun çiçek açıp meyvesini verecek olan noktalarıdır. Gelir kaynakları gibi görünen o noktalar öyle iğfal edicidir ki, sanki şeytanların başları, yahut reisleri gibi.
67-74- Sonra onların bunun üzerine hamîmden (kaynar sudan) bir haşlamaları da vardır.
ŞEVB: İçkiye karıştırılan katkı, aşlama veya haşlama.
HAMÎM: Esasen kaynar su demek olup, cehennemin bağırsakları parçalayan suyuna denir. Bununla haşlanan o içki de "gassâk", akan cerahat, irindir. Çünkü zalimler halkı bu hale getirirler. Ahirette de öyle haşlanırlar.
HAMÎM, lugatte başlıca üç anlama gelir.
BİRİNCİSİ, "veliyy-i hamim" sözünde olduğu gibi yakın, candan hısım veya dost demektir. Burada bununla tefsir etmişlerdir. Yani o Allah'a imanı olmayan ve fakirleri gözetip korumayan imansız zalimin o gün kendisini koruyacak bir acıyanı bulunmaz. Çünkü dünyada kendisine yardaklık eden bütün yakınları, dostları o gün kendisinden sakınırlar, kaçarlar. Bundan sonraki sûrede "Hiçbir dost, hiçbir dosta halini sormaz."(Meâric, 70/10) buyrulması da bu mânâdandır ve buna bir ipucu gibidir.
İKİNCİSİ, "Kaynar su"(Rahmân, 55/44) âyetinde olduğu gibi son derece sıcak su mânâsına gelir ki, cehennemin suyuna denilmesi bundandır. Burada bu mânâda olmadığı açıktır.
ÜÇÜNCÜSÜ, Kâmus'ta anlatıldığı üzere "soğuk su" mânâsına da gelir. Bu, iki zıt mânâyı ifade eden kelimelerdendir. Zira soğuk kaynak suyu sıcakta buğulanır. Burada bir önceki âyette geçen ve biraz sonra geçecek olan "yemek" kelimesiyle olan ilgiden dolayı bu mânâ daha uygun görünüyor.
36. Yani ne bir soğuk su ne de bir yemek, bir yiyecek, yahut tadacak ki böyle denildiğinde içeceği de kapsar. Ancak bir gıslinden başka bir şey yok. GISLÎN, gasl kökünden yıkantı ve yıkanma suyu mânâsına gelen "gusâle" yi andırır bir kelimedir ki dilcilerden bazıları yaradan akan irinin suyu demişlerdir. İbnü Abbas'tan gelen bir rivayete göre gıslın, "cehennemdekilerden akan irin", bir rivayette de "yemeğin en kötüsü, en pisi, en yutulmazı"dır. İbnü Zeyd'in,
"Gıslin ile zakkumun ne olduğunu kimse bilmez." dediği rivayet edilmiştir. (Zakkum hakkında Sâffat, 37/62-66 ve Vâkıa, 56/52, 53. âyetlerin tefsirine bkz.)
37. Bunun herhalde yiyecek cinsinden kötü bir şey olduğunu şu âyet anlatıyor: Onu o hâtiûn'dan, yani öyle işi gücü hata ve suç işlemek olan büyük günahkârlardan, canilerden başka kimse yemez. Günahın en büyüğü de en büyük zulüm olan şirktir. Görülüyor ki diye sona eren bu âyet yukarıda Firavun ve önündekilere ve Lût kavmine dair olan ve ile sona eren bu sûrenin dokuzuncu âyetini hatırlatmaktadır. Çünkü hâtiûn, "hâtı"in çoğuludur. Demek ki bunlar Firavun ve Lût kavmi gibilerdir ki onların en büyük günahı yalanlama ve isyan idi.
Şimdi akılla bilinmesine imkan olmayan o kıyametin başlangıcı, dehşeti, oluş tarzı ile neticesi, bu eşsiz açıklama ve korkutma ile belleyecek kulaklara haber verilip hatırlatıldıktan sonra bundan alınması gereken en büyük dersi, en önemli öğüdü, en mühim görevi hatırlatmak üzere buyuruluyor ki:
Anlaşılmıştır umarım. Devam edecek.
MUTA.
#470
Gönderim zamanı 16.10.2006 - 21:35
Sayın sparkplug sorusu bu Müslümanların Anne leri aslında bu soruların cevapları defaat le verilmiş olmasına rağmen yine de cevaplanmasında fayda var ki bu sor-
ulan sorular hep aynı sorular soranların İslami bilgileri zayıf olduğundan cevaplan
masında fayda var.
Gelelim cevaplara.
Mücadele-1-2.
1 - Kocasi hakkinda seninle tartisan ve Allah'a sikayette bulunan kadinin sözünü Allah isitmistir. Allah, sizin konusmanizi isitir. Çünkü Allah, isitendir, bilendir.
2 - Içinizde zihâr yapanlarin kadinlari, onlarin analari degildir. Onlarin analari ancak kendilerini doguran kadindir. Süphesiz onlar çirkin ve yalan bir laf söylüyorlar. Kuskusuz Allah, affedici, bagislayicidir.
Açıklama (Elmalılı)
Kadınlarına zihâr yapan kimseler yani zıhâr denilen sözle kadınlarından uzaklaşan kimseler. Sırt ve arka mânâsındaki "zahr" kelimesinden alınan zıhâr veya müzâhere: Bir kimsenin karısına "Sen bana anamın sırtı gibisin." demesi veya onun bir uzvunu kendine haram olan kadınlardan birinin karın, bel, ve kasık gibi bakılması haram olan bir uzvuna benzetmesidir ki, helalı haram kılan çirkin bir sözdür.> İlk önce bunun söylenmesi câiz olmayan çirkin bir davranış, bir cinayet olduğu anlatılmak üzere şöyle buyuruluyor. Cahiliyede o sözü söylemeyi âdet haline getirenler bilmelidirler ki, o zıhâr yaptıkları kadınlar onların anaları değildirler. Onların anaları, ancak onları doğurmuş olan vâlideleridir ki "...sizi emziren analarınız..." (Nisâ, 4/23) âyetinde ifade edilenlerle "Peygamber müminlere kendi canlarından üstündür. Eşleri onların analarıdır." (Ahzâb, 33/6) âyetinde zikredilen Peygamber'in zevceleri dahi analar hükmündedir. Ve haberleri olsun ki onlar yani o zıhâr sözünü söyleyenler herhalde münker, yani meşru olmayan, çirkin bir lakırdı ve yalan bir söz söylüyorlardır. Yalandır çünkü kadınları, anaları değildir. Hem de başkalarına zarar veren bir yalan, bir günah, ve kadının gönlünü kıran, hukukunu zayi eden bir şeydir. Bununla beraber çirkin bir sözdür, çünkü zıhâr anasının veya mahreminin (kendisine nikahı haram olan yakınının) bir uzvunu ağzına almak demektir. Ayrıca Allah'ın helal kıldığını haram kılmak gibi bir küstahlıkla Allah Teâlâ'nın haklarına tecavüzdür. O halde ağza alınmaması lazım gelen bir cinayet, bir günahtır. Fakat söylenince de hükümsüz kalamaz. Haber vermek yalan olmakla beraber, gereği itibariyle bir haramlığa yol açmaktan da uzak değildir. Öyle ki erkeğin ağzından çıkan bu çirkin söz, kadının hayız zamanındaki eziyete benzer bir haramlık ifade eder. Bununla beraber şu da muhakkak ki Allah, affı çok bir mağfiret sahibidir. Onun için günahkârlara, tevbe ve günahlardan dönmekle o sözü geri alma ve bir keffaret ile o çirkinliği örtüp temizleterek af ve mağfiretine kavuşma yolunu açmış, bunu da şu şekilde öğretmiştir.
Ahzab-6.
Peygamber, müminlere kendi nefislerinden önce gelir. O'nun hanimlari da onlarin analaridir. Akraba da Allah'in kitabinda birbirlerine, diger müminlerden ve muhacirlerden daha yakindirlar. Ancak dostlariniza bir maruf (uygun bir vasiyet) yapmaniz müstesnâdir. Bu, kitapta yazilidir
Açıklama. (Alıntı)
Bu ayet, daha önce iradî ve tercihe dayalı ilişkilerin (kan bağına dayalı yakınlıklardan farklı şekilde) anılması ile bağlantılı olarak, tercihe dayalı manevî ilişkinin en üst tezahürüne işaret etmektedir: yani, Allah'tan vahiy alan Peygamber ile onun izinden gitmeyi özgürce kabul eden kişi arasındaki ilişkiye. Bu konuda Hz. Peygamber'den şu Hadis rivayet edilir: "Beni kendinize babanızdan, çocuklarınızdan ve bütün insanlıktan daha yakın görmedikçe hiç biriniz gerçek mümin olamazsınız." (Enes'den naklen Buhârî ve Müslim ve benzer rivayetlerle öteki Hadis külliyatı.) Bütün Sahâbe, Hz. Peygamber'i toplumun manevî babası olarak görürdü. Bir kısmı -mesela İbni Mesûd (Zemahşerî'den naklen) yahut Ubey b. Kab, İbni Abbâs ve Muâviye (İbni Kesîr'den naklen)- yukarıdaki ayeti, "o'nu babaları [olarak] gördüklerinden" açıklayıcı ifadesini eklemeden okumazdı. Tâbiîn'in büyük kısmı da -Mücâhid, Katâde, İkrime ve Hasan Basrî de dahil olmak üzere (karş. Taberî ve İbni Kesîr)- aynı şeyi yapardı: bu açıklamayı parantez içinde eklememin sebebi budur. (Yine bu surenin 40. ayetine ve buna ait 50. nota bkz.) Hz. Peygamber'in eşlerinin "müminlerin anneleri" olma konumlarına gelince, bu, Allah'ın Elçisi'nin hayatının en mahrem tarafını paylaşmış olmalarından kaynaklanır. Bunun sonucu olarak onlar, Hz. Peygamber'in ölümünden sonra yeniden evlenemezlerdi (bkz. aşağıdaki 53. ayet), çünkü bütün müminler onların manevî "evlatlar"ı idi.
Anlaşılması dileğiyle.
MUTA.
#471
Gönderim zamanı 16.10.2006 - 22:22
Soru yukarıda Sure,ve Ayet lerde soran sayın sparkplug yine aynı şey soruyu sorup cevabını kendi veriyor ve çarpıtıyor Zamanınız da miras paylaşımını arada
ihtilaf oldumu kim çözer ve avukat veya mahkemeler niye var dahada önemlisi her
kes miras hukuk undan anlarmı verilen matematiksel örneklerden ben bir şey anlamadım şimdi vereceğim cevaplar olayı nasıl açıklayacağını gösterecek.
NİSA-11.Allah size evlatlarinizin miras taksimini söyle emrediyor: Çocuklarinizda, erkege iki kadin payi kadar, eger hepsi kadin olmak üzere ikiden de fazla iseler, bunlara mirasin üçte ikisi ve eger bir tek kadin ise o zaman ona malin yarisi vardir. Eger ölen, ana ve baba ile birlikte çocuklar da birakmissa ana babanin her birine ölenin terekesinden altida bir; sâyet ölenin çocugu yok da, mirasçi olarak ana ve babasi kalmissa, ananin payi üçte birdir. Eger ölenin kardesleri varsa terekenin altida biri ananindir. Bu paylar, ölenin borçlari ödenip, vasiyeti de yerine getirildikten sonra hak sahiplerine verilir. Baba ve çocuklardan, hangisinin size fayda bakimindan daha yakin oldugunu, siz bilmezsiniz. Bütün bunlar Allah tarafindan farz kilinmistir. Süphesiz Allah alîmdir, hakîmdir
Açıklama (Elmalılı)
miras âyetinin iniş sebebinde de Ata, şöyle rivâyet etmiştir: "Sâd b. Rabi' (r.a.) şehid olmuş, iki kızı, bir hanımı, bir de kardeşi kalmıştı. Kardeşi, malın hepsini alıverdi. Kadın da Hz. Peygambere gelip, "Ey Allah'ın Resulü! İşte Sâd'ın kızları, Sâd öldürüldü, bunların amcası da mallarını aldı." diye durumu arz etti. Peygamber (s.a.v.) de, "Haydi şimdilik git, umarım ki, Allah bu konuda hükmünü yakında verecektir." buyurmuştu. Bir süre sonra kadın yine geldi ve ağladı ve bunun üzerine bu âyet indi. Bundan dolayı Peygamberimiz kızın amcasını çağırdı, "Sâd'ın iki kızına üçte iki ve bunların annesine sekizde bir ver! Kalanı da senin." buyurdu. Ve işte bu âyet gereğince İslâm'da ilk paylaşılan miras bu oldu. Demek ki bu öbüründen önce sonuçlanmıştır. Demek ki âyetin iniş hikmetinin en önemli yönü, kadınların ve çocukların mirasçılığa hakkıyla katılması ve evlenmenin ister koca ve ister hanım için miras sebepleri içine konması büyük inkılabı ile nicelik ve niteliği mirasçılığın kesin bir şekilde belirlenmesi ve bundan önceki geleneklerin ve hükümlerin hükümsüz kılınması ve yürürlükten kaldırılmasıdır. "Haklı olmanız müstesna Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın. Allah aklınızı kullanasınız diye size bunları emretti." (En'am, 6/151) gibi âyetlerden anlaşıldığı üzere "Allah'ın vasiyeti" deyimi, "emr" kelimesinden daha kuvvetli kesin bir vaciblik ifade eder. Bu, öyle beliğ bir emirdir ki bunda, bir hakkın bildirilmesi ile infazının gerekli olduğunu ve infaz edilmemesi durumunda sorumluluğun ağırlığını ve bu ağır sorumluluğun büsbütün emredilen kimseye yüklenmiş bulunduğuna dikkati çekmiş ve aynı zamanda kendisine emredilene sevgi ve güveni bildirerek bir velilik ve vekilliğin verilişini kapsayan bir sözleşme ve iyilikle gönül alma vardır. Çünkü vasiyyet, ölümden sonrası ile ilgili olup değiştirilmesi caiz olmayan ve geri alınması ihtimali kalmayan, yapılması gerekli olan bir emrin yerine getirilmesi için güven ve itimad ile başkası yerine veli olmayı içeren bir açıklama ve antlaşmadır. Bundan dolayı şöyle demek olur: Allah Teâlâ vefatınızdan sonra çocuklarınızın haklarını güven altına almak için, hak sahiplerine ulaştırılması gerekli olan farz paylarını açıklayarak size şöyle emrediyor ve söz veriyor: Erkeğin hakkı, iki kadının payı kadar, bir erkeğin hakkı iki dişi hissesi kadardır. İşte önce erkek ve kadının yaratılışının mahiyetinde bulunan bir esas kural vardır ki, mirasla ilgili hükümlerin bir çoğu bu esas üzerine halledilir(çözümlenir). Belli hisselerin değerlendirilmesinde de bu kuralın bir tatbiki hissedilir. Bu kuralın anlatılmasında erkek ve kadın denilmeyip de zeker (erkek) ve ünsa (dişi) denilmesi küçük ve büyüklerin hak etmede eşit olduğunu ve bu konuda erginlik ve büyüklüğün hiç etkisi olmadığını şer'î delile dayandırmak ve cahiliyyede yapıldığı gibi çocukların mirastan mahrum edilmesine meydan vermemek içindir ki, yetimler âyetinden hemen sonra gelmesi de özellikle bu noktaya dikkat çekmiştir. Bu şekilde başlangıçta miras, çocuklar ile, çocuklar içinde erkek ile başlamış ve bununla velâyet ilişkisinin diğer ilişkilerden kuvvetli bulunduğu anlatılmıştır. Demek ki, en fazla payı çocuklar, çocuklar içinde de erkek çocuklar alacaktır
NİSA-176.Senden fetva istiyorlar. Deki: "Allah size kelâle (babasız ve çocuksuz kimse) nin mirası hakkında hükmünü açıklıyor: Çocuğu olmayan, fakat kız kardeşi bulunan bir kişi ölürse, bıraktığı malın yarısı o (kız kardeşi)nundur. Çocuğu olmayan kız kardeş ölürse, erkek kardeş ona varis olur. Eğer (ölenin) iki kız kardeşi varsa, bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer kardeşler erkek ve kız olurlarsa, erkeğin hissesi, iki kızın hissesi kadardır. Şaşırmamanız için Allah size (hükümlerini) açıklıyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir
Açıklama. (Elmalılı)
Kelâle"nin mânâsı sûrenin baş tarafında (Nisâ, 4/12) âyetinde geçmişti. (Oraya bakınız). Bir rivayete göre birincisi kışın, bu ikinci âyet de yazın inmiş ve bunun için buna "yaz âyeti" denilmiştir. O yaz (Al-i İmran, 3/97) âyeti inmiş, Resullullah Mekke'ye gitmek için hazırlık yapıyordu. Bu sırada, yani veda haccına gidilirken Medine'den çıkılmadan ve bazılarının görüşüne göre yolda bir âyet inmiştir. Berâ b. Azib (r.a.) bunun en son nazil olan âyet, Berâe sûresinin en son nazil olan sûre olduğunu ve sahabeden birçoğu da son nazil olan âyetlerden olduğunu söylemişlerdir. Nüzul sebebi hakkında da Câbir b. Abdillâh (r.a.)'den rivayet edilmiştir ki:" Resulullah (s.a.v.) ziyaretime gelmiş idi, hastaydım 'Ey Allah'ın Resulü ben kelâle (babası ve çocuğu olmayan)yim, malımı ne yapayım?' Diğer bir rivayette: Miras kimindir? Bana ancak kelâle varis olacak' dedim. Bu âyet bu sebeple nazil oldu. "Hz. Ebu Bekir (r.a.) bir hutbesinde demiştir ki: "Allah Teâlâ'nın Nisâ sûresinde ferâiz (miras hukuku ) hakkında indirmiş olduğu âyetlerden birincisi çocuk ve baba hakkındadır. İkincisi koca, karısı ve ana bir kardeşler hakkındadır. Üçüncüsü ana, baba bir veya baba bir kardeşler hakkındadır." Şu halde Erkek veya kız bir çocuğu bulunmayan bir adam ölür ve "ana-baba bir", yahut "baba bir " bir kız kardeşi bulunursa, terikesini (bıraktığı malı)n yarısı kız kardeşinin farz hakkıdır. Diğer yarı, asabe (baba tarafından akraba)si varsa onun, yoksa redden yine kız kardeşinindir. Oğlu bulunursa kız kardeş düşer, kızı bulunursa kız kardeşin belki bir farzı olmaz. "Kız kardeşleri, kızlarla birlikte asabe yapınız" hadis-i şerifi gereğince asabe olur.
Aşağı doğru inen neseb (çocuklar, torunlar...) in dışında kalanları ifade eden kelâle anlayışında "çocuk ve baba olmamak " ölçü olduğundan dolayı "çocuğu olmayan", babası olmadığı gibi, çocuğu da olmayan demek olur. Yani baba bulunursa bütün kardeşler düşer, miras alamazlar. Hz. Ömer bu noktada biraz tereddüt etmiş ise de sünnet bu şekil üzere kararlaşmış ve böyle olduğunda ittifak hasıl olmuştur. Fakat ana "Eğer kardeşleri varsa, anasının payı altıda birdir" (Nisa, 4/11) âyetinin delaletinden anlaşıldığı üzere kardeşleri düşürmez. Bu mesele Feraiz ilminde şöyle ifade olunmuştur: "Ana-baba bir kız ve erkek kardeşler ile baba bir erkek ve kız kardeşlerin hepsi, oğul ve aşağıya doğru ne kadar inerse insin oğulun oğlu ile, ittifakla baba ile, sadece Ebu Hanife'ye göre dede ile düşer".
Erkek kardeş ölürse böyle olduğu gibi tersine o kalır, kız kardeşi ölür, çocuğu (aynı şekilde babası ) bulunmazsa, o erkek kardeş de ona varis olur, yani bütün bıraktığı mirası alır. Fakat oğlu veya babası bulunursa düşer. Kızı bulunursa tamamını alamaz kalanı alır. Eğer aynı şartlar altında kalan kız kardeşler iki veya daha fazla iseler farz hakları terekeden iki üçte bir, yani üçte ikidir. Geri kalan asabe (baba tarafından akraba) varsa ona verilir. Yoksa farz olarak değil, red olarak onların olur. Ve eğer kalanlar yine aynı şartlar altında, erkekli dişili karışık kardeşler ise, yani hem erkek kardeş ve hem kız kardeş varsa, o zaman erkeğe iki dişi payı kadar taksim olunur. Şaşırırsınız diye Allah size hükümlerini açıklıyor. Bu ve benzerlerini Basralılar, "şaşmanızı çirkin görerek" diye, Kûfeliler de "şaşmamanız için" diye takdir ederek tefsir etmişlerdir ki, birinciye göre mânâ :"Allah şaşırmanızı istemediği için size beyan ediyor" demek olur. Bizim dil lehçemize göre: "şaşırırsınız diye Allah size açıklıyor" demek de aynı mânâyı ifade eder. Fakat bu da "açıklama yapmazsa şaşırırsınız" demek olduğundan daha uzun bir takdiri içerir. Halbuki bir nefy harfinin takdiri böyle bir şart cümlesinin takdirinden elbette daha iyidir. "Senden fetva istiyorlar" ifadesindeki fetva istekleriyle bu beyan kısmı, gelecek olan Maide sûresinin beyanlarına da bir hazırlıktır. Allah her şeyi bilendir. Sizin hayat ve ölümünüzle ilgili durumlarınızı da pek iyi bildiğinden iyilik ve faydalarınızı içeren hükümlerini size açıklamıştır. Şu halde siz de bunları biliniz, ilim ve nur ile doğru yolda yürüyünüz ki, ilâhî sofraya konasınız.
Anlayana.Devam edecek.
MUTA.
#472
Gönderim zamanı 16.10.2006 - 22:49
* Allah'ın bir günü, 1000 yıla mı (22:47, 32:5), 50.000 yıla mı (70:4) eşdeğerdir?
* Cennet'te bir bahçe mi (39:73, 41:30, 57:21, 79:41), birden fazla bahçe mi (18:31, 22:23, 35:33, 78:32) vardır?
* Allah insanları üç sınıfa mı (56:7) yoksa iki sınıfa mı (90:18-19, 99:6-8) ayıracaktır?
* İnsanın canını tek bir melek mi (32:11), birden fazla melek mi (47:27), yoksa Allah bizzat kendisi mi (39:42) alır?
* Allah, Firavun'a bir peygamber mi (7:103, 73:15), iki peygamber mi (10:75) göndermiştir?
* Allah, Ad kavmini bir günde mi (54:19), birden fazla günde mi (41:16, 69:6-7) yoketmiştir?
* Allah, gökleri ve yeri altı günde mi (7:54, 10:3, 11:7, 25:59), sekiz günde mi (41:9-12) yaratmıştır?
* Allah, önce yeryüzünü sonra gökyüzünü mü (2:29), yoksa önce gökyüzünü sonra yeryüzünü mü (79:27-30) yaratmıştır?
* Allah, insanı "alak" [kan pıhtısı] dan mı (96:1-2), sudan mı (25:54), çamurdan mı (15:26), topraktan mı (30:20) yaratmıştır? Yoksa hiçbir hammadde kullanmadan, sadece "ol" diyerek mi yaratmıştır (3:47)?
* İçki Allah'ın bir nimeti olarak sadece iyi midir (16:67), hem iyi hem kötü müdür (2:219), yoksa Şeytan işi olarak sadece kötü müdür (5:90-91)? Üç yönlü bir çelişki sözkonusudur.
Sayın sparkplug un yukarıdaki Ayet lerden sorduklarına cevap vermek çok kolay
fakat uzun olacağından yanıtı sadece şöyle vermek istiyorum dikkat ederseniz olay
ve yahut olaylarhep çarpıtmaya kendi düşüncelerini yorumlarını hep doğru imiş
gibi sunmaya çalışılıyor aslında verdiği ayetlerin Sureleriyle birlikte okunması olayı
çözer şöyleki ALLAH ilk İnsan Ademi Topraktan yarattı sonra gelen İnsanları kan
pıhtısından yarattı İnsanın bedeni nin topraktaki minarallerle uyuştuğunu bu gün
çocuklar bile bilir sorulan soruda ki yanlışa bakarmısınız çamurdanmı yoksa toprak
tanmı diye soruyor arasındaki farkı anlamayan insana neyi anlatmak lazım birde
şu soruya bakarmısınız ALLAH firavuna iki peygambermi bir peygambermi yollamış
herkes bilirki ALLAH firavuna MUSA ve HARUN (a.s.)u göndermiştir buradan güya
KUR,AN da çelişki arayacak insanlar evvela insan tenkid edeceği konuya vakıf olması lazım karşılaştırmalı dinler tarihini bilmesi en önemlisi İSLAM dinini bilmesi
lazım İçkiyi kafasına göre yorumu ise tam bir çarpıtma ALLAH içkinin faydasından
çok zararı vardır der içilmemesini emreder dolayısı ile çarpıtmanında biraz kaliteli
olması lazım eğer bilmedikleri bir şey varsa sorup öğrenmeleri lazım sorun bilmediklerinizi söyleyelim hasbelkader anlaşılmıştır umarım. Devam edecek.
MUTA.
#473
Gönderim zamanı 16.10.2006 - 22:51
Size gerçekten teşekkür ederim. Allah eksiklerinizi/eksiklerimizi tamamlasın. Allah a emnaet olun...
...:--------------------------------------------------------:...
BİTTİ!
CAN_i
...:--------------------------------------------------------:...
#474
Gönderim zamanı 16.10.2006 - 23:54
1- De ki: Ey kâfirler
2- Sizin taptıklarınıza ben tapmam.
3- Siz de benim taptığıma tapıcılar değilsiniz.
4- Ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim.
5- Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz.
6- Sizin dininiz size, benim dinim banadır.
Bu Sure ye bir şey eklemek haşa zul (açıklama babında)
NAHL-35.
Allah'a ortak koşanlar dediler ki: "Allah dileseydi, ne biz, ne atalarımız O'ndan başka hiçbir şeye tapmazdık ve O'nun emri dışında hiçbir şeyi haram kılmazdık" Kendilerinden öncekiler de böyle yaptılar. Buna karşı peygamberlerin vazifesi, ancak açık-seçik bir tebliğden, ibarettir.
ZÜMER-3.Iyi bil ki, halis din ancak Allah'indir. O'ndan baska birtakim dostlar tutanlar da söyle demektedirler: "Biz onlara sadece bizi Allah'a daha çok yaklastirsinlar diye ibadet ediyoruz." Süphe yok ki Allah, onlarin aralarinda ihtilaf edip durduklari seyde hükmünü verecektir. Herhalde yalanci ve nankör olan kimseyi Allah dogru yola çikarmaz
Şimdi yazacağım yazı sayın sparkpluk tan alıntıdır yorumum ondan sonra olacak.
İddiaya göre Putperestler Allah'a ortak koşmakla birlikte Allah'a inanmayı sürdürmektedirler. Muhammed'in iddiası yalanlanmaktadır
İnsanın şaşırası geliyor deveye sormuşlar neren eğri diye oda demiş nerem doğru
(teşbih) biraz osmanlıca oluyor ama bilerek yazıyorum nedeni Arapça ve Osmanlıca bilmeyen dinimiz hakkında yorum yapamaz yaparsa çarpıtma yapar oda
çarpıtması hemen meydana çıkar.Yukarıda ki ayetleri okuyan durumu hemen anlamazmı soru neden sorulmuş ALLAH a ortak koşacaksın putlar edineceksin ondan ben ALLAH a inanıyorum diyeceksin KUR,AN ALLAH kelamıdır her kelimesi
doğrudur ne yazıyorsa sonra KUR,AN aklı olana hitap eder aklı olmayan dinden
muaftır.
Bakara Suresi-1-11 kadar.
1 - (Elif, Lâm, Mîm.)
2 - Iste o kitap, bunda süphe yok, müttakiler (kötülükten korunacaklar) için hidayettir.
3 - Onlar ki gaybe iman edip namazi dürüst kilarlar ve kendilerine verdigimiz riziktan (Allah yolunda) harcarlar.
4 - Ve onlar ki hem sana indirilene iman ederler, hem senden önce indirilene. Ahirete de bunlar kesinlikle iman ederler.
5 - Bunlar, iste Rabblerinden bir hidayet üzerindedirler ve bunlar iste felaha erenlerdir.
6 - Su muhakkak ki inkâr edenleri uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir. Onlar inanmazlar.
7 - Allah onlarin kalplerini ve kulaklarini mühürlemistir. Gözlerinin üzerinde bir de perde vardir. Ve büyük azab onlaradir.
8 - Insanlardan öyleleri de vardir ki, inanmadiklari halde, "Allah'a ve ahiret gününe inandik." derler.
9 - Allah'i ve müminleri aldatmaya çalisirlar. Halbuki sirf kendilerini aldatirlar da farkina varmazlar.
10 - Kalplerinde hastalik vardir. Allah da onlarin hastaligini arttirmistir. Yalan söylemelerine karsilik onlara elem verici bir azab vardir.
11 - Hem onlara: "Yeryüzünde fesat çikarmayin." denildiginde: "Biz ancak islah edicileriz." derler
Açıklama.(Elmalılı)
Şüphe yok ki, iman edenler, yahudiler, hıristiyanlar ve sabiîler, bunlardan her kim Allah'a ve ahiret gününe gerçekten iman eder ve salih amel işlerse elbette Rabbleri katında bunların ecirleri vardır, bunlara bir korku yoktur, bunlar mahzun da olacak değillerdir.
62- İslâmiyet'e zahirde iman etmiş olanlar, yani, Muhammed dinini dilleriyle ikrar ettiklerinden dolayı insanlar arasında müslüman sayılanlar, Musa dinine mensup olan yahudiler, İsa dinine mensup hıristiyanlar, bu üç dinin dışındaki dinlerden olanlar yani onlardan her kim, Allah'a ve ahiret gününe, bu sûrenin başında beyan buyurulduğu üzere, gerçekten dış görünüşleriyle ve içyüzleriyle iman eder ve bu imana yaraşır şekilde iyi bir iş yaparsa şüphesiz bunların Rableri katında ecir ve mükafatları vardır. bunlara korku yoktur ve bunlar mahzun da olacak değillerdir, yani, yapılan inzarlar, uyarı ve tehditler bunlar hakkında değildir.
İnsanlar Âdem'in sülbünden yeryüzüne indikleri zaman Cenab-ı Allah kendilerine "Eğer Ben'den size bir hidayet gelir de kim benim hidayetime uyarsa, işte onlara herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü de çekmeyecekler." (Bakara, 2/38) diye herhangi bir zamanda gelen hidayetine uymaları şartıyla bunu vaad etmemiş miydi? İşte Âdem'in tevbesinin semeresi olan o ilahî va'd, ebediyete kadar sürüp gidecek bir genel kanundur. Ve bu âyet ilahî kanunun bir inkişafıdır. Şu halde yahudiler gibi zillet ve meskenete düşenler ve Allah'ın gazabına uğramış olanlar bile her ne zaman tevbe eder, Allah'a ve ahiret gününe cidden iman ederek, Allah'ın son zamanda gönderdiği hidayete uyar ve ona göre salih amel işlerlerse o gazaptan kurtulurlar. Ve Allah katında ecir ve mükafat bulurlar. Sonuçta sırrına mazhar olarak, korku ve hüzünden kurtulurlar. Lakin bundan yararlanmak için görünüşte, yani insanlar arasında mü'min ve müslüman sayılmak yetmez, hatta belli bir süre salih kişi olarak yaşamış olmak da kâfi gelmez. O imanda sebat edip, güzel bir sonla gitmek, yani son nefeste iman ve güzel amel ile Allah'a kavuşmak lazımdır.
Bu sûrenin baş tarafında "İşte onlar Rabblerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve gerçekten kurtuluşa erenler de ancak onlardır." (Bakara, 2/5) müjdesinin kimlere mahsus olduğu bilinmektedir ve bunda "Sana indirilene ve senden önce indirilene inananlar." (Bakara, 2/4) şartı da bulunmaktadır.
Anlaşılmıştır umarım. Devam edecek.
MUTA.
#475
Gönderim zamanı 17.10.2006 - 00:25
TAHA-109.
O gün, Rahmân'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnud olduğu kimselerden başkasının şefaatı fayda vermez.
SEBE-23.
Allah'ın huzurunda şefaat da fayda vermez. Ancak izin verdiği kimseninki müstesna. Nihayet kalblerinden dehşet giderildiği zaman "Rabbiniz ne buyurdu?" derler. (Şefaat sahipleri de): "Hakkı söyledi" derler. O, her şeyden yüksek ve büyüktür
ZUHRUF-86.
Onların Allah'ı bırakıp da tapdıkları putlar şefaat hakkına sahip değillerdir. Ancak bilerek hakka şahitlik edenler şefâat edebilir.
NECM-26.
Göklerde nice melek var ki Allah'ın dileyip razı olduğuna izin vermeden önce onların şefaatları hiç bir işe yaramaz.
Bakara-122.Ey İsrailoğulları! Sizlere ihsan ettiğim nimetimi ve sizi vaktiyle âlemdeki ümmetlere üstün tuttuğumu hatırlayın
Bakara-123.Ve öyle bir günden sakının ki, o gün kimse, kimsenin yerine bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez ve ona şefaat de fayda vermez, hiçbir taraftan yardım da görmezler.
BAKARA-254.
Ey iman edenler! Kendisinde hiçbir alış verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin bulunmadığı bir gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcayın. Kâfirlere gelince, onlar zalimlerdir.
ENAM-51.
Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları Kur'an'la uyar. Onlar için Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir şefaatçi vardır. Gerekir ki Allah'tan korkarlar.
İNFİTAR-18-19.Evet, bilir misin nedir acaba o ceza günü?
19- O gün, hiç kimsenin başkası için hiçbir şeye sahip olamadığı gündür. O gün buyruk yalnız Allah'ındır.
Hiç bir yorum eklemeden her şey apaçık ortada değilmi. Devam edecek.
MUTA.
#476
Gönderim zamanı 17.10.2006 - 00:56
NİSA-78-79.
78 - Her nerede olursaniz olun ölüm size yetisir, son derece saglam kaleler içinde de bulunsaniz yine kurtulamazsiniz. Onlara bir iyilik erisirse "Bu, Allahtandir" derler, bir kötülüge ugrarlarsa, "Bu, senin yüzündendir." derler. Ey Muhammed! De ki: "Hepsi Allah'tandir." Bu topluma ne oluyor ki, hiç söz anlamaya yanasmiyorlar?
79 - (Ey insanoglu!) sana gelen her iyilik Allah'tandir, sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Ey Muhammed! Biz seni bütün insanlara bir elçi olarak gönderdik. Buna sahit olarak da Allah yeter
AÇIKLAMA.Yani, onlar, başlarına gelen kötülüklerin kendi eylemlerinin veya önlerindeki çeşitli yollar arasında yanlış seçim yapmalarının bir sonucu olabileceğini anlLafzen, "[kendilerine] söylenen şeyi" -yani, kendi akıllarının ve bütün peygamberlerin öğretilerinin kendilerine açıkça telkin ettiği hakikati.amazlar; tersine, onu başkalarının hatalarına atfetmeye çalışırlar
Bu ifade ile "hepsi Allah'tandır" şeklindeki önceki ifade arasında bir çelişki yoktur. Kur'ânî dünya görüşünde Allah, bütün hadiselerin nihaî kaynağıdır. Sonuçta, insanın karşılaştığı her iyilik ve başına gelen her kötülük, son tahlilde Allah'ın iradesinin bir eseridir. Ancak insanın "kötü kader" saydığı her şey, gerçekte, nihaî sonuçları itibariyle kötü değildir; zira "mümkündür ki nefret ettiğiniz bir şey sizin için iyi olabilir, ve yine mümkündür ki sevdiğiniz bir şey de sizin için kötü olabilir: Allah bilir, ama siz bilmezsiniz" (2:216). Böylece, zahirî birçok "kötülük", çoğu zaman, bir sınavdan ve ilahî kaynaklı bir olgu olan, sıkıntı çekerek ruhsal olgunluğa erişme aracından başka bir şey olmayabilir ve mutlaka başına kötülük gelen kişinin yanlış bir seçiminin veya yanlış fiilinin sonucu olması gerekmez. O halde, açıktır ki bu ayetin sözünü ettiği "kötülük" veya "kötü kader" sınırlı bir muhtevaya sahiptir, çünkü kelimenin ahlakî anlamında kötülüğe işaret etmektedir; yani, kişinin eylemlerinden veya davranışlarından kaynaklanan azaba. Bu da, Allah'ın bütün mahlukatı için koyduğu ve Kur'an'ın "Allah'ın metodu" (sünnetullâh) olarak tanımladığı sebep-sonuç kanunu ile uyum halindedir. Bu gibi sıkıntılar için insan yalnızca kendini suçlamalıdır. Zira "Allah hiç kimseye zerre kadar haksızlık yapmaz"
SAD-41.Kulumuz Eyyub'u da an. Bir zaman o, Rabbine söyle nida etmisti: "Mesakkat ve aci ile bana seytan dokundu."
AÇIKLAMA.Eyyub (a.s.) b. Iys b. İshak (a.s.) hani Rabbine nida ettiği, ya Rab! diye çağırdığı vakti an. Şöyle ki benim halim şu zahmet ve acı ile şeytan bana dokundu; vesveseye yol buldu.Yani, azabın sonucu olarak hayata karşı bezginlik. Allah'ın kendisini sınamakta olduğunu anlar anlamaz Hz. Eyyub, hissettiği müthiş ümitsizlik ve bezginlik.
HADİS.Nebi (s.a.v.)’e vesveseden sorulduğunda, “O imanın katıksız olmasındandır.”(2) der, şeytan nerede saf, temiz, arınmış birini bulursa onun İslamî hassasiyetinden faydalanmak ister. Kimisini hilesiyle tuzağa düşürüyor, kimisini de düşüremiyor. Fakat onun da bilmediği bir şey vardır: Yiğidin beli kırılmadıkça diğer yaralar ona daha da kuvvet verir. Müslümanın imanına halel gelmedikçe başına gelen musibetler olsa olsa ancak onun imanını kuvvetlendirir. Allah’ı rab olarak seçenin sırtı asla yere gelmez. “O ne güzel vekildir.”
Çelişki nin zerresi yok çelişki arayanlar kendileri çelişki ve çarpıtma içindeler.
Devam edecek.
MUTA.
#477
Gönderim zamanı 17.10.2006 - 02:11
Yukarıda ki alıntı sayın sparkplus un neresini düzelt eceksin ALLAH bir memleketi
helak etmek istediği zaman onun refeh içinde yaşayan şımarık ele başlarına neyi
emrettiğini (itaat tan kasıt) bilmeyeceksin ki ALLAH kötülüğü emretmez onlar şımar
ıklıklarına devam edecek çarpıtmanın dik alası bundan sonra yapılıyor ALLAH insan
lara yukarıdaki alıntıda çirkin iş yapmalarını nerede emrediyor şımarıklara itaatı
emrediyor itaattan kasıt ne Benim kanunlarıma peygamberlerim vasıtası ile bildir-
diğim ilahi yasaklara uyun hırsızlık yapmayın fuhuş yapmayın yalan söylemeyin
puta putlara tapmayın ALLAH bir topluma toplumun ileri gelenlerine neyi emreder
yukarıdaki alıntıda çirkindrn kasıt ne iddia yı yapan kendi kendine tenakuza düşüy-
or ALLAH ın insanlara çirkin işler yapmasını emretmekte diyeceksin HAŞA ama
meydanda emrettiği çirkin iş yok ALLAH Adalet sahibi dir herkese hakkını verir mülk onun dilediğini yapar zerre kadar iyiliği olan karşılığını zerre kadar kötülüğü
olan karşılığını alır lafa bak çirkin işler yapılmasını emretti diyeceksin çirkin emiri
söyleyemiyeceksin üstelik söylemiş gibi yazıp çarpıtacaksın. devam edecek.
MUTA.
#478
Gönderim zamanı 17.10.2006 - 02:35
AÇIKLAMA.
Bütün ilahî metinler insanlar tarafından anlaşılsın diye vahyedildiğine göre, onlardan her birinin, mesajı ulaştırmakla görevli peygamber hangi kavimdense hitap da ilk ağızda onlara olacağı için, o kavmin diliyle indirilmiş olması zorunludur
Yahut: "Dilediğini saptırır/sapıklık içinde bırakır; dilediğini de doğru yola yöneltir". "Allah'ın saptırması" ya da "sapıklık içinde bırakması"na ilişkin tüm Kur'ânî atıflar ancak, 2:26-27'de ortaya konan "Allah, kendisine karşı taahhütlerini bozan fasıklardan başkasını saptırmaz" ilkesiyle birlikte düşünülmeli, bu temel üzerinde değerlendirilmelidir (bu konuda ayrıca bkz. 2. sure, 19. not); bu, şu demektir: insanın sapıp da "yoldan çıkması", kelimenin avamî anlamıyla "kader"in ya da "alınyazısı"nın keyfî bir sonucu değil, fakat kesinlikle insanın kendi tutum ve eğilimlerinin bir sonucudur (karş. 2. sure, 7. not). Yukarıdaki ayete ilişkin yorumunda Zemahşerî, insanın elinde tuttuğu bu serbest seçim imkanı üzerinde durarak şunu belirtmektedir: "Allah, tutum ve davranışlarının gidişi itibariyle asla imana ermeyeceğini bildiği insanların dışında hiç kimseyi saptırmaz, sapıklık içinde bırakmaz; ve yine Allah, imana olan eğilimini bildiği insanların dışında kimseyi doğru yola yöneltmez, doğru yola sokmaz. Bunun içindir ki, yukarıdaki ayette Allah'a izafe edilen saptırma/sapıklık içinde bırakma' ifadesi, Allah'ın, sapmaya eğilim gösteren kişiyi rahmet ve hidayetinden yoksun kılarak kendi haline bırakması (tahliye) anlamına, doğru yola yöneltme' (hidayet) ifadesi ise, bunu hak eden kişiye başarı (tevfîk) ve destek sağlaması anlamına gelmektedir. Bu itibarla, "Allah, yüzüstü bırakılmayı hak edenlerin dışında kimseyi yüzüstü bırakmaz; buna karşılık yardım ve desteği hak edenlerin dışında kimseye yardım ve destek vermez". Zemahşerî, 16:93'de benzer bir ifadeyi yorumlarken de şöyle diyor: "[Allah, bile-isteye] hakkı inkar yolunu seçip bu [inkarcılığı]nda inat göstereceğini bildiği kimseyi yüzüstü bırakır; ve ... imanı seçeceğini bildiği kimseye de (bu yolda) yardım ve destek bahşeder: Bu durum, sonucun [insanın] serbest seçimine (ihtiyâr), yani [Allah'ın] destek ve yardımını mı yoksa yüzüstü bırakıp yardımından uzak tutmasını mı hak etmesine bağlı olduğunu göstermekte, insanın liyakatini hesaba katmayan cebrî yorumları hükümsüz kılmaktadır".
Bu açıklamadan anlaşılacağı üzere ALLAH kullarının iradesi ile istediğini yaratmakta
dır kim neyi talep ederse onu verir. ALLAH ın gönderdiği peygamber ler kutsal kitap lar varken kişi inanmamakta ısrar eder kendi bildiğini okursa kendi istediğini
ona verir kimse KUR,AN da n hiç bir şey çarpıtamaz gerçek meydana çıkar.
Devam edecek.
MUTA.
#479
Gönderim zamanı 17.10.2006 - 02:57
* Herşey Allah'a boyun eğer mi? 30:26'ya göre herşey Allah'a boyun eğer, ama düzinelerce ayet, hem Şeytan'ın (7:11, 15:28-31, 17:61, 18:50, 20:116, 38:71-74) hem de birçok değişik insanın Allah'a boyun etmeyi reddetmesinden, başkaldırmasından sözeder
Yukarıdaki alıntı sparkplus a aittir.Melekler dostumuzmudur diyor sonra ALLAH tan
başka dostumuz yoktur diyor Meleklerin mahiyetini vazifelerini ya bilmiyor yada
kasıtlı olarak çarpıtıyor melekler inanan insanların dünya ve ahiret hayatında dost-
larıdır ALLAH ın emrinden bir an bile dışarı çıkamazlar ALLAH dost bildiğini dost düşman bildiğini düşman bilirler.
ALLAH a şu anki devrimizde internette yani sanal alemde boyun eymeyi reddeden-
ler yokmu var neden imtihan var neden cennet cehennem var hepsinin bir sebebi
var isteyen istediğine kavuşur. devam edecek.
muta.
#480
Gönderim zamanı 17.10.2006 - 03:27
Birincisi Kur'an'dan sadece O'nun izin verdiği doğru dürüst bişey anlar. Bazısı O ilmi haketmez. O da hakedene kadar vermez. Kendimden biliyorum.
ikincisi, evrenin yaşı 10.000.000.000 güneş yılıdır. Kafası karışanlar için 6 gün 6 adım şeklinde yorumlarnırsa daha mantıklı olur. Yoksa güneş de sonradan ortaya çıkmış bişey malum Ezeli ve ebedi olan sadece O'dur.
Bir de gelip geçip Mübarek'in ayetlerini tartışarak bi yere varamayacağız gibi. agnostist zaten yeterince art niyetle bakıyor. Zaten söylenenlerin tamamı laf ebeliği. Yazık... Cennet de cehennem de dünkü akşam yemeğinden daha gerçek agnostist. Allah ıslah etsin.
Bu mesaj mithrandir tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 17.10.2006 - 03:33
Benzer Konular
Konu | Forum | Konuyu Açan | İstatistikler | Son Mesaj Bilgisi | |
---|---|---|---|---|---|
Çelişkiler |
Fotoğrafçılık | alsancakE24 |
|
|
|
Büyükanıt Muhtarlar İmamlar Ve Bitmeyen Çelişkiler |
Güncel |
|
|
|
|
Kuran'daki Çelişkiler |
Geri Dönüşüm Kutusu | berh@NDOG@N |
|
|
|
DİNDEKİ ÇELİŞKİLER VE AGNOSTİSİZM |
Geri Dönüşüm Kutusu | IssIz |
|
|
|
DİNDEKİ ÇELİŞKİLER VE AGNOSTİSİZM |
Geri Dönüşüm Kutusu | IssIz |
|
|
56 kullanıcı bu konuya bakıyor
0 üye, 56 ziyaretçi, 0 gizli