neden belirtmesek de olur.
Darbe İyi Bi Şey Midir.
#1
Gönderim zamanı 16.04.2009 - 15:30
neden belirtmesek de olur.
#2
Gönderim zamanı 16.04.2009 - 15:42
#3
Gönderim zamanı 16.04.2009 - 16:47
benimfikirlerimi yayan darbeci iyidir karşıtım kötüdür.
herkesin gönlünden bu geçer ama dışarıya söylemez
#4
Gönderim zamanı 16.04.2009 - 16:48
#5
Gönderim zamanı 16.04.2009 - 17:41
eğer asıl manası olan "ıslah" için yapılıyorsa halk için de iyidir. tabi bu hakkını arayamayan halklar için, günümüz toplumlarında bu "ıslah" bizzat halk tarafından seçimler yoluyla yapılıyor zaten. askeri bi darbe bu durumda biraz abest
bence tabi
#6
Gönderim zamanı 16.04.2009 - 17:44
Dürüstlük iyidir.
Açıklık iyidir.
Netlik iyidir.
İkiyüzlülüğe tenezzül etmemek iyidir.
Kaypaklığa, kayganlığa kaçmamak iyidir.
Bunlarda anlaşıyor muyuz?
Anlaşıyorsak devam edelim.
Askerî darbelerin her türü alçaklıktır.
Kendi halkına silah doğrultmak ihanettir.
Bunda anlaşıyor muyuz?
İşte burada bir sessizlik oluyor.
Kendine “sol” diyen, kendine “aydın” diyen, kendine “yazar” diyen insanların bir kısmında bir kayganlık ve kaypaklık beliriyor bu noktada.
Sizi bilmem ama bende bir tür iğrenti duygusu yaratan bir kaypaklık bu.
“Ergenekon” meselesi ortaya çıktığından beri ortalık iyice bir kaypaklaştı.
Çünkü Ergenekon dediğiniz şeyin ana damarı darbecilik.
Ergenekon’u savunmak için kıvranıp duran bu “solculara, yazarlara, aydınlara” açıkça, net bir şekilde sormalıyız.
Darbe konusunda ne düşünüyorsunuz?
Bir askerî darbeden yana mısınız?
Değil misiniz?
12 Eylül’ü “lanetleyen”, 12 Eylül’de acı çekmiş çok insanda darbe heveskârlığı görmek insanı şaşırtıyor.
Bunlar ya mazoşistler...
Ya da “12 Eylül’de solcuları astılar, o kötüydü, bu sefer dindarları, Kürtleri, demokratları asacaklar, o iyi” diyen ikiyüzlü, aşağılık, vicdansız bir inanışları var.
Sanırım “darbe” konusunda bir türlü açık konuşamamalarının arkasında, “bunun nasıl aşağılık bir iş olduğunu fark eden” bir düşünceyi hâlâ içlerinden silememiş olmaları yatıyor.
Yakında o “düşünce kırıntısından” da kurtulup maskelerini iyice atarak yüzlerini bize gösterirler.
O güne kadar onlara sormalıyız.
Darbeden yana mısın, değil misin?
Darbeden yanaysan, yap darbeyi.
Cezası neyse çekmeye de razı ol.
Bu sefer darbeyi de, darbecileri de affetmeyecekler çünkü.
Yok, “darbeye karşıyım” diyorsan, o zaman Ergenekon’u niye savunduğunu, dilini kulağından çıkarıp açıkça anlat.
Ergenekon’la darbe arasında bir bağ olmadığına mı inanıyorsun?
Ergenekon sanıklarının, bir darbe hazırlığında olmadıklarına mı inanıyorsun?
Eğer öyle inanıyorsan, bulunan cephanelikleri, Danıştay baskınını, Cumhuriyet Gazetesi’ne atılan bombayla Ergenekon cephaneliğindeki bombaların aynı seri numarasına sahip olmasını, darbeci paşaların hazırladıkları “lahikaları”, fişlemeleri, kayıtlara geçen konuşmaları, yazışmaları, toplantıları, Özden’in ve Balbay’ın günlüklerini, İlhan Selçuk’un “paşaya” söylediklerini, Manisalı’nın General Ersöz’e tavsiyelerini, rektörlerin “hemen harekete geçelim” önerilerini nasıl açıklıyorsun?
Ne bunlar sence?
Oyun mu?
Eğlence mi?
Ergenekon sanıkları arasında bulunan JİTEM’cilerin Güneydoğu’da öldürdükleri insanlar “hayal” mi?
O kuyulardan çıkan kemikler ne?
“Darbeye karşıyım” diyorsan ve Ergenekon’u savunuyorsan bunlara ne diyorsun?
Kıbrıs’ta yapılanlar hakkında, “oğula babasını öldürtecek” beyin yıkamaları hakkında, dağıtılan milyonlarca dolar hakkında ne düşünüyorsun?
Bir sendika başkanının milyonlarca doları darbecilere vermesi sana normal mi geliyor?
Profesörlerle darbecilerin işbirliğini olağan mı karşılıyorsun?
Niye Ergenekon’u savunuyorsun?
Niye gerçekleri gizlemeye çalışıyorsun?
Söyle bize, bunları niye yapıyorsun?
Darbecilerin gelip dindarları, Kürtleri, demokratları asması çok mu mutlu edecek seni?
Çok mu sevineceksin?
O insanların öldürülmesi için çalışanları desteklemek sana “solculuk” gibi mi gözüküyor?
Böyle bir şeyi desteklemek insanca mı geliyor sana?
Yeryüzünde darbecileri destekleyen kaç aydın gördün?
Faşistlerle kolkola giren kaç sanatçı tanıyorsun yeryüzünde?
Biliyorum var birkaç tane ama onlar da “lanetliler” arasında çoktan yerlerini aldılar.
Onların arasına mı katılmak istiyorsun?
Kendine sanatçı diyen, aydın diyen, yazar diyen, gazeteci diyen daha da önemlisi kendine “insan” diyen biri için “darbeyi desteklemekten” daha büyük bir günah, daha büyük alçaklık, daha büyük bir suç yoktur.
“Ben AKP’ye kızıyorum onun için darbeyi destekliyorum” demek insanı alçaklıktan kurtarmaz.
AKP’ye karşıysan ona oy verme, ona karşı bir partiye gir çalış ama “halk benim seçtiğim partiyi seçmez onun için darbe olsun” dersen küçük bir Kenan Evren olursun.
Oluyorsun da.
Üstelik o, darbeyi yapmıştı, sen sadece “işbirlikçisin”, darbecilerin peşinde “paşam, paşam” diye dolaşan bir arsızlıkla kirlenmişsin.
“Dindarları, Kürtleri, demokratları assınlar”, bunu mu istiyorsun?
Sen buna “solculuk” mu diyorsun, sen buna “sanatçılık” mı diyorsun, sen buna “ilericilik“mi diyorsun?
Bunlar ilericilikse, “rezillik” nedir be oğlum, kaypaklık nedir, alçaklık nedir?
Ahmet ALTAN
"YURTTA SULH, CİHANDA SULH"
’Düşüncenin üstesinden gelemeyen‚ düşünenin üstesinden gelmeye çalışır.
Paul Valéry
#7
Gönderim zamanı 16.04.2009 - 17:52
"YURTTA SULH, CİHANDA SULH"
’Düşüncenin üstesinden gelemeyen‚ düşünenin üstesinden gelmeye çalışır.
Paul Valéry
#8
Gönderim zamanı 16.04.2009 - 17:58
#9
Gönderim zamanı 16.04.2009 - 20:07
Sevgili Wale,bir çıktı önerisinde de ben bulunayım izin verirsen.6 Temmuz 2008, Pazar tswrihli bir yazı.
AKP’nin Demokrasisi Genelkurmay'ın Kapısına Kadar!
Emekli askerlere, askerin işlerine burnunu sokan siviller olarak dokunulabilir. Güvenlik gerekçesiyle koca bir kasabayı bombalayan “iyi çocuklar”, onları koruyan komutanlar Bastille'de kalıyorlar. Bastille ile ilgilenmekse baldırıçıplakların işi.
Radikal - İstanbul
6 Temmuz 2008, Pazar
Ertuğrul KÜRKÇÜ - kurkcu@bianet.org
Emekli Orgeneraller Hurşit Tolon ve Şener Eruygur ile Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Sinan Aygün ve Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay’ın, diğerleriyle birlikte “Ergenekon Operasyonu” kapsamında gözlem altına alınmaları, bundan böyle darbe girişimlerinin, askerin görev suistimalinin son bulduğu ve milletçe bir “demokratik esenlik” alemine vardığımız; bir gecede sessiz sedasız ve kansız bir devrimle “ancien regime”in (Fransız devrimin diliyle eski düzenin) bir daha geri gelmemek üzere çökertildiği anlamına mı geliyor?
Sorunun cevabını biliyorsunuz. Siz ya da bir yakınınız Bastille’i zaptedenler arasında olmadığınıza göre böyle bir hayale kapılmanız sadece akıl sağlığınızdan şüphe edilmesine neden olabilir.
Yanılsama?
Gene de Tolon ve Eruygur’un, askeri denetim altındaki kuruluşlardaki konut ve bürolarında gözlem altına alınarak/arama yapılarak polise teslim edilmesinin, emekli paşaları da askeri vesayet rejiminin bir bileşeni olarak göregelenler için bir yanılsama yaratmış olması mümkün.
Vesayetin devamından yana olanlar, örneğin CHP lideri Deniz Baykal için bu: “...Tıpkı Hitler’in 30 Haziran gecesi başlattığı, milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlanan iktidarını pekiştirdiği dönem gibi. Ya da "Büyük Temizlik" olarak adlandırılan Stalin’in 1937- 1938 yılları arasındaki uygulamaları gibi, bir şey...”
Vesayete karşı olanlara, örneğin Radikal yayın yönetmeni İsmet Berkan’a göreyse, “...darbeye teşebbüs artık soruşturulmama ve ceza almama garantisini içeren bir suç olmaktan çıktı dün itibarıyla. Yani, Ergenekon davasının sonucu ne olursa olsun, soruşturmanın kendisi bile Türkiye’nin demokratik standartlarını şimdiden yükseltti, bir sessiz devrim daha yaşadık...”
Soruşturmayla bağlantılı olarak daha çok AKP yanlısı gazetelere yansıyan, “7 Temmuz’da Kaos” yaratma ve darbeyi başlatma planlarının ele geçtiğine ilişkin haberlerin doğruluğundan emin olamayız. Ancak bu haberler bütünüyle doğru olsa bile, haberle hiçbir muvazzaf (görevi başında) askerin ilişkilendirilmemesi, “darbe” iddiasını inandırıcılıktan uzaklaştırıyor.
Maceracı bir ekip
Sonuçta, 2004’ten bu yana süresi dolduğu için ya da erken emekli edilerek adım adım Silahlı Kuvvetler komuta kademelerinin dışına sürülen bir ekibin “Ergenekon Operasyonu” kapsamında toparlanmasıyla karşı karşıyayız. Bunlar silahlı kuvvetler yüksek komuta kademesine dahil olmanın sağladığı kozmik avantajlardan ve sivil yargı alanının dışında kalmanın tanıdığı dokunulmazlıktan yoksun kaldıkları an siyasi rakiplerinin eline düşmüş bir maceracı -evet zamanında yüksek rütbeli olmuş ama maceracı- grubundan fazla birşey değil.
Bunların görevleri başında oldukları sürece, esas olarak 28 Şubat 1997 müdahalesinin başarıya ulaşmasının verdiği moral güçle neredeyse herkesin gözleri önünde, oluşturdukları kuraldışı ağlar, etki alanları, köstebek timleri, medya bağlantıları, kara para, kontrgerilla uzantılarıyla sivil işbirlikçilerine yönlendirdikleri uyuşturucu trafiği gelirleriyle ülke çapında bir maddi nüfuza sahip oldukları kimse için bir sır değildi.
Manevi nüfuzun başlıca kaldıracı da “Şeriat” ve “Bölücülük” tehlikesinin manipülasyonuyla üretildi. 28 Şubat 1997’den bu yana bütün meslek odaları ve sendikalara, esnaf derneklerine, sermaye örgütlerine, akla gelecek gelmeyecek bütün taban örgütlerine, politik partilere, yardım kuruluşlarına bu gerekçelerle müdahale edildi, bağlantı unsurları sokuldu, söylem ve dil birliği sağlandı. Üstelik bütün bunlara 12 Eylül’ün kılıç artığı eski solcular da ortak edildi: Onlar askere bir kere yenildikleri için artık toplumsal kurtuluşun kaynağının örgütlü halk değil Silahlı Kuvvetler olduğuna iman etmişler ya da buna iman ettikleri günleri yeniden hatırlamışlardı.
Bütün bu dönem boyunca Orgeneraller Hüseyin Kıvrıkoğlu, Tuncer Kılınç, Aytaç Yalman, Şener Eruygur, Hurşit Tolon ve diğerlerinin gündelik siyasete açık ve sert müdahaleleri, sadece politik liderleri değil, aydınları, sanatçıları hedef alan sözlü saldırıları, Kürt Sorunu, Kıbrıs Meselesi, Avrupa Birliği üyeliği konusunda kendileri gibi düşünmeyen herkesi “vatan haini” ilan eden beyanları, zaman zaman karargahtan sızan politik fişlemeler, savcı yetkileriyle donanmış olmasa da politik uyanıklık sahibi olan herkesin ortada “birşeyler döndüğünü” anlamasına yeter de artardı bile.
Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Oramiral Özden Örnek’in sahiciliği kanıtlanmış günlükleri bu günlerin “içeriden” anlatımı açısından paha biçilmez bir politik arkeoloji numunesi sayılabilir. Bu günlüklerin de açıkça ortaya koyduğu gibi onların iradesine üstün gelen iki etken “tavında dövülmeyen demir”in kırılmasına yol açtı. Birincisi Silahlı Kuvvetler hiyerarşisi bir bütün olarak “darbe” fikrini benimsemiyordu, ikincisi uluslarası ortam (yani NATO’nun patron ülkeleri, AB ve ABD) açısından şartlar uygun değildi.
Eksantrik bir organizasyon
Sonunda darbenin suyu çıktı. Darbeciler, komuta hiyerarşisindeki yerlerini kaybettiler. Günlükler işportaya düştü, eski güç sahiplerinin yalpaladıklarını, güçten düştüklerini farkeden ordu içindeki her türden (liberal, dinci, Avrupacı, ABD’ci, hiyerarşici, “devlet içinde devlet olmaz”cı) karştıları, medyaya, savcılıklara, polise, yukarıya-aşağıya laf ve bilgi taşımaya başlayınca “Ergenekon” bombaları, günün birinde görevini yapmaktan kaçınamayacak ve darbecilere borçlu olmayan bir savcının eline geçiverdi, o günden beri aslında “dokunulabilir olanlar”a, sadece onlara, dokunulduğu bir “Ergenekon Operasyonu” sürecinden geçiyoruz.
“Ergenekon” bir merkezi devlet organizasyonu değil, eksantrik (merkezi kayık) bir organizasyon. Esas olarak devlet kudretini, iradesini, kolektif şuuru değil, bu kudreti kendi merkezi iradesi dışında harekete geçirme ve bir kaos sürecinde kontrolü devralma ihtirasını yansıtıyor.
Silahlı Kuvvetlerin bugünkü komuta kademesinin başında duran Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt ve Kara Kuvvetleri Komutanı Org. İlker Başbuğ’un bu süreçte kendilerini bu “darbe günlükleri”ne düşmekten sakınacak kadar ihtiyatlı hareket ettikleri ve maceracı bir girişimden çok kurumsal bir etki ile ilgilendikleri ve bir askeri diktatörlük peşinde koşmaktan çok “askeri vesayet”in kurumsal sürdürülebilirliğine yatırım yaptıkları anlaşılıyor. Bunun pratik sonucu Şener Eruygur ve Hurşit Tolon’un askeri koruma altındaki konutlarından silahlı kuvvetler gözetini altında çıkarılıp polise teslim edilmeleri.
"Dolmabahçe Mutabakatı" yürüyor...
Bu tablo herhangi bir spekülasyona gerek bırakmıyor. “Dolmabahçe Mutabakatı” yürüyor. Bu mutabakat, Silahlı Kuvvetlerin Adalet ve Kalkınma Partisi’ni sevdiği ve benimsediği anlamına gelmiyor : Sivil işlerin sivillere, güvenliğin askerlere bırakıldığı ve kimsenin ötekinin meşruiyetini sorgulamayacağı konusunda bir mutabakata vardığı anlamına geliyor sadece.
Bu bakış açısından emekli askerler sadece askerin işlerine burnunu sokan birer sivil olarak görünmeye mahkum. Onlara dokunulabilir. Ya güvenlik gerekçesiyle koca bir kasabayı ve ahalisini bombalayan “iyi çocuklar”, onları koruyan ve kollayan muvazzaf komutanlar. Onlar Bastille’de kalıyorlar... Bastille ile ilgilenmek ise -burada da Fransız Devrimi sözlüğünü benimseyecek olursak- her zaman baldırıçıplakların (“sans-culotte”) işi oldu... (EK/NZ)
********************************************************************************
**************
Ahan da ikinci çıktı isteğim
"Ergenekon" ve Politik Bağlam: Üçüncü Bir Kutup Var!
"Ergenekon" operasyonu çevresinde süregiden iktidar çatışmasının, bu hesaplaşmanın iki ucunda yer alanların hesabına gelmeyen üçüncü bir tarafı var: Emeğin, ezilenlerin, yoksulların, Kürtlerin, Alevilerin, kadınların, gençlerin kutbu.
Radikal 2 - İstanbul
28 Temmuz 2008, Pazartesi
Ertuğrul KÜRKÇÜ - kurkcu@bianet.org
“Bu ‘kansız’ bir iç savaş…Ya bizdensiniz, ya onlardan!”
“Ergenekon” koğuşturması/hesaplaşması süregidiyor. Dünün hikmetinden sual olunmaz ordu komutanları kekeleyerek mağdurun söylemini keşfeder, hapishaneden uçurdukları pusulalarla “adalet” aranırken, düne kadar kudret sahiplerinin zulmünden korunacak sığınak arayanlar, bugün mağrur paşaların dilini ödünç almaktan alıkoyamıyor kendilerini.
Bu, boyun eğdirdiklerinden daha yüksek bir kültüre sahip olmayan fatihlerin kaçınılmaz kaderi: Yenen, yenilenin kültürünü devralır!
Gerçi, “iç savaş” mecazı yaşadığımız hercümerci sözcüğün geniş anlamında karşılar belki. Ama o kadar… Ne yazık ki, bu, “kansız” değil, Türkiye'nin bütün fay hatlarını kırarak, Kürt savaşının, Sivas katliamının, Gazi Mahallesi katliamının, Hizbullah’ın seri cinayetlerin, yargısız infazların, cezaevlerindeki kıyamın, rahiplere, Hrant Dink’e Danıştay yargıçlarına yönelik suikastlerin içinden bata çıka giden, insani, toplumsal, politik, maddi ve kültürel bedelini çok pahalıya ödediğimiz bir savaş…
İktidar savaşı
Araya savcıların, yargıçların girmesi şaşırtmasın, bu “başka araçlarla süren” bir iktidar çatışması. Bir yanda, Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistem yeniden dizilirken küresel piyasada rekabet avantajını Avrupa Birliği ile bütünleşmekte gören büyük sermayeyle “Anadolu Kaplanları”nın AKP ekseninde oluşturdukları bir gözü Orta Doğu’da bölgesel nüfuz peşinde çelişkili ittifak var. Öte yanda gücünü üretimdeki yeri ve rolünden çok, devletin göreli özerkliğinin kendilerine tanıdığı hareket kabiliyetinden ve askerin politik nüfuzunu çekip çevirmekten alan, Türkiye'nin geleceğini “Avrasya”nın yeniden şekillenişi içerisinde konumlandırmaya çalışan karmaşık bir başka ağ. Bugün kısaca “Ergenekon” denilen bu yapının ufkunda politikleşmiş-askeri manipülasyonlarla iktisadi, toplumsal yapıları denetim altına alarak Türkiye'yi Çin ve Rusya arasında şekilleneceği varsayılan “Avrasya”ya yönlendirmek var(dı).
Birincisi ister istemez “demokratik”, ikincisi ise “otoriter” kapitalist rejimlere meyleden bu iktidar çatışmasının iki ucunda yer alanlar, yedeklemeye, yedekleyemedikleri nispette görmezden gelmeye, görmezden gelmeleri güçleştikçe sözcülerini itibardan düşürmeye çalışsalar da hesaplaşmanın, onların hesabına gelmeyen üçüncü bir tarafı var: Emeğin, ezilenlerin, yoksulların, Kürtlerin, Alevilerin, kadınların, gençlerin kutbu. 1 Mayıs’ta Taksim’e yürüyenler, SSGSS yasa tasarısına karşı karşı ayağa kalkanlar, çevresel yıkıma, kentsel dönüşüm haydutluğuna meydan okuyanlar, nükleer santrallere, siyanürlü altın madenciliğine direnenler, barış ve halkların kardeşliği için on yıllardır mücdele edenler bu kampta. Kapitalizm zeminindeki bu çatışmada taraflaşmak onların politik ve toplumsal konumlarını geliştirmeye olanak vermiyor, o nedenle onlar topluma bu çatışmanın taraflarının arkasından değil kendi kürsülerinden seslenme çabasında.
“Ergenekon”la yetinilmesin!
Elbette, seçilmiş bir hükümeti, seçimler yoluyla alaşağı etme kapısı siyaseten ve hukuken açık olduğu halde gözlerimizin önünde darbeyle devirmeye kalkışan, bunun için tedhişe, cinayete, sabotaja girişen “Ergenekon” çetesi cezasını çekecek. Elbette “sol” herkes için olduğu gibi onlar için de adil yargılamanın garanti edilmesini isteyecek, ama hak ettikleri gibi cezalandırılmaları için... İçine düştükleri açmazdan onları nasıl çıkaracağını avukatları Deniz Baykal düşünsün!
Apaçık ki, “Ergenekon”u bugünkü çöküşe sürükleyen “ihbar” ve “iftiralar” değil Yaşar Büyükanıt ile Tayyip Erdoğan arasında oluşturulan 5 Mayıs 2007 “Dolmabahçe Mutabakatı”ndan sonra Silahlı Kuvvetlerin “Avrasyacılar”a verdiği taktik desteği geri çekmesiydi. Türkiye’nin en küresel kurumu olan ordu AKP’nin liberal müttefiklerinin de –tıpkı proto-faşist karşıtları gibi- sık sık ve temelsizce ileri sürdükleri şekilde politik hayata kendi doğasında içkin olan bir AB karşıtlığı refleksiyle müdahale etmiyordu. Onları kurumsal olarak harekete sevkeden, Irak Savaşı’nın ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin "toprak bütünlüğü"nün tehdit altına girdiği algısıydı.
Silahlı Kuvvetlerin genel hattına yön veren Milli Güvenlik Siyaset belgesi -Kasım 1997’de Hürriyet’in ortaya attığı ve hiç yalanlanmayan ve daha sonra aynı istikamette güncellenen o “belge”- başka şeylerin yanı sıra, şu stratejik hedefleri ileri sürüyordu:
•Türkiye'nin Batı'ya dönük yüzünde hiçbir değişikliğe gidilmemelidir.
•Türkiye'nin AB'ye tam üyelik konusundaki hedefi korunmalıdır. Ancak bazı Avrupa ülkelerinin bu konudaki olumsuz tutumları göz ardı edilmemelidir.
•Türkiye'nin dünya ile bütünleşmesine yönelik, özelleştirme de dahil ekonomik çabalar artırılmalıdır.
Silahlı Kuvvetlerin “Batı” ile asıl çelişkisi, Irak Savaşı’ndan sonra ve Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkilerinde baş gösterdi. Irak Savaşı’na dahil olamayarak Kuzey Irak’ta inisiyatifi elden kaçıran, inisiyatifi geri kazanma girişimleri “çuval” operasyonu ile boşa çıkarılan Silahlı Kuvvetler 2002’den başlayarak elindeki bütün politik gücü ABD’ye karşı seferber etti. Memleketi bir uçtan ötekine kateden ABD düşmanı “milliyetçi” psikolojik harekat eşliğinde Irak’a "sınır ötesi operasyon" hakkını Washington’dan "söke söke" aldı. Ama karşılığında “sivil inisiyatifleri” de içeren, AKP’nin gözetiminde sürecek, İslam kardeşliğiyle bezeli, Kuzey Irak- Güneydoğu Anadolu eksenli yeni bir Kürt politikasını kabullendi. “Sınır ötesi" hava operasyonlarını içeride AKP'nin "İslami operasyonları"yla bütünlemesi gerektiğine karar verdi: PKK’dense AKP’ye "evet" demeyi seçti.
Bu, ordunun himayesindeki “ulusalcı kampanya”nın da sonu oldu. İçeride estirilen "ABD düşmanlığı" havasına eşlik eden "milliyetçi kışkırtma"lar, bu kışkırtmalar" için gereken "yıkıcı örgütlenmeler", bu “yıkıcı örgütlerin” giriştikleri -sonuncusu Hrant Dink'in katli olan- suikast, sabotaj ve cinayetler, bu amaçla istihdam edilen STK'ler, partiler ve medyayla ilişkiler, emekli personelden alınan hizmetler ve benzerlerine artık gerek kalmamıştı. Susurluk sürecinde "Kürt milliyetçileri"ni bertaraf etmek için kullanılanların yaptıkları gibi "iplerini koparıp" kanserleşmelerinin sona erdirilmesinde fayda görüldü: "Ergenekon Operasyonu"na böylece yol verildi. Ama Org. Büyükanıt hiç bir politik yüklemi olmayan son açıklamasıyla sınırı da işaret etmiş oldu: “Suç işleyenler cezasını çekecek. Ama Silahlı Kuvvetler suç örgütü değildir.” Operasyon Müdafaa Caddesi’ndeki Arslanlı Kapı’da durdu.
AKP’ye karşı açılan kapatma davasıyla da Silahlı Kuvvetler’in dolaysızca ilgilenmediği CHP lideri Deniz Baykal’ın Genelkurmay’ın AKP’nin türbanı serbest bırakma girişimi karşısındaki sessizliğine tepkisinden kolayca anlaşılabilir: "Elde bir tek yargı kaldı". Nitekim “yargı” Silahlı Kuvvetleri ileri itmek güdüsüyle umutsuzca sonuncu hamlesini yaptı. Bu hamlenin giderek değişmeye başlayan politik-askeri güç dengesi bağlamında başlangıçtaki gücünü koruyabileceği oldukça su götürür.
Asıl hedef: Askeri vesayet rejimi
Tanrı yoksul kulunu sevindirmek isterse eşeğini önce kaybettirir, sonra buldururmuş. Bütün bu “Ergenekon” çemberi kendi üstüne kapanırken, milletçe “askeri vesayet” rejimimize yeniden kavuşuyoruz: Tanrının hakkı tarikata, Tayyip’in hakkı Tayyip’e, ordunun hakkı orduya. Militarist hotzotçuluğun, iktidar savaşında kendini “galip” sayanların diline neden bu kadar hızla sirayet ettiğini anlamak daha kolay olabilir şimdi.
Askeri vesayetin ihyası hamlelerine sırtını yaslayarak, askeri darbe bastırıyorum havasına kapılmak, eksantrik bir suç örgütü derekesine düşmüş olan “Ergenekon”un adli koğuşturmaya uğramasını şiddetlenen bir “iç savaş”, ve hükümetin “ordumuza laf ettirmeyiz” beyanlarını Ankara kapılarına asılmış bir “No Pasaran” pankartı olarak okuyabilmek epeyce yetenek ve hayal gücü istiyor gerçekten.
İnsanlar hem “sol”da yer tutmak hem de yeni iktidar bloku içinde bir yer edinmek, politik geleceklerini bu yeni muhafazakar-liberal hegemonya alanında inşa etmek, önümüzdeki seçimlerde AKP dalgası üstünde yükselmeye devam etmek uğruna bu fantezileri teori katına yükseltebilirler. Ne yazık ki, bu kurmaca teori emekçilerin ve ezilenlerin acil talepleriyle ilişkilendirilmek için ne zaman “biber gazı”yla test edilse fos çıkıyor.
Üçüncü bir kutba işte tam da bunun için ihtiyaç var: Sırf varolan askeri vesayet rejimini sürdürebilmek adına bütün bu “Ergenekon” faciasını milletin başına musallat eden asıl failleri, yani son 10 yıl boyunca boyunca, ellerindeki gücü kötüye kullanarak, görevlerini savsaklayarak binlerce insanın hayatının sönmesine, sonsuz büyüklükte maddi ve manevi kaynak ve enerjinin israf edilmesine yol açan bütün askeri ve politik kudret sahiplerini yargıç önüne dikmek için.
Bunu ancak hiçbir hükümetin sorumululuğuna ortak olmamış olanlar, Siyasi İslamın da “Ergenekon” milliyetçiliğinin de zulmüne hoşgörüsü olmayanlar, bir Sosyal Cumhuriyet talebiyle mücadele edenler yapabilir. Böyle bir kutup var! (EK)
Bu mesaj ebarah tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 16.04.2009 - 20:11
#10
Gönderim zamanı 16.04.2009 - 20:55
Aradan sıyrılıp bu işi ancak biz yaparsak olur,yapılan doğruda olsa yapanın bunu yapmaya hakkı yok,ancak biz yaparsak doğru olur edebiyatı,çıktı almaya değer bişeyde göremedim açıkcası...Kendini kutup gibi göstermek,ortalık toz dumanken bundan nemalanbilmek için yapılan çıkışlar fayda getirmez,koca koca kutupların eridiğini gördük, malum küresel ısınma var...
#11
Gönderim zamanı 16.04.2009 - 21:06
Ermenistan sınırı açılacak mı ?
Irak'ın kuzeyinde bağımsız bir kürt devleti kurulacak mı ?
Kerkük, Musul ve Kıbrıs ne olacak ?
İşsizliği ne yapacağız ?
Deniz Feneri dosyası neden hala daha tercüme edilebilmiş değil ?
Bunları kimse konuşmuyor. Demokratların, aydınların, liberallerin falanlar filanların bu konularda nedense hiç sesi çıkmıyor. Bir darbe muhabbetidir, bir kürt muhabbetidir almış başına gidiyor.
Madem halkını çok seviyorsun, biraz da bunlardan bahset. Arpanız kesilecek diye mi korkuyorsunuz yoksa ?
..............
Bir son dakika haberi, Adalet Bakanlığı YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu hakkında ihraç istemiyle inceleme başlatmış.
Neden ?
Bu mesaj Roy tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 16.04.2009 - 21:19
#12
Gönderim zamanı 17.04.2009 - 00:16
Peki ayak parmağı kesilmesi iyi midir? Peki kangren olmuşsa
Peki savaş iyi midir?...
Yani duruma göre değişir darbede iyi midir kötü müdür?
Her görüş gibi seveni sevmeyeni vardır.Darbeyi ben yapmışsam kesinlikle iyi bişeydir...
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
#13
Gönderim zamanı 17.04.2009 - 00:20
darbeli matkapta iyidir
#14
Gönderim zamanı 17.04.2009 - 10:53
illa kerpetenle diş çekmeye gerek yok ya.
Bunun doktoru var.
Modern tıp ilerledi baya.
Ama yasamaya ayrı yürütmeye ayrı zaman mı o niyeymiş ben darbe yapıyorum yıkıyorum çıkıyorum gibi bi şey var ya işte
o ayrı mesele.
Bu mesaj AnTiQa tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 17.04.2009 - 10:54
#15
Gönderim zamanı 19.04.2010 - 20:23
#16
Gönderim zamanı 11.01.2011 - 16:32
SEVDİÐİN KADAR SEVİLİRSİN
Benzer Konular
Konu | Forum | Konuyu Açan | İstatistikler | Son Mesaj Bilgisi | |
---|---|---|---|---|---|
Şikayetçiyim: Giuseppe di Matteo'nun Ölümü |
Şikayetim Var! | hüfyaa |
|
|
|
Yaraları çabuk iyileştiren bandaj geliştirildi |
Bilim & Teknoloji Haberleri | Haberci |
|
|
|
Rivayet Hadislere Gösterdiğimiz Saygıyı, İtinayı, Allah ın Ayetlerine |
Din & Ahlâk | halukgta |
|
|
|
Apple "En İyiler" listesini paylaştı |
Bilim & Teknoloji Haberleri | Haberci |
|
|
|
Youtube 10 bin kişiyi işe alacak |
Bilim & Teknoloji Haberleri | Haberci |
|
|
2 kullanıcı bu konuya bakıyor
0 üye, 2 ziyaretçi, 0 gizli