Hayata bakışını kökten değiştirdim onun. Artık daha az yaralanacaktı, daha az güvenecek, daha az tökezleyecek ama karşılığında daha az sevecekti.
Ona kimseyi körü körüne sevmemeyi öğrettim, kimseye sırtını dönmemeyi, kimsenin evine aramadan gitmemeyi. Kalabalıkta mesafeleri korumayı, ama yalnızken hiç olmadığı kadar bir olmayı. Aynı yatağı paylaşmayı, sarılarak uyumayı, alkolün dibine vurmayı, ucuz filmler seyredip gülmeyi, hiç bilmediği şarkılar dinleyip aklında kalan iki yabancı kelimeden o şarkıları bulmayı, telefonuna zil sesi yapmayı.
Evet ben öğrettim; yaşarken farkında değildim ama, benden sonrasına baktığımda görebildim. Benden intikam alıyordu aslında ama, yanlış kişilerden, benden sonrakilerden… Şimdi bir suçlu arıyorsanız o benim işte.
Belki ilk kez, belki değil ilk kez böylesini yaşamıştı, ben ne yaptım peki? Onu sevmedim, sevemedim… Sorun neydi bilmiyorum, bana birkaç yaş attığı fark mı, yoksa birkaç sene önce attığı bir imza mı?
Gözlerine bakardım uzun uzun, yeşilimde kaybolmasını izlerdim.
Onu kendi dünyama çekerdim usul usul, yolunu kaybetmesini izlerdim.
Saçlarımı toplamamı çok severdi, ben de onun saçlarıma dokunmasını.
O toplasın diye açık bırakırdım, bileğimde duran lastiği çıkarır, dağınık kıvırcık bal rengi lülelerimi bir kız çocuğu gibi toplardı, beni en çok öyle severdi.
Plan yapmamayı öğrettim ona, iki insanın saatlerce aynı dört duvara bakarak, o dağınık odada ne kadar mutlu olabileceğini, bir tencere spagettinin dünyanın en güzel tadını verebileceğini…
Tükürdüğünü yalamayı bile öğrettim ona. Eve her dönüşünde yarın yok diyordu biliyordum, ama gün ışığı galip geliyordu, onu bana getiriyordu.
Bitmek bilmeyen oyun saatlerimize ses çıkarmazdı, biz üç beş kişi bir orduyu bertaraf etmeye çalışırken, o arkadaki kanepeden bizi izler kimbilir neleri bertaraf ederdi? Biz de oyun oynardık kısacası, mutluluk oyunu. O seviyordu biliyordum, ben de istediğimi alıyordum. O zaman sorun nerdeydi?
Sorun her açılmayan telefonun arkasından gelen ümitsizlikteydi, her biten spagetti tenceresinin dibindeydi, her ucuz filmin “the end” indeydi, her bilinmeyen şarkının tekrar dinlendiğinde verdiğindeydi, o dağınık odadaki yatağın nevresimindeydi, dibini gördüğümüz bira şişelerindeydi, kalabalıkta korunan mesafedeydi, sorun bendeydi…
alıntı