Kelimeler önemlidir.. Kelimeler birer tuğla ise cümleler duvardır.. Aslında marifet, tuğlaları üst üste koyup duvar haline getirmek değildir.. Onu benim anneannem de yapar!
Önemli olan husus, o tuğlaların arasına harç koymak, o harcın çimentosunu ve suyunu iyi ayarlamak ve "düz duvar" yapabilmektir.. İşte tuğlalar arasına harç koymadan duvar örülmesi halinde o duvarın yıkılması nasıl ki kaçınılmaz bir gerçekliktir.. Kelimelerin arasına vicdan ve akıl koymazsanız neticede yine bir cümle oluşturmuş olursunuz ama o cümle hiçbir zaman uzun ömürlü olmaz..
Vicdan ve akıl koymak da yetmez..
Cümlenin estetik olması da gerekir..
Duvarı güzelleştirmek için nasıl ki sıva ve peşinden de boya yapılır; bir cümleyi estetik kılmak için de içine biraz mizah katılır, peşinden biraz ironi ve biraz teşbih sürülür.. Bu teşbih, ironi ve mizah "malzemesi", tıpkı çimento, kireç ve su gibi işin tuzu biberidir.. (Teşbih sanatından anlamayanlar şimdi kalkıp da şunu yazarlar mı bilmiyorum: "Duvarı örerken harcın içine tuz biber katılır mı, ey geri zekalı yazar.."!
İşte tam da burada duvar ile cümle arasında bir fark olduğunu belirtmek gerekiyor.. O fark şudur: Duvarın düz olması şart iken cümlenin düz olması şart değildir hatta "düz cümle" makbul de değildir.. Kelimeleri "yamuk yumuk" düzmek ama bu yamukluktan bir "ruh" ortaya çıkarmak marifet gerektirir..
Örneğin, bir cümle kurdunuz ve şöyle dediniz: "Toprağı çapaladım, tırmıkladım, aradan belli bir süre geçti ve o toprakta gül yetiştirdim. İşte toprak öylesine verimlidir.." Peki bu "düz cümleyi" Aşık Veysel nasıl oluşturdu?
Şöyle oluşturdu: "Garnın yardım gazmayınan belinen (Karnını yardım kazma ile bel ile) Yüzün yırtdım dırnağınan elinen (Yüzünü yırttım tırnak ile el ile) Yine karşıladı beni gülinen (Gül ile) Benim sadıh yarim gara torpahtır (Benim sadık yarim kara topraktır) Peki "
Kerem-Aslı, Ferhat-Şirin ile ilgili bir cümle kurun" deseler nasıl kurarsınız?
İşte o cümleyi, gönlü Sahra çölü kadar geniş, üslubu Atlas okyanusu kadar derin, vicdanı Kaçkar dağlarının zirvesindeki kar tanesi kadar berrak olan Serdar Tuncer bakın nasıl kurmuş:
"Kerem kendi suretini görmeden
Sen artık Aslı'na bürün demişler
Ferhat doğduğu gün isim vermeden
Bu çocuk ne kadar Şirin demişler.."
Yazı Fikri Akyüz'e aittir-takvim gazetesi.