İçerik değiştir



- - - - -

Beylikten Cihan Devletine Geçişin Sırrı


  • Yanıtlamak için giriş yapın
bu konuya 13 yanıt verildi

#1 Sultanım

Sultanım

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.113 Mesaj

Gönderim zamanı 04.06.2009 - 13:13


Tarih derslerinde Anadolu Türk Beylikleri anlatılır: Karamanoğulları, Çandaroğulları, Aydınoğulları, Osmanoğulları... Başlangıçta bunlar içinde gerek toprak, gerekse nüfus itibariyle en küçüğü Osmanlı Beyliği'ydi. Peki, nasıl oldu da, bu küçük topluluk büyük bir cihan devleti hâline geldi? Fuad Köprülü ve H. Adams Gibbons gibi tarihçiler bu konuda değişik tezler ileri sürmüşler: Osmanlıların sahip olduğu coğrafî konum, Orta Asya'dan uzanıp gelen Türkmen göçlerinin beyliğe kattığı taze güç, komşu Bizans'ın güçsüz olması vs. Ancak çoğu zaman bunları kendileri de yeterli görmemişler. Çünkü Osmanlı Beyliği'yle aynı konuma, aynı avantajlara sahip diğer beyliklerin varlığı görmezden gelinememiş.

Osmanlı Beyliği'nin ayakları üstünde durmasında; Ertuğrul Bey, Osman Bey ve Şeyh Edebâli gibi, yaşantıları ile sıra dışı olan şahsiyetlerin rolü büyüktür. Ertuğrul Bey daha işin başında, istikbalde oğlu Osman'ın geleceği konumu az-çok tahmin etmiş ve ona; "Beni kır, Edebali'yi kırma!" derken Şeyh Edebâli'nin şahsında ilme ve ilimlerin kaynağı Alîm olan Allah'a (celle celâlühü) gösterilmesi gereken hürmeti ortaya koymuştur. Babasının vasiyetine uyan Osman Bey, Şeyhi Edebâli'nin: "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!" nasihatini ciddiye almış ve "Halka hizmet Hakk'a hizmettir." düsturunu benimsemiştir. Devletin varlık sebebinin İlâ-yı Kelimetullah olduğuna ve ancak Rıza-yı İlâhî'ye bağlı hareket edildiği takdirde ayakta kalınacağına daha ilk günlerden inanılmıştır. Meşhur hâdisede, Osman Bey, Kur'ân-ı Kerîm'e hürmeten ayaklarını uzatıp yatamıyor ve sabaha kadar Mushaf-ı Celile'yi okuyordu. Altı saat okunan bu Kur'ân, her işimizde çektiğimiz besmele gibi, altı asır sürecek istikbalin cihan devletinin mukaddes besmelesi oluyordu. Osman Bey, vefat ettiğinde kalan mirası ancak şu kadardı: Denizli bezinden yapılmış sarıklık bez, at için zırh takımı, bir tuzluk, bir kaşıklık, bir çift çizme, Alaşehir dokumasından kırmızı renkli sancaklar, bir sade kılıç, bir tirkeş, bir mızrak, birkaç at, misafirlerine ve halkına ikram için beslediği -ki bu bey olmanın gereğidir- üç sürü koyun. Bu miras ile Osman Bey bağlı bulunduğu İslâm dininin tasarruf, iktisat prensiplerini beyliğinin temeline yerleştirmiştir. Nitekim Yavuz da, süslüce giyinen şehzadesine söylediği; "Beyzâdem, giymesi için annene pek bir şey bırakmamışsın!" sözüyle, Osman Gazi'yle aynı temel üzerinde yürüdüğünü göstermiştir.

Yukarıdaki vasiyet ve nasihatler nesiller boyunca devam etti. Avrupa'nın kuvvetten başka bir güç ve otorite tanımadığı dönemlerde, yeni yeni filizlenip gelişen Osmanlı Devleti'nde adâlet, hak ve hukuk prensiplerine göre hareket etmek; babadan oğula, nesilden nesile sarsılmadan intikal etti. Osmanlı Şeyhülislâmı ve tarihçisi olan Hoca Saadeddin Efendi, Osman Bey'in oğlu Orhan'a olan vasiyetini şu ifadelerle nakleder: "Her işten önce din işlerine dikkat et, dâima cihad ile devletini büyütmeye çalış, askerinle, malınla gururlanma! Zîrâ onlar Allah yolunda cihad, milletin işlerinin yerli yerinde görülmesi, cihana adalet ve fazileti yayman için vasıtadırlar. Benden ibret al ki, bu diyarlara zayıf bir bey olarak gelip hak etmediğim hâlde Allah'ın bunca yardımına mazhar oldum. Her bir işe teşebbüste Allah'ın yardımına güven!" Osman Bey'in bu vasiyetinde altı çizilen Allah rızası, hak ve adalet anlayışı, yüksek ahlâk, ciddi ibadet, kulun acizliği, Rabbe teveccüh, iyiyi tavsiye, kötüden alıkoyma gibi İslâm dininin temel umdeleri çeşitli şekillerde nesilden nesile taşınmıştır. Kanunî Sultan Süleyman, bir gün saray bahçesindeki ağaçların karıncalar tarafından istilâ edildiğini görünce, karıncalarla mücadele edildiği takdirde hükmünün ne olacağını Şeyhülislâm Zembilli Ali Efendi'ye

"Dırahtı (ağacı) sarmış olsa karınca,
Zarar var mı karıncayı kırınca?"

ifadesiyle sormuştur. Zembilli Ali Efendi de, bu zarif suâle yine aynı zarafetle cevap vermiş, sualin tevcih edildiği kâğıdın altına şu beyti yazmıştır:

"Yarın divanına Hakk'ın varınca,
Süleyman'dan alır hakkın karınca."

Osmanlı'nın kuruluşunda ihlâs ve fedakârlığın bir başka misâlini Osman Bey'in oğlu Alâaddin Bey vermiştir. Osman Bey vefat ettiğinde, Kayı Boyu'nun başına kimin geçeceği belli değildir. Orhan Gazi kardeşine "Gel şimdi çoban sen ol!" deyince Alâaddin Bey işi ehline teslim etmenin gönül rahatlığıyla, "Atamızın duası ve himmeti seninledir. Bu yüzden, kendi zamanında askeri sana koşmuştur. Şimdi çobanlık dahi senindir." cevabını vermiştir. Böylece Alâaddin Bey, bu müstesna feragatiyle istikbâldeki nesillere büyük bir mesaj vermiş ve adanmış bir ruh portresinin nasıl olması gerektiğini yansıtmıştır.

Osmanlı'ya nasip olan cihan hâkimiyeti, başlangıç itibarıyla kendisinden çok güçlü olan ne diğer Anadolu beyliklerine, ne Mısır Memlûk Devleti'ne, ne de sonradan kurulan Akkoyunlular ile İran Safavî devletine nasip olmuştur. Osmanlı'yı farklı kılan hususiyetler; Hakk'a dayanma, Hz. Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) aşk derecesinde bağlanma ve sarsılmaz ihlâs olmuştur. Bediüzzaman Hazretleri'nin (ra) büyük bir hakikate tercüman olan "Bir batman ihlâslı amel, binlerce batman ihlâssız yapılan amelden daha hayırlıdır." sözü tahakkuk etmiş; küçük, büyüğe galebe çalmıştır. Kur'ân'ın, "... Nice küçük topluluklar vardır ki, Allah'ın izniyle, büyük topluluklara galip gelmiştir. Doğrusu Allah sabredenlerle beraberdir." (Bakara, 2/249) düsturu, Osmanlı Beyliği'nde, tecelli etmiştir.

Kaynaklar
- Gibbons, Herbert Adams, Osmanlı İmparatorluğu'nun Kuruluşu, (Osmanlıcadan aktaran: Hüseyin Dağ-İngilizce Çeviri: Bülent Arı), Ankara 1998.
- Köprülü, Fuad, Osmanlı İmparatorluğu'­nun Kuruluşu, İstanbul 1986 (2. basım).
- Langer, William L.-Blake, Robert P., "Osmanlı Türkleri'nin Doğuşu ve Tarihsel Arkaplanı", Söğüt'ten İstanbul'a (Derleyenler: Oktay Özel-Mehmet Öz), Ankara 2000.

Kürşat SOLAK

SULAK TOPRAKLARDA ÜMİTLER YEŞERİR

KANIN DÖKÜLDÜÐÜ TOPRAKLARDA İNSANLIK ÖLÜR

YAŞANMAZ BİR DÜNYA İÇİN TÜM VAHŞİLİÐİNİ GÖSTEREN İSRAİL'İ KINIYOR VE LANETLİYORUM

KAHROLSUN İSRAİL!!


#2 TgK

TgK

    Burası ona huzur verir

  • Üyeler
  • 305 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Adana-Karaman-Balıkesir

Gönderim zamanı 05.06.2009 - 12:06

Elbette dediklerinizin de etkisi var ama ben bu kadar uzatmanın gerekli olduğunu düşünmüyorum. Osmanoğulları Beyliği hariç diğer bütün beylikler kendi aralarında savaşırlarken Osmanoğulları Beyliği Bizans topraklarına yönelmiştir. Güçsüz bir Bizans'a saldırmanın güçlü bir Türk Beyliği'ne saldırmaktan daha mantıklı olduğu aşikâr. Üstüne bir de İç Anadolu'daki topraklarda sadece arpa ve buğday yetiştirilebilecekken Bizans'ın verimli topraklarında arpa ve buğday da dahil neredeyse bütün tarım ürünlerinin yetiştirilebildiğini de göz önüne alırsak Osmanlı'nın neden diğerlerini ezebildiği görülür. Beylikleri bertaraf etme olayı böyledir. Ancak, cihanşumül bir devlet olma olayı ne ulema ile ne de verimli topraklarla ilgilidir. Onu anlamak için Osmanlı'nın devlet yapısını, Enderun Sistemi'ni, Devşirme Sistemi'ni, Kadı sistemi'ni, Tımar ve Zeamet Sistemi'ni de iyice irdelemek gerekir. Sadece ulemalar Allah'a dua etti diye Osmanlı Devleti cihanşumül bir imparatorluk olmamıştır.

#3 Sultanım

Sultanım

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.113 Mesaj

Gönderim zamanı 05.06.2009 - 12:40

TGK, Kuruluş dönemindeki haritayı bir incelersen ve Selçukluların parçalanmasıyla beylikler meydana geldiğini düşünürsek Osman Beyliği toprak olarak diğer beylerden çok küçüktür ve güç itibariyle hiç farkları yoktur(Diğer beylikler birbiriyle didişirken Osmangazi ilk iş olarak Türkmen beyeri etrafına toplamak olmuştur).Beyliğin güçlenmesini sisteme bağlamışsın, birkaç dönem (Fatih Sultan Mehmet ile birlikte Devlet İdaresi şekillenme güçlü yapıya kavuşturulmaya başlanmıştır.) sonra dediğin sitemler oluşturulmuştur.Bu beyliği bu kadar güçlü kılan Maneviyatından aldığı güç ve yetenekli adil insanların başa gelmesindendir.

Ertuğrul Gazi'nin Osman Bey'e vasiyeti

Bak oğul, Beni kır, şeyh edebaliyi kırma.O bizim yolumuzun ışığıdır.Terazisi dirhem şaşmaz.

Bana karşı gel, O'na karşı gelme.Bana karşı gelirsen, üzülür incinirim,

Ona karşı gelirsen, gözlerim sana bakmaz,baksada görmez olur.

Sözümüz, Edebali için değil, senceğiz içindir.

Bu dediklerimi vasiyetim say.

Ertuğrul Gazi

İstanbul Fethedilmesinde Akşemsettin Hz.nin Fatih SUltan Mehmet yazdığı mektup'un Padişah üzerindeki etkisi büyüktür.

daha birçok Padişah Allah Dostlarından feyz alarak hayatlarına yol çizmişlerdir.

Bu mesaj Sultanım tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 05.06.2009 - 12:53

SULAK TOPRAKLARDA ÜMİTLER YEŞERİR

KANIN DÖKÜLDÜÐÜ TOPRAKLARDA İNSANLIK ÖLÜR

YAŞANMAZ BİR DÜNYA İÇİN TÜM VAHŞİLİÐİNİ GÖSTEREN İSRAİL'İ KINIYOR VE LANETLİYORUM

KAHROLSUN İSRAİL!!


#4 AtamÇepni

AtamÇepni

    Türkiye Sevdalısı

  • Üyeler
  • 5.693 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Atatürk'ün Ülkesi

Gönderim zamanı 05.06.2009 - 13:51

Atalarımızın torunları onlar kadar dirayetli yönetselerdi Cihan Devletini şimdi AB ve ABD hatta Suudi Kralı görüşmek için özel izinle huzurumuza çıkar olacaklardı. :D

AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...

#5 TgK

TgK

    Burası ona huzur verir

  • Üyeler
  • 305 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Adana-Karaman-Balıkesir

Gönderim zamanı 06.06.2009 - 15:22

Sayın Sultanım, gidin bu efsanelerinizi cemaatteki gençlerinize anlatın. Biz tarihçiler olarak bunları yemiyoruz, o iş o kadar basit değildir. Bahsettiğim sistemler de öyle Fatih'ten sonra kurulmuş sistemler değillerdir, Enderun hariç, diğerleri eski Türk geleneğidir. Enderun da Roma'dan alınma bir gelenektir.

Osman Gazi öyle Türkmen Beyleri etrafına toplamamıştır. Önce Bizans'a doğru büyümüş, daha sonra Türkmen Beyleri'nin beyliklerini fethetmiştir. Güç olarak da Osmanlı onların içindeki en güçsüz üç beylikten birisidir ancak akıllı politikalar izlemiştir. Bakın, maneviyatın payını bir kenara atmıyorum ancak bize Mustafa ARMAÐAN tarihçiliği yapmayın, yemeyiz. Elbet maneviyat önemlidir. Ama o devleti devlet yapan sistemleridir, yönetim biçimleridir. Tabii ki yöneticilerin, yani Osmanoğulları Hanedanı'nın kabiliyetli olmasıdır, aynen yıkılmasında da Osmanoğulları Hanedanı'nın zaaflarının etkili olduğu gibi... Ancak, tarih faraziyelerle yazılmaz. Tarihî gerçekler vardır ve biz de onlardan kısa kısa bahsettik.

#6 Poseidon

Poseidon

    Tarih Muhabiri

  • Dokunulmazlar
  • 2.810 Mesaj
  • Konum:Eskişehir...

Gönderim zamanı 06.06.2009 - 20:22

Osmanlı beyliğinin kısa zamanda büyüyüp gelişmesinin türlü nedenleri vardır.... En çok bilinenleri ve öğretilenleri ise Bizansa komşu olması, Anadoludaki olaylara kayıtsız kalıp stratejisini bizansa göre belirlemesi v.s nedenler sayılmaktadır... Ancak Osmanlının kuruluşunda ve bu kadar kısa zamanda büyümesinde bazı kurumların ve dinamiklerin iyi tahlil edilmesi gerekmektedir... Bir kere şu aşikardır ki Osman Gazi'nin yıldızının parlaması, cihad anlayışı ile emrindeki türkmenlerle birlikte Bizansa karşı yaptığı gaza hareketleridir... Bu gazalarda alınan başarılar ganimetler anadoluya moğol istilasından kaçıp gelen türkmenler için yeni yurtlar bulma konusunda biçilmiş kaftan olmuş ve Osman Gazinin yanında bu gazalar katılmışlardır... Bu gaza anlayışı Gaziyan-ı Rum adı altında bir teşkilat oluşturmuştur... Gaziyan-ı Rum en basit haliyle Uçlarda bizansa karşı cihad yapan gazilere verilen isimdir ... Osman Gazi'nin 1302 yılında Bapheus(koyunhisar) savaşında bizansa karşı kaznadığı zafer Anadoluda bulunan savaşçı gaza etmek isteyen yurt bulmak isteyen türkmen beylerinin emrindekilerle birlikte Osman Gazini iderliği etrafında toplanmasını sağlamış ve bu güç osmanlının hızla rumeliye geçip büyümesinde etkin rol oynamıştır... Halil İnalcık'ta bu 1302 zaferini Osmanlının kuruluş tarihi olarak göstermektedir ve Osman Gazinin aldığı bu başarı ile bütün dikkatleri üstüne çektiğini belirtmektedir... Bunun yanı sıra ''Alplik, nöker, Yoldaş, Alp erenlik'' gibi sıfatlarla bizansa karşı savaşmak ve yeni yerler feth edip cihad etmek dönem itibarıyla şerefli bir görev olarak görülmüş... Alp olabilmek için bir takım özelliklere sahip olmanın gerektiği kaynaklarda yazılmıştır... Örnek olarak, niyette samimi olmak, at sahibi olmak, kendisine yetecek kadar bir parası olmak v.s.

Yine bu uçlarda insanları gazaya teşvik eden abdalları erenleri görmekteyiz bu erenler, insanların maneiyatını yüksek tutmak ve gaza anlayışını yaymak için çalışmaktaydılar.... Bu kişilerede Abdalan-ı Rum denmekteydi... Yani osmanlının bu kadar kısa zamanda büyümesinde dini unsurlarında rölü büyüktür... Özellikle gaza anlayışı ve bunda kazanılan başarılar gazilik mertebesi ve buna ulaşmak için insanların savaşlara katılması Osmanlıyı dinamik bir güç haline getrimiştir...

Daha geniş bilgi için Halil İnalcık'ın Türkler ansiklopedisindeki Osmanlının Kuruluşu makalesine bakılabilir....
Galata Kulesi'nin aklı olsaydı, Kız Kulesi'ne evlenme teklif ederdi...

#7 atlantisli

atlantisli

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.241 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Atlantis

Gönderim zamanı 07.06.2009 - 06:12

İyi bir plan ve strateji yerinde duran her aklın (olgu ve olayların ortaya çıkardığı şartlarla perdelenmemiş) sahip olduğu bir kabiliyettir.İşin önemli kısmı onu uygulayabilmektir.Fakat sahadan bihaber zavallıların masa başında kağıt üzerindedeki kurgulara düştüğü "uygulanabilir" ya da "uygulanamaz" notundan pek bi uzaktır.Zaten tarih de her savaşın kazanılmaması gerektiğini söyler.Mükemmeliyet her milliyetin başına bela olmuştur.İşte tam da devlet planlamasının toplumda uygulanabilmesi noktasında millet bu işi devralır ve planlayıcılar artık seyirci ya da milletin lütfettiği kadarıyla oyuncu durumundadır.Milletinse bu işi yaparken yaptığından haberdar olması gerekmez.Yani iyi bir tarihçi olmak iyi bir toplum uzmanı olmayı gerektirir ki zaten Sosyoloji bilimi Tarih'den koparak ayrı bir bilim dalı haline dönüşmüştür.Hatta bunu ilk yapan İbn-i Haldun (sevemesem de) meşhur bir tarihçidir ve ömrü Devlet yöneticilerinin yanlarında geçmiş ve paylaşılamamıştır.Ancak toplum psikolojisinden anlamayan bir tarihçi

Ancak, cihanşumül bir devlet olma olayı ne ulema ile ne de verimli topraklarla ilgilidir.

lafları edebilir.Oysaki tarih incelendiğinde güneş tutulması oldu diye savaşı bırakan savaş ilan eden ya da kazanmışken kendini mağlup ilan eden ordularla karşılaşırsınız.Ve daha bunun gibi "aklınıza tüküreyim" denilecek hadiseler vardır.Tabi ki kazanan taraftaysanız "aklınızı seveyim" dersiniz.Taraf demişken yukardaki bazı yorumlarda siyasi ve tarafgir.Ayrıca tarihi olayların incelenmesinde en önemli kural malumdur ki olayın geçtiği yıllardaki şartlar ve bağımlılıkları esas alınır.İlk olarak toplum psikolojisi analiz edilerek çıkarımlar elde edilir.Tarihi Kronolojiden ibaret saymak bakırı altın suyuna batırıp kuyumculuk satmaktır.Osmanlı asırlarca milyonlarca kişilik haçlı ordularına karşı zafer kazandı.Kendisinden katlarca üstün ordularla tabiki ürettiği stratejilerle galip geldi.Fakat bu stratejilerin temelinde sizin anlamsızca reddettiğiniz "maneviyatçılık" yatar.Siz hangi tarih kitaplarını okudunuz Allah aşkına.Nizam-ı alem,ilay-ı kelimetullah,cihad kavramlarına rastlamadınız mı hiç.Osmanlı askerleri işte bu uğurda o manyakça planları uygulayabiliyordu.Bir Osmanlı subayı Çanakkale'de bu sebeple arkadaki hayati önem taşıyan birliklerin yetişebilmesi stratejisi için askerlerine ölmeyi emredebiliyordu.Ki resmi vesikalarda artık doğruluyor savaş kaybedilseydi Atatürk'ün B planı ümmetçilik fikrini yayıp hilafet topraklarının kafirlerden temizlenmesi için cihad ilan etmekti ve bu şekilde anadoluyu istiladan kurtarmaktı.Bir de cemaatlere ve bir tarihçiye dil uzatılmış ki konu itibariyle bu çok saçma ve aynı zamanda açıklayıcı.Günümüz olaylarından etkilenip Osmanlının o muhteşem cemaat yapılanmasına veryansın etmek ne kadar doğru.Yine günümüz siyasi olaylarından etkilenip,Avrupa'da nezle olanın içine şeytan girdi diye kilise tarafından yakıldığı dönemde,medreseleri tıp fakültesine çevirip bir çok bulaşıcı hastalığı tedavi eden ulemaya dil uzatmak da neyin nesi.Buna benzer örnek çok da konu devlet yönetimiydi.Şeyhul İslamlık müessesini okumadınız sanırım.Bunların padişaha bile rest çektiği sıkça vuku bulmuştur.Ayrıca savaşlarda ve asker toplamada ulemanın psikolojik etkisi büyüktür.Onlar kimseyi aforoz etmek zorunda kalmıyordu,demek ki işlerini iyi yapıyorlardı.Osmanlı bir çok zaferi medrese ulemasının talebeleriyle;şeyhlerin müridleriyle katıldığı birlikler sayesinde kazanmıştır.Ayrıca mehteran takımının çaldığı marşlar ve ulemanın orduya ettirdiği dualar da savaşların seyrinde önemli psikolojik etkenlerdir.Sözün kısası stratejiyi cardı curdu öyle kağıt üzerindecafcaflı plan yapıp çok sıkı ince fikirli teoriler kurmak olarak tanımlamamak gerekir.Strateji yapılır yönetilemez,uygulayıcı herzaman insanlar ve toplumlardır.Tarihi de yazan onlardır.O zaman onlarsız tarih de okunmaz.Daha yakın tarihte Kore savaşında köşeye sıkışan bir grup Türk askerine komutanlarının teslim olun sizi savaştan sonra alacağız emrine,hayır biz o zaman yurda dönsek de analarımızın yüzüne bakamayız,tabutumuz döner ancak deyip günlerce düşmana karşı koymuş ve şehit düşmüştür.Yine Kore anılarını anlatan Amerikalı general ilk defa bir erin koca Tümeni harekete geçirdiğini gördüm der.Türklerle bir tepeyi kuşattık,amacımız ağır silahlarla dövüp bir haftaya kadar ele geçirmekti der,fakat üsteğmeni vurulan bir Türk eri süngü takıp hücüma geçene kadar.Koca tümen "Allah Allah" nidalarıyla saldırıya geçer ve tepeyi alır:) Kahvelerde ya da pardon cafelerde entellektüel akılcı falan işte stratejilerle Osmanlı ulemasını ya da günümüz siyasi olaylarından etkilenip Osmanlının muhteşem anadolu tasavvuf cemaat teşkilatlanmasını etkisiz göstermek komik bir durumdur.Mevlana hala anadoluda etkinken,mevlanalar kendi güncel tarihlerinde etkisiz miydiler.Hadi cannım siz de:)
Ben yüce Osmanlı Devletinin manevi kurucusu Şeyh Edebali'yi;onu yetiştirenleri ve onun yetiştirdiklerini minnetle anıyorum.
Allah Türk'ü korusun ve yüceltsin:)

#8 TgK

TgK

    Burası ona huzur verir

  • Üyeler
  • 305 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Adana-Karaman-Balıkesir

Gönderim zamanı 10.06.2009 - 10:59

Sadece ulemalar Allah'a dua etti diye Osmanlı Devleti cihanşumül bir imparatorluk olmamıştır.


Bakın sayın atlantisli; benim sonuç olarak söylediğim şey aslında yukarıdaki alıntımda yazıyor. Gazanın, cihadın, Allah'ın adını yüceltme ülküsünün(İlay-ı Kelimetullah) etkilerini yok saymıyorum, o zaten kimsenin haddi değildir. Ancak konuyu açan kişi olayı sadece bunlara bağlıyor, ona karşı çıkıyorum.

Şimdi düşünün, Enderun'dan vezirler yetişmesin, aynı Enderun saray kültürünü ayakta tutmasın, ondan sonra şeyhler dua etsin.

Şimdi düşünün, her savaşta belkemiği görevi gören "devşirme" yeniçeriler yetişmesin, Devşirme Sistemi iyi işlemesin, ondan sonra Enderun saray kültürünü ayakta tutsun.

Şimdi düşünün, başarılarının karşılığında toprak alan "emekli, eski" askerler tımarlı sipahiler yetiştirmesin, askeriyenin "er" kadrosu eksik kalsın, ondan sonra Enderun komutanlar yetiştirsin, ulemalar da dua etsin.

Şimdi düşünün, kadılar her şehrin maliyesini, işleyişini denetlemesin, belediye başkanlığı yapmasın, adaleti sağlamasın, ondan sonra ulema dua etsin, Enderun komutanlar yetiştirsin.

Şimdi bir daha düşünün, vezirler tamam olsun, komutanlar erlerinin başında olsun, yani erler de olsun, her şehrin maliyesi, denetimi eksiksiz olsun ama halk inançsız yola çıksın, şeyhlerden dua almasın. Yine olmaz. Birini diğerinden ayrı tutamazsınız. Söylemeye çalıştığım budur.

Başlığı açan arkadaş "Beylikten Cihan Devletine Geçişin Sırrı" diye sadece inancı gösteriyor. Bu "Kurtuluş Savaşı'nı Mustafa Kemal kazandı." demek kadar boştur. Haydi, tek başına bir savaş kazansın bakalım herhangi bir komutan. Veya madem o kadar etkili oluyor bu dualar, biliyorsunuz, Türkiye'de hâlâ medreseler var, hatta Diyanet İşleri Başkanı var, bir dua etsinler de bu, beylikten biraz hallice olan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti tekrar bir cihan devleti olsun. Yok öyle yağma... Bunlar, tekrar söylüyorum, cemaat tarihçiliğidir, Mustafa ARMAÐAN tarihçiliğidir. Siz, eğer isterseniz, bunlarla meşgul olabilirsiniz. Buyurun...

#9 Sultanım

Sultanım

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.113 Mesaj

Gönderim zamanı 10.06.2009 - 11:57

Sayın Sultanım, gidin bu efsanelerinizi cemaatteki gençlerinize anlatın. Biz tarihçiler olarak bunları yemiyoruz, o iş o kadar basit değildir. Bahsettiğim sistemler de öyle Fatih'ten sonra kurulmuş sistemler değillerdir, Enderun hariç, diğerleri eski Türk geleneğidir. Enderun da Roma'dan alınma bir gelenektir.

Osman Gazi öyle Türkmen Beyleri etrafına toplamamıştır. Önce Bizans'a doğru büyümüş, daha sonra Türkmen Beyleri'nin beyliklerini fethetmiştir. Güç olarak da Osmanlı onların içindeki en güçsüz üç beylikten birisidir ancak akıllı politikalar izlemiştir. Bakın, maneviyatın payını bir kenara atmıyorum ancak bize Mustafa ARMAÐAN tarihçiliği yapmayın, yemeyiz. Elbet maneviyat önemlidir. Ama o devleti devlet yapan sistemleridir, yönetim biçimleridir. Tabii ki yöneticilerin, yani Osmanoğulları Hanedanı'nın kabiliyetli olmasıdır, aynen yıkılmasında da Osmanoğulları Hanedanı'nın zaaflarının etkili olduğu gibi... Ancak, tarih faraziyelerle yazılmaz. Tarihî gerçekler vardır ve biz de onlardan kısa kısa bahsettik.


Tarihçi olarak anmışsınız kendinizi ama tarihten çok sahip olduğunuz fikriyatı konuşturmuşsunuz ne alaka Fethullah GÜLEN, Eğer fikriyatınızı konuşacaksınız bırakalım tarih konuşmayı.Sistem uygulayıcılarıyla ayakta kalır, durumu sisteme bağlamak insan bir kemik etten oluşur demek gibi birşey bu ruhu olmadan değil bir insan Devlet bile yaşayamaz.

Bu mesaj Sultanım tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 10.06.2009 - 12:10

SULAK TOPRAKLARDA ÜMİTLER YEŞERİR

KANIN DÖKÜLDÜÐÜ TOPRAKLARDA İNSANLIK ÖLÜR

YAŞANMAZ BİR DÜNYA İÇİN TÜM VAHŞİLİÐİNİ GÖSTEREN İSRAİL'İ KINIYOR VE LANETLİYORUM

KAHROLSUN İSRAİL!!


#10 Sultanım

Sultanım

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.113 Mesaj

Gönderim zamanı 10.06.2009 - 12:16

Osmanlı Devleti’nin yükseliş sebepleri nelerdir?

Osmanlı Devleti’nin yükseliş sebeplerini aynı zamanda fetih politikası ve hızlı bir şekilde cihan devleti olmasının sebeplerinde aramak gerektir. Bu sebeple, Osmanlı Devleti’nin fetih politikası ve küçük bir beyliği kısa zamanda cihan devleti yapan sebepler, aynı zamanda yükseliş sebepleri olarak zikredilebilir. Ancak yine de konuyu, ayrı olarak ele almakta yarar vardır. Osmanlı Devleti’nin yükseliş sebeplerini şöylece özetlemek mümkündür:

1) En önemli sebep, manevî değerlerine ve İslâma olan bağlılıklarıdır. Bunu i’lây-ı kelimetüllah ruhu diye de ifade edebilirsiniz. Bir adamın kıymeti himmeti nisbetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başına bir millettir. Bir ferdin himmeti milleti olabilmesi için, o ferdi milletine bağlayan kuvvetli bağlar ve şahsî hayatını milletin hayatına tercih ettiren önemli sebepler bulunmalıdır. Bu önemli sebepler ve kuvvetli bağlar, manevi değerlerden başkası olamaz. O halde manevî değerleri ile ordusunu techiz etmeyen bir millet, gelecekte her an tehlikelere maruz kalır ve varlığını sürdüremez. Bu mânâyı târihe bakarak, daha da müşahhas hale getirebiliriz. Osmanlı Devleti’nin bir zamanlar, bütün Avrupa ’nın büyük devletlerine karşı hayatını ve varlığını devam ettiren, şu devletin ordusundaki Kur'ân dan alınan şu fikirdir: “Ben ölsem şehidim, öldürsem gaziyim” Gerçekten Kosova meydan muharebesine çıkan Murad Hüdavendigar “Yarab beni din yolunda şehid , ahirette said et” demiş ve istediği olmuştur. Bu ruh ile şahlanan şanlı ecdadımız, şevk ile ve aşk ile ölümün yüzüne gülerek bakmış; daima Avrupa'yı titretmiştir. Size de soruyorum; şu dünyada basit fikirli ve saf kalpli olan genç askerlerin ruhunda öyle ulvi fedakarlığa sebebiyet verecek hangi şey gösterilebilir? Hangi duygu bu mânevî değerlerin yerlerine ikame edilebilir? Allah ve ahiret inancından başka hangi şey, hayatını ve bütün dünyasını severek ona feda ettirebilir?

Tarih bize gösteriyor ki, biz Müslüman Türkler , ne derece mânevi değerlerimize bağlanmış isek ilerlemişiz. Ne vakit mânevî değerlerimizden uzak kalmışsak, gerilemişizdir. O zaman düşmanlar bizi can damarımızdan vurmuşlardır. Bilesiniz ki, düşman bizi hiç bir zaman açık savaşta yenememiştir. Daima tehlikeyi, kurtuluş reçetesi olarak göstererek bizi içimizden hançerlemişdir. Bir milletin maddî bataryaları ne kadar modern silahlarla mücehhez olursa olsun ve o millet isterse imparatorluk seviyesine yükselsin, mânevî bataryaları boş olduğu müddetçe yıkılmaya mahkumdur.

Vatana ihanet suçuyla 1821 yılında Patrikhanenin orta kapısı önünde asılmış bulunan İstanbul 'daki Fener Patriki Gregorios tarafından Rus Çarı Aleksandr'a yazılan mektupta aynen şu ifadeler yer almaktadır:

“Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak mümkün değildir. Çünkü Türkler , sabırlı, mukavemetli, mağrur ve izzet-i nefisli insanlardır. Bu hasletleri, dinlerine bağlılıklarından ve kadere rıza göstermelerinden, anânelerinin kuvvetinden ve âmirlerine itaat duygusundan ileri gelmektedir. Bu sebeple, Türklerde evvela itaat duygusunu kırmak ve mânevî bağları koparmak, dinî metanetlerini zaafa uğratmak gerekir. Mânevîyatları sarsıldığı gün, Türkleri zaferlere götüren asıl kudretlerinden sıyıracak ve onları maddi kuvvetlerle yenmek mümkün olacaktır. Osmanlı Devleti n'i tasfiye için mücerret olarak harp meydanlarındaki zaferler kâfi değildir. Yapılacak olan, Türkler'e bir şey hissettirmeden bu tahribi tamamlamaktır.”

Sultân Aziz devrinde, İstanbul Rus Elçisi olan GeneraI İgnatyef , bu mektubu zikrettikten sonra şunu ilave eder: “Ben vazifedeyken bu teşhisler isabetle tecelli etti”. Evet maalesef bu oyunlara gelen Tanzima t gençliği, Rus elçisinin dediği gibi, “millî ananelerin düşmanı ve atalarının papuçları olamayacak bir hale gelmişlerdi'. İbn-i Kemal de, Osmanlı Devleti’nin Gazneliler , Selçuklular ve Harzemîler gibi, Müslüman devletlerle mücadele ederek ve kendi mevlâlarına isyan ederek yükselmediğini, belki tamamen yukarıda anlatılan gazâ ruhuyla ve yüksek bir himmetle yükseldiğini misâller vererek açıklamaktadır. Osmanlı Tarihlerinin mukaddimelerinde zikrettikleri bazı menkıbeler de, bu ruhu açıklamak için zikredilmişlerdir.

2) Osmanlı Devleti’ni yükselten sebeplerin ikincisi, Osmanlı Devleti’nin özellikle yükselme dönemlerinde tam bir hukuk devleti olması yani şer’-i şerif ve kanun-ı münifin esas kabul edilmesidir. Gerçekten de, içinde 763 Kanunnâmeyi neşrettiğimiz Osmanlı Kanunnâmeleri adlı eserimizi inceleyenler göreceklerdir ki, Osmanlı Devleti’nin yükseliş, duraklama, gerileme ve yıkılışını, kanunnamelere bakarak grafikle göstermek mümkündür. Osmanlı Kanunnâmeleri, Fâtih ’den itibaren zirvededir. Kanuni devrine kadar, kanun yapma ve kanunu uygulama görevleri ehil ellerdedir. II. Selim ’den itibaren durgunluk başlamıştır. III. Murad zamanında durmuştur. Daha sonra ise, önce gerilemiş; sonra da Adâletnâmeler ’le örtülemeyecek kadar gedikler açılmıştır. 1700-1800 yılları arası Osmanlı Devleti’nin hukuk devleti olmaktan çıkma tehlikeleri yaşadığı dönemdir. Osmanlı vatandaşı, yükselme döneminde Müslüman olsun gayr-i müslim olsun, tam bir hukuk devleti olduğuna ve ayırım yapılmaksızın adaletin icra edildiğine inanmaktadır. İşte vatandaşı böyle bir inanca sahip devletin yükselmesi mukadderdir. “Padişah fermanıyla kira bedellerinin olduğu gibi bırakılması olmaz. Zira Padişahın emriyle nâ-meşrû‘ olan şey meşrû‘ olmaz; haram olan nesne helâl olmak yokdur. Bu hususlarda emr-i şer‘-i şerif budur. Bir türlü dahi değildir. Şer‘i hükümlere vâkıf iken onları ketmetmek, Kur’ân'daki bir âyetin tehdidine maruz kalmaktır” diyen Ebüssuud ’lar; “Ve kiliseleri ellerinde ola, okuyalar âyinlerince. Ammâ çan ve nâkus çalmayalar. Ve kiliselerin alub mescid etmeyem” diyen Fâtihler ve nihayet “Madem ki, onlar ra‘iyyetliği kabul etmişler. Dinimiz gereği, onların can, mal ve ırzlarını kendi can, mal ve ırzlarımız gibi korumakla mükellefiz. Bu yolda onlara cebretmek, dinimize muhâlifdir” diyerek, hem gayr-ı müslimlerin şahsî hak ve hürriyetlerine gösterdiğimiz hürmeti ve hem de meşru‘ sınırlar içinde kalmak şartıyla din ve vicdan hürriyetine gösterdiğimiz saygıyı anlatan Zenbilli Ali Efendiler , bu izaha çalıştığımız hukuk ve adalet devletinin sacayakları olmuşlardır.

3) Devletin devam ve bekasına sebep olan para ve askerin mükemmel oluşudur. Osmanlı Devleti’nin yükselmesine sebep olan para, halktan zorla toplanan para değil, memleketin mamur olmasından ortaya çıkan paradır. Bu dönemde, Osmanlı parasının kaynakları tamamen şer’î vergiler ve meşru gelir kaynaklarıdır; tekâlîf-i örfiyye neredeyse yok gibidir. Yıldırım Bâyezid , kadıların davacı ve davalılardan aldıkları harçları rüşvet sayarak buna vesile olan kadıları idam etmeye kalkışacak kadar hassastır. Asker ise, ehliyetli ve vasıflıdır. Çünkü tam bir gaza aşkıyla eğitimli askerler yetişmektedir. Kanuni devrine kadar, yeniçerinin adedi en fazla 10-12 bin kadardır. Ama her yerden zafer haberleri gelmektedir. Viyana bozgununda bu sayı 50 binlere ulaşmıştır. Ancak mal toplamaktan başka kayguları yoktur. Bu dediklerimize Yeniçeri Kanunnâmesi en canlı şahittir. En önemlisi de, yükselme döneminde asker siyâsetin ve idarenin içinde değildir.

4) Günümüzde bazı araştırmacıların tenkit ettiği gılmân sistemi yani kapıkulu sistemi de, devletin yükseliş sebeplerinin başında gelmektedir. Zira tarihde çoğu büyük devletler, kendilerine tabi olan aristokrat beylerin isyanlarıyla yıkılmışlardır. Abbasî Devleti kendi elleriyle büyüttükleri aristokrat aileler eliyle; Büyük Selçuklu Devleti mevâlî- olan Harzemiler eliyle yıkılmışlardır. Günümüzde de devletin hânedânlarla sıkıntıda olduğu ortadadır. İşte Osmanlı Devleti, bu sıkıntılardan kurtulmak için, ailesi ve yakın çevresi bulunmayan devşirme ve köle asıllı insanları Enderûn denilen özel mektepte bir devlet adamı gibi yetiştirerek onları devletin yükselmesinde istihdâm etmiş ve başlangıçta muvaffak da olmuştur.

5) Osmanlı Devleti’nin yükselme dönemlerinde tam manasıyla hür bir ilmin de önemli etkisi olduğunu ifade etmekte yarar vardır. Memleket ve vatan bir vücuda benzer; aklı ve ruhu ilim ve ma'rifettir; cesedi ve bedeni de siyâset ve idaredir. Bu iki unsur arasında muvâzenenin te'min edildiği dönemlerde, dâima medeniyet, terakki ve refah görülmüştür. Abbasî Devleti'nin ilk halifeleri, Endülüs Emevilerinin başlangıçtaki idarecileri ve ilk Osmanlı Padişahları, bu muvâzeneyi temin eden en müşahhas misâllerdir. Fâtih Sultân Mehmed'in vezirlik ve kazaskerlik teklifini reddeden, diğer taraftan Fâtih'i tekyesine de kabul etmeyen Molla Güranî ; Fâtih sarayında ve kendisi de tekye ve medresesinde kaldığı müddetçe, bu dengenin korunabileceğinin çok iyi idrâki içindedir. Bir Osmanlı Kanunnâmesinde bu önemli muvazene düsturu şu şekilde ifade edilmektedir: “Kadılar, şer'î hükümler i icra edeceklerdir. Ancak memleketin nizâmı, korunması ve vatandaşın idaresi ile alâkalı hususları hükkâm-ı seyf ve siyâset olan vükelâ-yı devlete havale edeceklerdir”. Bu sebebledir ki, eskiler, devlet adamlarına erbâb-ı seyf , ilim adamlarına ise erbâb-ı kalem demişlerdir. Zikredilen bu muvâzeneyi sağlamada en önemli vazife, ilim adamlarına düşmektedir. İlim adamları bilmelidirler ki, dünyada en yüksek rütbe ve şeref, ilmin rütbesi ve şerefidir. Hakk'a ve hakikata âşık bir ilim adamı, hakk'dan başkasına tâbi olmaz. Zira hakk'ı tanıyan, hakk'ın hatırını hiçbir hatıra feda etmez. Hakk'ın hatırı âlidir; hiçbir hatıra feda edilmemek icabeder. Ebüssuud ’un biraz önce zikrettiğimiz şu cümleleri bunu aksettirmektedir: “El-Cevab; Olmaz. Padişah'ın emri ile nâmeşru' olan şey meşru' olmaz. Haram olan nesne helâl olmak yoktur”.

6) Osmanlı Devleti’ni yükselten sebeplerden birisi de vazifelerin, ister ilmiyede, ister seyfiyede ve isterse de kalemiyede olsun, ehil olanlara verilmesidir. Medeniyetlerin kurulmasında ve yıkılmasında mahâret ile salâhatın önemi inkâr edilemez. Tarihe bakıldığında görülecektir ki, bu iki vasfı kendinde birleştiren milletler nice medeniyetler kurmuşlar ve daima payidâr olmuşlardır. Yıkılan bütün medeniye t ve devletlerin altında ise, aranırsa mutlaka bu iki vasıftan birinin veya ikisinin yokluğunun yattığı esefle müşahede olunur. Mahâret , kişinin kendi mesleğinde ehil, uzman ve kâbiliyetli olmasıdır. Salâhat ise, kişinin din ve ahlâkça yüksek bir seviyeye ulaşmasıdır. Şunu önemle belirtelim ki, salâhat ve mahâret birbirinden ayrıdır. Hamiyet, vatanperverlik, sadâkat ve adâlet gibi ulvî duygular, salâhatın meyvesidir ve o bahçede yetişir. İş, san'at, kabiliyet ve benzeri hususlar ise, mahâret bahçesinden derlenebilen meyvelerdir. Kalb ve vicdanı manevî duygularla bezenmeyen bir insandan hakikî mânâda hamiyet, sadakat ve adâlet beklenilemez. Ancak, iş, san'at ve kabiliyet başka şeyler olduğu için, sâlih olmayan bir adam güzel çobanlık yapabilir; ayyaş bir adam ayık olduğu zamanlarda iyi saat tamir edebilir. Yani bu noktada salâhat ayrıdır, mahâret ayrı...

Elbette ki, vazifelere yapılan tayinlerde, hem sâlih, hem de mâhir olanlar, yânı hamiyetle fazileti birleştiren, kalbi ve fikri münevver olanlar tercih edilecektir. Bu vasıfları beraberce bulunduran insanlar yeterli sayıda değilse, bu takdirde ya mahâret ya da salâhat esas alınacaktır. İslâm 'a göre ikisini birleştiren bir eleman yoksa, san'at'ta ve işde mahâret tercih sebebidir.

Bir kısım İslâm hukukçuları ve tefsirciler tarafından, özellikle idarî yetkiye sahip devlet ricaline hitâben nâzil olduğu söylenen Kur’ân'ın şu âyeti, bu konuda çok mânidardır:

“Haberiniz olsun ki, Allah sizlere muhakkak şunları emrediyor: Biri emânetleri ehline vermeniz, biri de insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hareket etmenizdir. Allah size ne güzel öğüt veriyor. (Her halde bu emirleri tutmalısınız). Zira şüphesiz ki, Allah verdiğiniz kararları işitir ve emânetler hakkında yaptıklarınızı görür”.

Hz. Rasûlullah'ın (S.A.V.) “Emaneti ehline ver ve sana hâinlik edene hıyânetle mukâbele etme” hadisi de, bu mânâyı teyid etmektedir.

Osmanlı Devleti 'nin yükselme devrini tetkik edenler, neden kısa bir zamanda dünya devleti haline geldiğini ve salâha t ile mahârete ne derece riâyet ettiklerini çok iyi bilirler. Rumeli’deki Sırp , Macar ve muhtelif kavimlerin kendi arzuları ile neden Osmanlı hâkimiyetini tercih ettiklerinin sebebini, hakperest ve cesur padişah Yavuz kadar Zenbilli Ali Efend i'de ve Muhteşem Süleyman kadar Osmanlı hukuk âbidesi Ebûssuud'da da aramak icab eder. Devleti haricî münâsebetlerde temsil eden nişancıların, diplomatik ve diplomasi ilminin mütehassısları ve kazaskerlerden titizlikle seçildiğini müşâhede edince; Kanuni'nin sadrazamının dilinden bir sadrazamın nasıl olması gerektiğini yine onun kaleme aldığı “Asâfnâm e”den ibretle okuyunca ve bakanlar kurulu demek olan Divan -ı Hüm âyun'un “hâcegân -ı divan “ olmadan toplanmadığını kanunnâmelerden öğrenince, Osmanlı Padişahlarının neden ve nasıl zaferden zafere at koşturduğunu daha iyi anlıyoruz.

Osmanlı Devleti'nin duraklamasında ve gerilemesinde, ehil olmayan insanların göreve getirilişinin yattığını çok iyi idrâk eden Osmanlı Padişahı, vezir-i a'zamına bu hakikatı, bir tayin fermanı münâsebetiyle şöyle ifade ediyor:

“Benim Vezirim, Tezkirecilik görevi için, ehliyetli bir kaç adayı düşünerek seçip, bana arzet. Önce kendi devlet adamlarımızı terbiye etmeyip, her birinde türlü türlü uygunsuz tavırlar varken, başkalarını terbiye etmeye yüzümüz kalmıyor. Ben senin kimseye iltimas yapmayacağını biliyorum. Gerek bu çeşit fiillere ve gerek tamah ve rüşvete cesaret edenleri, niçin tarafıma ifade etmezsin? Hep “benden olmasın” diye diye devletimiz bu hale geldi. Bundan sonra vâkıf olduğun kötü hareket her kimden zuhûr ederse, tarafıma bildiresin. İşte sana tenbih ediyorum.”

7) Bütün bu sebeplerin etkisiyle, yükseliş dönemindeki Osmanlı idaresinde rüşvet , suiistimal, sefâhet, israf ve gayr-i meşru masraflar, vatandaşa zulüm ve benzeri kötülüklerin olmayışı, Osmanlı Devleti’ni kısa zamanda yükseltmiştir[1].


[1] Kur’ân, Nisâ, Âyet: 58; Kurtubi, El-Câmi’ Li Ahkâm-il-Kur’ân, V/255 vd.; BA, Hatt-ı Hümâyûn , nr. 23581; Tevkiî Kanunnâmesi, MTM, c. II, sh. 541; Süleymaniye Kütp. Reşid Efendi, nr.1036, vrk. 48/a-49/a; İbn-i Kemal , Tevârih-i Âl-i Osman, VII. Defter, (neşr. Turan, Şerâfettin), Ankara 1991, sh. LI vd.; Akgündüz, Ahmed, Belgeler Gerçekleri Konuşuyor I-V, İzmir 1989-92, c. III, sh. 180-183; Kutay, Cemal, Tarih Konuşuyor Dergisi, c. l, sayı I, sh. 69-70; Canan, İbrahim, Ahirzaman Fitnesi ve Anarşi, İstanbul 1982, sh. 104-105; Gözler, H. Fethi, İdeal Türk Gençliği, Milli Kültür, Mayıs 1985, sh. 27 vd.; Bediüzzaman Said Nursi, Münâzarat, İstanbul , sh. 10.

SULAK TOPRAKLARDA ÜMİTLER YEŞERİR

KANIN DÖKÜLDÜÐÜ TOPRAKLARDA İNSANLIK ÖLÜR

YAŞANMAZ BİR DÜNYA İÇİN TÜM VAHŞİLİÐİNİ GÖSTEREN İSRAİL'İ KINIYOR VE LANETLİYORUM

KAHROLSUN İSRAİL!!


#11 Poseidon

Poseidon

    Tarih Muhabiri

  • Dokunulmazlar
  • 2.810 Mesaj
  • Konum:Eskişehir...

Gönderim zamanı 10.06.2009 - 14:24

Tarih çok zor bir ilim... Her türlü spekülasyona ve her türlü ideolojik yoruma açık.. Bu yüzdende üstünden ittifak edilen konular çok nadir...

Ama tarihte bir kural vardır olayları bir tek nedene indirgemek sakıncalı bir durumdur... Çünkü tarih nedenin değil nedenlerin ürettiği bir olgudur...

Örnek; İstanbulun fethinin nedenlerinden birisi Hz. Peygamber'in hadisidir... Bu hadiste geçen şerefli komutan şerefli asker olma isteğidir... Ama bu neden, siyasi nedenlerin (Boğazlara tamamen hakim olmak ve osmanlı devleti toprakları arasında kalan bizansın artık mutlak suretle feth edilmesi zarureti gibi) çok üstünde asıl amaç değildir...

Yine haçlı seferlerinin sloganı kudüs'ü kurtarmaktır ama bu sadece kitleleri hareket ettirmek içindir... Asıl neden siyasi ve ekonomik nedenlerdir... Apolet fazlası şovalyelerin avrupada verdikleri huzursuzluk,feodalitenin artık dayanılmaz bir hal alması v.s


Osmanlının kuruluşunda ve yükselmesinde din faktörü su götürmez bir gerçektir... Ancak tamamıyle din diyemeyiz... Şöyle bir şeyde vardır ki Osmanlının ilk devirlerinde devlet taasup derecesinde teokratik değildir... Kaldı ki Halifelik dahi osmanlının 18.yy dan sonra üstüne vurgu yaptığı bir kurumdur... Devlet güçlü olduğu dönemlerde dinsel kimliğe vurgu yapmamıştır... Tarihi tartışmaları yakından takip edenler bilirler ki Fatih Sultan Mehmet'in hırıstiyanlığa meyl ettiği gibi spekülasyonlar bile çıkmıştır...

Sonuç itabiriyle eğer tarih yorumlanacaksa günümüzün bütün siyasi ve dini ideolojilerinden sıyrılmak gerekir ki sağlıklı bir yorumda bulunabilinsin...

Birde ülkemizde şu tarih işini tarihçilerden başka herkes yapıyor, ne zaman ki tarihçiler itibar görür o zamanda bu millet tarihine ön yargısız bir yorum getirebilir...

Bu mesaj Poseidon tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 10.06.2009 - 14:26

Galata Kulesi'nin aklı olsaydı, Kız Kulesi'ne evlenme teklif ederdi...

#12 atlantisli

atlantisli

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.241 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Atlantis

Gönderim zamanı 10.06.2009 - 22:51

Bakın sayın atlantisli; benim sonuç olarak söylediğim şey aslında yukarıdaki alıntımda yazıyor. Gazanın, cihadın, Allah'ın adını yüceltme ülküsünün(İlay-ı Kelimetullah) etkilerini yok saymıyorum, o zaten kimsenin haddi değildir. Ancak konuyu açan kişi olayı sadece bunlara bağlıyor, ona karşı çıkıyorum.

Benim demek istediğim günümüz siyasi olaylarından etkilenip geçmişe saldırmamak.Senin cemaat,şeyh diyerek küçümsediğin(küçümsemeye çalıştığın) insanlar kurtuluş savaşının ve öncesinin kahramanları.İstiklal savaşı arşivleri Atatürk'ün "efendim hazretleri" diyerek söze başladığı mektuplarla dolu.Ve bu mektuplar birlikte hareket edelim ricası taşıyor;yani onlar zaten harekete geçmiş.Bugün kürtlerin yaşadığı bölge misak-ı milli içerisindeyse bunun sebebi o küçümsenen şeyhler cemaatler medreseler ve bağlılarıdır.Bunlar kendilerine aşılanmaya çalışılan ırk ve milliyet ayrımını İslam asabiyeti sebebiyle reddetmişler ve düşmanla birlikte olup kürdistan kurma yerine "namus günüdür" deyip teklif edenlerle süngü sarık savaşmışlardır.Biz musulu ve şu anki kürdistan topraklarını malum savaşarak kaybetmedik.Sen sadece benim söylediğimi tersine çevirip bana yazmışsın.Sadece ulemaya bağlayanlara söyledim demişsin.Ben de zaten bütün olumsuzlukları ulemaya bağlayanlara söylediydim.Ben sadece günümüzde yaşayan birilerine bakıp geçmişe sövmenin ya aptalca ya da maksatlıca olduğunu söyledim.Bir hilafet devletinde,devletin başarısında ulemanın etkisi yok diyene ulema/din düşmanı yaftasını her akıllı yapıştırır.Ben onu da yapmadım.Sadece yapmayın dedim.tabi siz bilirsiniz.Çoğunluğunun müslüman olduğu bir ülkede başörtüsü takmak birçok haktan mahrumiyet manasına geliyorsa sistemin birilerinin sistemi olduğu ve bir çeşit burjuvazinin iliklere kadar işlediği gerçeği yüze vuruyor.Günü kurtardık ya dünümüzü kurtarmaya kaldı iş:) neyse dediğim gibi ben sadece ulemanın etkisini reddetmek saçmalık dedim o kadar.Ulema ülkeyi yönetsin demedim,kızmayın bu kadar:)

#13 WaLe

WaLe

    Kimene!

  • Üyeler
  • 6.730 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Eskişehir

Gönderim zamanı 10.06.2009 - 23:07

Din maneviyatın yanında siyasi bir olgudur. İnsanları her hangi bir erk kullanmadan bir arada tutmayı ve yönetmeyi sağlayan muhteşem bir sistemdir. Osmanlı hilafeti ele geçirmeden önce gerek sonra din olgusunu hep kullanmıştır ki kullanmak ta zorundaydı.

yani din olgusu olmadan Osmanlı bir devlet kurabilir di ancak İmparatorluk kuramaz dı !

"YURTTA SULH, CİHANDA SULH"
Gönderilen Resim



’Düşüncenin üstesinden gelemeyen‚ düşünenin üstesinden gelmeye çalışır.

Paul Valéry


#14 pikaçu

pikaçu

    Onun için takıntı haline geldik

  • Üyeler
  • 2.230 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:gurup şurup
  • İlgi Alanları:bıdı bıdı

Gönderim zamanı 30.07.2009 - 12:53

sevgili tgk bazen halkın cereyana gelmesi için olağanüstü şeyler olması gerekir!birinin baen bir sözü yeter bazen yetmez denizi ikiye ikiye ayırıverir!şeyh ebedali gurur duymamız gereken çok mübarek bi insandır ve osmanlı imparatorluğunun kitaplara işlememiş ama gönüllerdeki gerçek kurucusudur!
SABIRRRR SABIRRR SABIR........





Benzer Konular Daralt

  Konu Forum Konuyu Açan İstatistikler Son Mesaj Bilgisi

10 kullanıcı bu konuya bakıyor

0 üye, 10 ziyaretçi, 0 gizli