Uzun zamandır dün için yazmayı planladığımız yazı “AKP ve Gülen’i bitirme planı” başlıklı skandal gelişme konusunda bir çift kelam etme zaruretine kurban gidince, ele almayı düşündüğümüz konuyu bir yıl tehir etmek icap etti..
Bazı yazılar sene-i devriyesinde yazılırsa bir anlam ifade ediyor. Algıdaki seçicilik bağlamında dikkatlerin o mevzuya yoğunlaşmasına ancak katkıda bulunabiliyor. Yoksa gündem keşmekeşinde heder olup gidiyor emekler.
Dün 16 Hazirandı...
Tam 59 yıl önce dün, yani 16 Haziran 1950 de, 1933 yılından beri Türkçe olarak okutulan ezanın Arapça orijinal haliyle okunabilmesine imkan sağlayan kanun Meclis’te kabul edildi.
Meclis’in aldığı karar radyolardan ilan edilince, Türkiye’nin dört bir yanında halk sevinçten sokaklara döküldü. Tüm gözler minarelere çevrildi ve ilk ezan sesi beklenmeye başlandı. Halk sevinçten çılgına döndü. Gözyaşları tüm Türkiye’de sel olup aktı. O gün ne olduğunu ayrıntılı anlatacağım. Ama önce, gündemin değişmesi nedeni ile “bari gelecek yıl yazalım” diye düşündüğümüz konuyu neden bugün buraya birgün gecikmeli taşıma ihtiyacı duyduğumuza gelince...
Dün medyada bir haber yer aldı. “İmama tehdit: Sabah ezanını okuma!” başlıklı haberde, Muğla'nın Milas ilçesinde sabah ezanını okuduğu için tehdit edildiğini iddia eden bir imamın, savcılığa suç duyurusunda bulunduğu bilgisine yer verildi. Milas'a bağlı Gökçeler Köyü Camisi'nde görev yapan imam Süleyman Akgedik, sabah ezanını okuduğu için köyün eski muhtarı M.P'nin kendisini ''dövmek ve köyden atmakla'' tehdit ettiğini iddia ediyordu.
Bu tür hadiselere ender rastlanır ülkemizde... Ama düşünün ki, 40 yılın başında ancak rastlanan bir olay, Türk halkının ezan dinlemek için sokaklara döküldüğü bir günün tam da sene-i devriyesine denk geldi.
Milli marşında;
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
yazan ve bu memleket ezansın kalmasın diye milli mücadele veren ülkede bir muhtar çıkıyor ve ezan okunmasın diye baskı yapıyor.
Mevzuyu bilenler hatırlayacaklardır. Diyanet İşleri Başkanlığı, 18 Temmuz 1932 tarih ve 636 sayılı genelge ile, ezan ve kametin Türkçe okunacağını bildirdi. O tarihten 16 Haziran 1950’ye kadar bu ülkede ezanlar,
‘‘Tanrı uludur, Tanrı uludur
Şüphesiz bilirim, bildiririm
Tanrı’dan başka yoktur tapacak.
Şüphesiz bilirim, bildiririm
Tanrı’nın elçisidir Muhammed.
Haydin namaza, haydin namaza
Haydin felâha, haydin felâha
Tanrı uludur, Tanrı uludur
Tanrı’dan başka yoktur tapacak.’’
şeklinde okundu.
Sultanahmet Meydanı’nda tarihi gün...
Yasanın 17 Haziran 1950 tarihli resmi gazetede yayınlandığı gün, aynı zamanda Ramazan ayının da ilk günüdür. Bu durum halktaki duygu yoğunluğunu daha da artırır.
O güne ait canlı hatıralara sahip olanlardan biri de, daha sonraki yıllarda Diyanet İşleri Başkan Vekilliği de yapan Yaşar Tunagür Hocaefendidir. O günü gözyaşları içinde şöyle anlatır:
“Ben o zaman Sultanahmet Camii’nin tam karşısında bulunan Kadastro Fen Müdürlüğü’nde çalışıyordum. Biz abdestlerimizi aldık, camiye gideceğiz. Olan bitenden haberimiz yok. Sultanahmet çevresi kalabalık… Herkes fevc fevc namaza gidiyor.
Sultanahmet Camii’nde altı tane minare ve zannederim on dört adet de şerefe var. Baktık ki şerefelerde bizim anlayamadığımız bir hareketlilik var. Sadeddin Kaynak, her şerefeye güzel sesli birer müezzin bulup çıkarmış. Bizim hiçbir şeyden haberimiz yok. Tam camiye girmek üzereyiz, ezan da başlamak üzere. Bekliyoruz ki “Tanrı Uludur, Tanrı Uludur” diye ezan başlayacak. O zamana kadar hep Türkçe Ezan okundu. 18 yıl boyunca okunan bu Türkçe ezanı, bütün müezzinler hep alçak sesle yavaş yavaş okudu, aşağıya indi camide aslını okudu ve kameti yine kendi bildiği gibi yaparak namazı yine aynı şekilde kıldı. Kimse de ezanlar Türkçe okunuyor diye camilere dolup taşmadı. Namazını kılanlar yine camiye geldi ve nasıl biliyorlarsa öyle kıldılar. İçinden veya kendi duyacağı kadar bir sesle herkes “Allahü Ekber, Allahü Ekber” diyordu.
Avluda bir hareket olduğunu sezip baktığımızda gördük ki her şerefede bir müezzin var. Evvela bu durum bize garip geldi. Fakat bir emirle hepsi bir ağızdan öyle başladılar ki “Allahü Ekber, Allahü Ekber” diye haykırınca Beyazıt, Süleymaniye, Fatih derken İstanbul bir anda ezan sesleriyle dalgalandı. Aynı makamda biri bırakıyor öbürü başlıyor. Bir tek Ayasofya’da okunmuyordu. O öylece öksüz kalmaya devam ediyor. Onun vebalini kim verecek bilemiyorum.
Her şerefeden 14 müezzinle aralıklı ve makamlı okunarak yarım saat süren o ezanın okunduğu o Cuma günü bir baktık ki camiye Cuma namazı için girmiş bulunan cemaat “ne oluyoruz” diyerek bir anda camiden çıkarak avluda toplandı. Herkes heyecandan tir tir titriyor, pür dikkat gözü şerefelerde ezanı dinliyorlardı. Şimdi manzara buydu yani. Etraftaki küçük cami ve mescitlerden yükselen ezan sesleri ile millet hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Kimse camiye girmek istemiyordu. Yarım saat süren ezanı iliklerine kadar gözyaşları içinde duymak, yudumlamak istiyorlardı. Ezanlar bitene kadar millet avluda oturdu kaldı, adeta bir şaşkınlık içindeydik. Ezan bitti ve arkasından yüksek sesle bir ezan duası yapıldı. Çünkü “Tanrı Uludur, Tanrı Uludur” ezanından sonra ezan duası yapılmıyordu. Kimdi o bilemiyorum ama avazının çıktığı kadar yüksek sesle ezan duasını okudu. Herkes bir yandan “âmin” diyor, bir yandan da hüngür hüngür ağlıyordu.”
Sözü şu şekilde bağlayalım. Ülkemizde yapılan ilk demokratik seçimlerin hemen ardından ezanın orijinaline uygun bir şekilde okunmasına fırsat doğdu. Demokrasimizi kesintiye uğratmak isteyenlerin tek parti döneminin baskıcı rejimini hayal ettiklerinde ve o günleri aradığında kuşku yok. Türkçe ezana takma nedenleri de bu...
Son andıç tartışmalarının bugünlere denk gelmesi bile ilginç bir tevafuk. Bugün demokrasiye sahip çıkmak ve güçlü kalmasını sağlamak halk iradesinin hemen her açıdan tecellisi açısından da önem taşımaktadır. Ezan konusu bu konuda çarpıcı bir örnektir.
Not: Merhum Yaşar Tunagör’ün hatıralarından bir kısmına yer verdiğimiz yukarıdaki anekdotu, Dr. Ramazan Cihan tarafından kaleme alınan ve Kaynak Yayınları’nda çıkan, "Bir Yasak Devir Beyefendisi" üst başlığıyla sunulan Yaşar Tunagür biyografisinden aktardık.
Prof. Dr. Osman ÖZSOY – Haber7