BAZI olaylar vardır, içiniz burkularak izlersiniz.
Silopi’de sınır kapısında PKK’lıların dönüşüyle ilgili görüntüleri işte böyle bir duyguyla seyrediyorum.
Çelişkili duygular içimde kıyasıya savaşıyor.
Bir yanım, “Helal olsun. Türkiye, bu tarihi sorununu çözme yolunda çok önemli bir adımı attı ve sonuçlarını alıyor” diyor.
Öteki yanım ise, DTP taraftarlarının bu dönüşe verdiği “zafer” şöleni havasını fevkalade endişeyle izliyor.
Çünkü bir tarafta “zafer” varsa, başka bir tarafta “hezimet” vardır.
Bir yanım Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü, Başbakan Tayyip Erdoğan’ı, İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ı kalpten destekliyor.
Öteki yanım ise çevremde giderek daha yüksek sesle telaffuz edilmeye başlayan öfkeleri, tepkileri anlamaya çalışıyor.
Çünkü ortadaki sosyolojik gerçek bütün açıklığıyla karşımda duruyor.
Bir tarafta, sayısı az insanların yıllardır talep ettiği bazı hakların teslimi var.
Öteki tarafta ise sayısı çok daha fazla insanın, devletinin kendisine yıllardır “terörist” diye takdim ettiği o insanlara karşı savaşmak için çocuğunu, yakınını, arkadaşını, mahalle komşusunu cepheye göndermiş, şehirlerden, kasabalardan bayrağa sarılı cenazelerini kaldırmış insanların “yenilmişlik” duygusu.
Orada atılan her zafer çığlığı, bu tarafa ağıt olarak aksediyor.
Bir yanım “demokratik açılımı” var gücüyle destekliyor.
Dağdan inen her insan umudumu artırıyor.
Ama gözüm öteki tarafa kayınca korkuyorum.
Hep birlikte inşa ettiğimiz “Duygu imparatorluğu” çatırdıyor.
* * *
İşte o yüzden, zafer sarhoşluğu ile nutuk atan PKK’lıya sormak istiyorum:
“Arkadaş bu neyin zafer işareti?”
Kalaşnikof’la kazandığın bir şey mi var?
Elindeki silahla Kandil’den inip sınır boyunda mütevazı bir karakolu basmaktan başka neyi başardın?
Aldığın tek santimetrekare toprak, bayrak çektiğin mendil kadar Türkiye mi vardı?
Liderin hâlâ İmralı’da yatıyor.
Öteki liderlerin desen, beyazlaşmış, dökülmüş saçlarıyla, demeç vermekten başka bir şey yapamıyor.
Yani sen neyi kazandın? Ankara’da hükümet, gelin bir şey yapmayacağız dedi, geldin.
İşte bu duygularım yüzünden dağdan inme olayının irkiltici bir şova dönüştürülmesi beni ürkütüyor.
İşte o yüzden, bu kadar desteklediğim halde, canım tek satır yazmak istemedi.
Ta düne kadar.
Ahmet Türk’ün ağzından o sözleri işitene kadar sustum.
* * *
Ne diyor Ahmet Türk?
“Tepkileri önemsemezsek sürecin önünü tıkarız.”
Evet, kesinlikle tıkarsınız.
“Türkiye’nin önüne güveni koymalıyız.”
Evet, kesinlikle koymalısınız.
“34 kişinin gelişi ne zaferdir, ne de kahramanlıktır, ne yenilgidir.”
İşte bunun altına da büyük harflerle imzamı atıyorum.
* * *
Evet ne PKK yendi, ne de Türk ordusu yenildi.
Tam aksine o şerefli ordu, 20’nci ve 21’inci yüzyılda gerilla hareketlerine karşı en başarılı savaşı verdi ve altından alnının akıyla çıktı.
Bu Türk milleti ki, 25 yıl boyunca gıkını çıkarmadan çocuğunu o dağlara gönderdi, cenazelerini vakur bir şekilde kaldırdı ve Kürt komşusunun kılına dokunmadı.
Yani şimdi, dağdaki zafer kazandı, o vakur insanlar yenildi?
Öyle mi?
Hayır, tam aksine.
O ordu bu savaşı kazandığı için, meydan demokrasiye kaldı, kalabildi.
O insanlar çocuklarını çeyrek asırdır cepheye gönderdiği için barışın yolu açıldı.
Yine çocuklarını dağlara gönderen o insanlar oylarıyla bu hükümeti iktidara getirdiği için bu kararlar alındı.
Ortada tek zafer varsa, o da demokratik iradenindir.
Savaşan ordunundur.
Dayanan halkındır.
Cesur siyasetçilerindir.
* * *
Bu şov artık bitmeli ve silahlar tamamen bırakılmalı, dağlar boşalmalı ve meydan sükûnete, ağırbaşlılığa terk edilmeli.
Barışı gerçekten isteyen bütün sağduyulu Kürt kardeşlerimizden bunu sağlamalarını bekliyoruz.
Bizler üzerimize düşeni yaptık. Sıra sizlerde.
Ertuğrul Özkök
http://www.hurriyet....0...d=10&gid=61