BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, son dönemde Türk dış politikasının geleneksel çizgisini iki konuda zorluyor.
Bir yandan İsrail’e karşı bilinçli bir sertleşme politikası izlerken, diğer yandan İran’ın nükleer hedefleri konusunda Batı’nın şüpheci, sorgulayıcı tutumundan 180 derece uzaklaşıp açıkça Tahran’ın yanında saf tutuyor.
* Batı basınında da Türkiye’nin rotasıyla ilgili soru işaretlerinin belirmesine yol açan bu yönelişler hangi faktörlerden kaynaklanıyor olabilir? Bu soruya yanıt ararken, karşımıza şu olasılıklar çıkıyor:
1) AB’YE TAVIR KOYUYOR: Başbakan Erdoğan, AB’nin tam üyelik müzakerelerini ağırdan alması ve AB hedefinin belirsizliğe girmiş olması karşısında artık her iki başlıkta da bağımsız hareket etme serbestisini kazandığına kanaat getirmiş olabilir. Yeni söylemiyle, yaptığı çıkışlarla bir yandan AB’ye ve genelde Batı’ya tepkisini dile getirirken, aynı zamanda başka alternatif arayışlara da girebileceği mesajını vermek istiyor olabilir.
2) BÖLGE GÜCÜ OLMAYI HEDEFLİYOR: Bu gidiş, belli ölçülerde Erdoğan’ın Türkiye’nin bir bölge gücü olarak dünya politikasında daha aktif bir rol üstlenmesi hedefliyle de örtüşebilir. Türkiye’nin bu iddiası özellikle Prof. Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı olmasından sonra ivme kazanarak daha sistematik bir çerçeveye oturmuş bulunuyor. Başbakan, bu rolün gereğini yerine getirmenin İsrail’le arasına mesafe koyup, İran’la dayanışmaya girmekten geçtiğini düşünüyor olabilir.
3) İÇ DÜNYASINI YANSITIYOR: Her iki başlıktaki çıkışları herhangi bir siyasi ya da diplomatik hesabın ifadesi olmayıp, doğrudan Başbakan’ın iç dünyasının, derin bilinçaltının dışavurumudur. Erdoğan, inandığı, kalbinden geldiği gibi konuşuyor, herhangi bir diplomatik kaygıyla frene basma baskısını artık üzerinde hissetmiyor. Bu, kendisinin öfkesini bastıramayan sahici halinin bir yansımasıdır. Özellikle 2007 seçimleri sonrasında Başbakan’ın özgüvenin tavan yapmasının bu dışavurumu mekanizmasını teşvik ettiği düşünülebilir.
4) İSLAM ÂLEMİNE LİDER OLMAK İSTİYOR: Davos sonrasında Arap ülkelerinde, genelde İslam dünyasında, özellikle de sokaktaki vatandaş nezdinde bir kahraman olarak görülmesi, muhtemeldir ki Başbakan’ın iç dünyasında da büyük dalgalanmalar yaratıyor. Erdoğan, kendisini şu an İslam dünyasının en popüler, en güçlü lideri olarak görüyor. İslam dünyasının Filistin ve İran gibi haklı davalarında pekala kendisinin Batı’ya kafa tutulabileceğini göstermek istiyor olabilir.
5) VAZGEÇİLMEZ OLDUÐUNU DÜŞÜNÜYOR: Başbakan, Doğu ile Batı arasında bir enerji koridoruna dönüşen Türkiye’nin Batı’nın hem siyasi hem de ekonomik çıkarları açısından o derece vazgeçilmez olduğuna inanmış durumdadır ki, belki de bunun kendisine dış politikada sınırsız bir manevra alanı tanıdığına inanıyor. Batı’nın görüşlerine, çıkarlarına ters düşen tavırlar alsa da Batı’nın bu adımları sineye çekmek dışında başka bir seçeneği bulunmadığını düşünüyor. Dolayısıyla İsrail’i azarlayabiliyor, İran’la “kan kardeşi” gibi gözükmekte hiçbir beis görmüyor. İç politikada alternatifsiz olduğunu düşünmesi de Başbakan’ı vazgeçilmezliğine dönük bu risk analizinde teşvik ediyor olabilir.
6) ONU OBAMA TEŞVİK EDİYOR: ABD Başkanı Barack Obama’nın ocak sonunda göreve başladıktan yaklaşık iki ay sonra Atlantik ötesi ilk ikili ziyaretini nisan başında Türkiye’ye yapması, ardından aralık ayında bir çalışma ziyareti için kendisini Washington’a davet etmesi, de Erdoğan’ı bu yönde düşünmeye teşvik eden faktörlerden biri olabilir. ABD, Afganistan’da çaresizlik içinde kıvranırken, bir yandan da Irak’tan çekilmeye hazırlanıyor. Obama, bu koşullarda artan ölçüde Türkiye’nin desteğine, yardımına ihtiyaç duyuyor. Başbakan, bu durumun kendisine ABD karşısında da geniş bir hareket sahası tanıdığını düşünüyor.
7) İSRAİL’İ YOLA GETİRMEK İSTİYOR: Muhtemeldir ki, Başbakan izlediği tutumla İsrail’i pekâlâ hizaya getirebileceğini, Gazze konusundaki tutumunu değişmeye zorlayabileceğini düşünüyor olabilir. İsrail’in ve ABD’deki Yahudi Lobisi’nin Davos krizinden hemen sonra yelkenleri suya indirip uzun süreli bir gerginliğe girmek istemediğini hissettirmesi, Başbakan’ı “İsrail Türkiye ile iyi geçinmeye ve bizi dinlemeye mecbur” düşüncesine itmiş olabilir.
* Bu olasılıkların bir bölümü ya da tümü başlangıçta sorduğumuz sorunun yanıtı olabilir. Her okur kendi takdirine göre istediği şıkkı ya da şıkları işaretleyebilir. Tabii, Doğu kulvarındaki bu yönelişlerin Batı cephesinde Türkiye’ye ne gibi riskler getireceği ayrı bir yazı konusudur.
http://www.hurriyet....9...=308&gid=61