Hep çok sevdiğinizi söylediniz, hep... Sözcükler arasına sığdırdınız yaşanası duyguları. Sahi bunu nasıl başardınız?
Bilemediniz! Doğduğunuz gün başlamıştı ölüme yolculuğunuz. ilk başlarda soğuktu hayat denilen, sona yaklaştıkca ısınırdınız.
Pusla örtülmüş Ekim akşamında mumlarımı yaktınız, aydınlandı soğuk duvarlarım. Bir santranç tahtasına usulca düştüğünde yüreğim, oyun bitmesin sürsün istedim; şah yanımdaydi mat diyemedim. Kızılca kıyamet alacasında kirpiklerimden vurduğunuzda toprak kokuyordu teniniz, sonbahar tüttü ruhum. Martıların kanadından düşkıranlar koparken ses etmedi çocukluğum, izledi; düştük kelimelerde/n...
Ben bavuluma sığdıramadıklarımı sırtlanırdım, alışıktım gitmelere ki gitmeliydim. Siz tüm acıları kağıttan uçaklara çizdiniz. Ne sandınız? Rüzgarın yönünü değiştiremezdiniz. ilkel bir silah gibiydi fırlattıklarınız; uzaklaştı sandığınızda gelip yine bizi vuracaklardı. Vurmadılar mı?
Zaman yoktu benim için, saatlere bakmazdım fakat sizin için önemliydi. Siz çok sever, hayatınızı dilimlere ayırırdınız. Kurduğunuz hayallerin bile bir saati vardı, zamansız hiçbir halt olmazdı sizin için.. Oysa birlikte düşlediklerimiz dahi beraber değildi, ben istanbul'da bir hayal kahvesindeyken siz başka bir kıtada balıkçı teknesinde olacaktınız. Zaman denilen yalan kavramda sürüklendikçe, hayallerimizin yolları bile ayrılırken hayatı paylaşmayı nasıl bekleyebiliyordunuz? Bu yüzden takvim yapraklarını hiç koparmıyordum, yaşam akmasın, dursun...
Omuzlarımın üzerinde, rüyalarımda dahi günahlarımı - sevaplarımı yazan meleklerim vardı size göre... Uyku öncesi şeytan kıran dualar etmeliydim, Tanrı duymalıydı. Oysa ben Tanrı'yı duyuyordum, siz nasıl duymadınız? Dokunurken bir akşam rüzgarıyla tenime, fısıldıyordu inceden ' .......... ' Merak ediyorsunuz değil mi? Duymayı başaramıyorsanız, söylemeyeceğim. Sizin büyük sırlarınız oldu hep, benim hiç olmamıştı. Öyleyse, Tanrı'nın bildiği hâlde bu da benim sırrım olsun.
Neydi hayat? Yalanla gerçek arasında sallanıp duran ve bizden cesaret uman bir köprü, siyahla beyaz arasında griyi tutturmak gibi bir şey belki de... Bulanık suda berraklık aramak mı yoksa... Bilemediniz! Çünkü siz hiç önünüze sunulan renk dağarcığını farkedemediniz. Gözlerinizi yarınlara diktiniz, bugünü unuttunuz. Gördüğünüz rüyaların gerçek olmasını umarken asıl hayat avuçlarınızdan uçup gidiyor, rüya oluyordu... Göremediniz! Ben az sonra gelecek dalgalara aldırış etmeden, durgun denizler kıyısında kumdan kaleler yapıyordum. O anki çocuksu heyecanımı sonsuza yazarken, siz betonlaşmış yüreklerinizle hesap kitap peşinde koşturdunuz. Hedeflediğiniz yerde olacaktınız. Yine yanılmıştınız, hayat bir yere varış degil, o yere varmak için uğraşmaktı. Ah ne kolaydır hiçbir şey yokken her şeyi kaybetmek ve ne acı olmalı her şey varken hiçbir şey bulamamak...
Çiy çiy renkler dökülürken, bir sokak lambası altında karanlığınızı gizlemeye uğraştınız. Oysa tam karşınızdaydım; tek bir kara bulut gölgelemezken, taşkın yağmurlarda ruhumu yıkıyordum. Siz topraktan korktunuz, elbet girmeyecek miydiniz birgün? Neden sizden güçlü kıldınız da kahkalarla çiğnemediniz üzerindeyken... Ne kadar olduğu nasıl da önemliydi sizin için, aşka fiyat biçmeye çalıştınız. Ömür dedim; anlamadınız!
Küçüklüğümüzden bahsederken büyümediğime inandiramazdım. Sizin renkli misketleriniz vardı, benimse hiçbir oyunda bir araya getiremediğimiz gözleri oyulmuş taş bebeğim. Kabuklarını soyduğum umutlarımın ışığı kamaştırırdı hep gözlerinizi, doğruluğuna inanamadınız. Sizin uçurtmalarınız hep bir buluta takıldı kaldı, faili meçhuldu oyunlarınızı bozanların, hiçbir ebe kör değildi aslında siz duygularınızı körelttiniz. Rüzgara başkaldırmaktan korktunuz, bu yüzden bütüm balonlarınızı esir ettiniz göğün maviliğine. Ellerinize elma şekerini yakıştırmayıp parmaklarınızı erkenden silmeye alıştırdınız. Silemediğinizi karalardınız değil mi? Hayat karalamaya gelmiyordu oysa ve karalamak unutmaya yetmiyordu...
Şimdi karşıma geçmiş hala hayattan bahsediyorsunuz. Üzgünüm bayım, size verecek kadar yaşayamadığım bir hayatım olmadı benim. Üstelik hayat tutuyordu beni bu yüzden sizin hiçbir zaman okuyamayacağınız, okusanız da anlayamacağınız bir dilde şiirler kusuyordum. Siz hep sevdiniz hâlâ da sevdiğinizi söylüyorsunuz fakat içimde kıvranıp taşan hiçbir acı çığlığı duyamadınız.
Geçtiğim her istasyonda bir şiirim var şimdi. Hala kaybedecek bir şeylerinizin olduguna sevinmiyor da üzülüyorsaniz bayım; kimsesiz şiirlerimin babası olur musunuz?
Dilek Akın
Edited by Hayat Perdesi, 24.11.2009 - 16:32.