Bundan 4 sene evvel yazmışım bir doğu gezimi buraya, Mardin anılarımı. O zaman gittiğim en doğu orasıydı, tabi bilmiyordum çok değil 1 sene sonra kendimi dünyanın en doğusunda, Avustralyada bulacağımı... (Ora nere diyenler vardır aranızda ya da Avusturya ile karıştıran. Benim bahsettiğim ismi uzun, kendi en uzak olan :=) Gerçi Avustralyalılara bakarsak, onlar dünya haritasında kendilerini en doğuya değil, dünyanın merkezine koyuyorlar, sol kanatta Avrupa-Orta Doğu-Uzak Doğu-Afrika, sağ kanatta ise Amerika kıtası bulunacak şekilde... Bir tek de bu Avustralyalılar böyle çiziyor (küre değil, kağıt üzerinde) olsa gerek dünya haritasını. Zaten bu yeni haritayı gördüğümde çok şaşırmıştım, Çünkü Türkiye'yi bulamadım ilk etapta, ne bileyim sol tarafa itildiğimizi
Bulmuştum işte kendimi bu diyarlarda apansızın, apar topar. "İlim Çin de dahi olsa, gidiniz" diyen sevgilim Peygamberimin zamanında, eğer bu kıta tanımlanmış olsa idi, eminim Avustralya derdi. Keza burası Çin den dahi uzak...
Bu kıtayı aslında bir Alman bilim adamı keşfetmişti ilk. Ama İngilizlere kaptırmıştı, yahut İngilizler kapmıştı. Ve işte o zaman başladı bu memleketin hikayesi, ya da o zaman bitti bu memleketin hikayesi... Avustralya yerlilerinin yanında koala, kanguru gibi başka hiç bir yerde görülmeyen değişik hayvanlar ve bir o kadar farklı bitkilerde yaşıyordu, tabir-i caizse bu balta girmemiş diyarda. Kendilerince mutlu olmalıydılar, ta ki İngiliz baltaları gelene, burayı kendilerine mal edene kadar. Öyle ki, buranın sahibi olan yerlileri "Aboriginal" olarak tanımlamışlardı. "Ab" ön eki olumsuzluk manası taşıyordu. "Original" asıl anlamına gelmekteydi. Kısaca dediler ki yerlilere, siz adam değilsiniz, asıl olan, normal olan değilsiniz. İşte böyle yerleşti kaldı zavallı yerlilerin adı, bu sevimsiz dilde... Hatta ilk kanguruyu gördüklerinde kendi dillerinde sordular "what is that?" diye. "Kanguru" cevabını aldılar yerlilerden. Oysa iki tarafta birbirini anlamıyordu ve İngilizler sanki herkes kendilerini anlamak zorundaymışcasına bir kibirle sormuşlardı her zaman ki gibi. Fakat "Kanguru" sizi anlamıyoruz, ne diyorsunuz demekti yerlilerin dilinde. Böylece adı kanguru kaldı hayvancağızın. O bile gerçek adıyla anılamaz oldu haliyle...
Çok değil, birkaç yüzyıl önce olmuştu "Avustralya". İngilizler kendilerince medeniyet getirmişlerdi buraya. Yerlilerin yaşam haklarını ellerinden alarak, çocuklarını İngiliz ailelerine vererek, kendi dillerini unutturarak... Kansız, silahsız, hunharca bir soykırımdı yaptıkları. Nedense kimsenin hesap sormadığı, aklına getirmediği yahut getirmek istemediği bir üstü örtülü soykırım. Öyle ya, yerlilere hayat vermişti İngilizler, neresi soykırımdı bunun. Oysa bu soykırımdan önce, kaç bin yıldır süregelmişti yerliler vatanlarında. Demek ki kendilerine yetmişlerdi. Ama olur mu? İngilizlerin huyuydu bu, Saman altından soykırım yapıp, herkesi o sonsuz krallığına dahil etmek...
Velhasıl kelam, şimdi ingiliz yapımı ama buram buram eski bir medeniyetti yaşadığım bu ülke. Yolumun bir şekilde kesiştiği, başkentini bile buraya gelmeden az evvel öğrenecek kadar ilgisiz olduğum bir ülke. Çünkü herkesin sandığı gibi Sidney değil, Canberra idi başkent burda... Küçücük ve sıkıcı bir şehir !
Koskoca bir ada ülkesi, kendi başına bir kıta idi. Kara komşusu olmayan. Hatta deniz komşuları dahi uzak olan. Ki ondan daha uzak bir yer daha biliyordum, Yeni Zelanda... Yine bir İngiliz oyununa dahil olan, bambaşka bir yerli hayatın süregelip, bir çırpıda sonlandırıldığı bir ülke... Allahım yine de şanslı olmalıyım. Avustralya, ülkeme daha yakın diyerek züğürt tesellisinden başka birşey değildi benimkisi....
Çok yazacak şey var bu ülke hakkında... Bizden bambaşka bir ülke...
Şimdilik bu girişle bırakacağım... Sıkılanlarınız için...Elbette daha çoğunu bilmek isterseniz, paylaşacağım sizlerle...
En azından ne kadar güzel bir yerde yaşadığınızı anlamanız için...