Posted 14.02.2009 - 04:57
Dijital reklam billboardını görünce arkadaşıyla yakınındaki banka doğru yönelip,
''Şuraya oturak da biraz TV izleyek''
dedikten 10 dk sonra;
''Yav gardaş bu reklamlar da bitmedi gittı, amma çok reklam koyuyolar yauv, gah gidek...''
diyen, her halinden buram buram Anadolu havası yayılan insanların olduğu ülkemde, çok da şaşırmamıştım aslında, göğüs kıllarını ortaya çıkaracak şekilde düğmelerini açtığı gömleğinin cebinde maltepe sigarası, ortası sararmış bıyıklarıyla, ''Bankamatiğimiz arızalıdır'' yazısını pürdikkat okuduğu halde, hala ve hala, inatla kartını sokup, para çekmeye çalışan, parasını çekemeyince, bankamatiği yumruklayan vatandaşların da olabileceğine...
''Ülkem insanı işte'' diyorum. Gülüyorum.
Merhamet duygusuyla karışık bir huzur yayılıyor içime...
Anlıyorum ki ülkemdeyim.
Türkiye'm. Ülkem benim.
Gül kokulu memleketim.
Yer, Trabzon Farabi Tıp Fakültesi.
Acil kapısının önüne kornalar çalarak 3 araç gelir. İçinden insanlar fırlayarak, ateş alıp tutuşmuşcasına, o klasik "doktorlar nerde sedye getirin" şeklinde bağırışlarla çıkar. Öndeki arabadan çıkan bir adam, arkadaki arabaya doğru seslenerek hastayı hemen arabadan çıkarmalarını söyler.
Arkadaki arabadan yanıt gelir:
"Sizin arabada değil miydi?"
Yani ülkem insanı, hastayı Rize'de bırakıp, her ikisi de diğer arabada oldugunu sanarak, Rize'den yani 1 saatlik yoldan son sürat gelmişlerdir. Bir kez daha anlıyorum ki ülkemdeyim.
Kendimize has özelliklerimiz vardır bizim. Bizi biz yapan. Dünyanın neresinde olursa olsun, pek de zor değildir aslında bir insanın Türk olup olmadığının anlaşılması. Bir kelime, bir hareket, bir bakış bile yeter bazen...
Fakat dünyanın neresine giderseniz gidin, hiç bir ülkede göremezsiniz eve misafir geldiğinde hemen ocağa bir çay suyu koyma misafirperverliğini... Ve aramayın boşuna. Okuyamazsınız çünkü ''büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden'' öpüp, ''kestane kebap, acele cevap'' beklemenin özlemiyle ucu yakılan mektupları...
Duyamazsınız başka hiç bir ülkenin otobüsünde yolculuk yaparken
''Yolculuk nere hemşerim''
diye soran bir insanın o ıhlamur sesini...
Tercih edebilir misiniz bir başka ülkenin metrobüs şoförünün sirke satan suratına, ülkemin dolmuş şöförünün
''arkada boşluklar var, dolmuşun arka tarafı da Taksim'e gidiyor beyler'' diyen nüktedanlığını?...
Peki ya başka hangi ülkede kamaştırabilir gözlerinizi, balkondan sarkan sepete, bakkal çırağının ekmeğin yanına koyduğu, parktan topladığı papatyaların beyazlığı...
Hangi ülkede seyredebilirsiniz, televizyonun üzerine ekranın yarısını kapatacak şekilde konan dantelli örtünün işlemelerinde gizli, yasak bir aşkın rengarenk düşlerini...
Hangi ülkede doldurabilir avcunuzu, pencere kenarına saksı niyetine dizili, plastik yoğurt kaplarında açan fesleğenlerin kokusu...
Hangi ülkede kızabilirsiniz bir pazar sabahı ''çıtır simit'' diye avazı çıktığı kadar bağıran simitçinin uykunuzu bölmesine...
Sizi bilmem ama,
Bir başkadır benim memleketim.
Ömür BİNGÜL
Bîgâne-i mahabbetün olmaz gam-âşinâ
Ey dâğ-ı derdin eylemeyen merhem-âşina