Osmanlıdan bu yana dinî törenlerimiz çok değişti...
19 Haziran 2010 Cumartesi
Cenazelerde kadınların ağlayıp, yırtınıp, çırpınarak mersiye okumaları âdeti İstanbul kültüründe yoktur. Kadınlar, cenazeyi, evin dış kapısından uğurlar, kabristan ziyaretini sonraki günlerde yapardı.
HANIMLARA CUMA NAMAZI!
Hanımların, cenaze ve cuma namazı kılmaları, kesinlikle eskilerin (bidat-i kabîha) dedikleri eylemlerdir. Neyse ki bu bidat tutunamadı.
Dinî törenler, töreler, âdetler, bütün dinlerde olduğu gibi Müslümanlıkta da kolayca değişmez. Değişimler, toplumlar büyük çapta olaylara maruz kaldıktan sonra olur.
Milletler ve devletler için en büyük çapta olay, rejim değişikliğidir. Tam rejim değişiklikleri: Monarşiden cumhuriyete, totaliter ve otoriter yönetimlerden demokrasiye geçmek gibi. Büyük savaşlardan barışa ve barıştan büyük savaşlara geçmek de, aynı derecede etkendir. Zaten rejimler ancak büyük felâketlerden sonra değişir.
Uzun süreli ve şiddetli savaşlar, ahlâki telâkkilerde, âdetlerde değişiklikler oluşturur. 20. asrın ilk yarısında cereyan eden, bütün insanlık tarihinin en büyük iki savaşı, Birinci (1914-18) ve İkinci (1939-45) Cihan Savaşları böyledir. Yenik düştüğümüz Birinci Cihan Savaşı, Kurtuluş Savaşımızı (1919-22) doğurdu. Harb-i Umûmî dediğimiz Birinci Cihan Savaşından önce de Balkan (1912-13) ve İtalya (Libya) savaşlarını yaşadık. 1912-22 arasında 10 yılı savaşarak geçiren bir millet, yorgun toplum hâline düştü. Nüfusu çok azalmış ve yoksullaşmıştı. Bayındırlığı mahvolmuş, müesseseleri yerle bir edilmiş veya kapılarını kapatmıştı.
Asla doğru dürüst yürütemediğimiz, hemen diktatörlüğe dönüştürdüğümüz meşrûtiyet (taçlı demokrasi) yerine cumhuriyeti tercih eden Atatürk, sürekli, radikal, şok inkılâplarla, milletimizin millî şuurunu ve kendine güvenini elde etmesi için her şeyi yaptı. Almanya, Avusturya-Macaristan, Rusya ve Türkiye gibi 4 çok büyük imparatorluğun sona erip otoriter cumhuriyetlere dönüşmesi, Avrupada da önemli değişimler yaptı. Ama bizdeki kadar değil... Zira Osmanlı inkılâpları geç ve yetersiz kalmış, üstelik çok mukavemetle karşılaşmış, Avrupadan gerilere düşmüştük. Hızlı yeni inkılâplar gerekiyordu.
Dine dayalı tören ve âdetlerde inkılâp, hattâ basit değişmeler, kolay değildir. Hilâfetin ilgası, tekkelerin kapatılması gibi en büyük çapta inkılâplardan bahsetmiyorum. O bahisler çok yazılıp çizildi, herkes bir şeyler söyledi. Ben, Türk kültürünü yöneten İstanbul ve yeni devlet merkezimiz Ankara başta, büyük şehirlerimizdeki dine dayalı değişikliklerden bazılarını ele alacağım.
NELER DEÐİŞTİ?
Cenazeye kadınların ve çocukların katılması, epey yeni bir bidattir. Atatürkün, Ankarada dünyanın her ülkesinden gelen resmî ziyaretçilerin katıldığı cenaze törenine (1938) binlerce erkek yanında ilk defa bir kadın iştirak etti: Kız kardeşi Makbule Atadan. Zamanla, hele son 40 yılda cenazelerde kadın ve çocuklar görüldü. Daha önce 14 yaşlarından küçük erkek çocuk da alınmazdı. Kadın ve çocukların feryat ve figanları, hem teessürü arttırdı, hem töreyi bozdu. Kadınlar, cenazeyi, evin dış kapısından uğurlar, asla sokağa çıkmazlardı. Tabiatiyle defin kısmına da katılmamışlardır. Hanımların çocukların kabristanı ziyareti, sonraki günlerde olur. Hanımların başlarını bir örtü ile (şapka olmaz) örtmeleri, İstanbul kültüründe şarttır. Cenazeye çelenk de son yarım asırda görüldü. Cenazede alkışa gelince, yalnız komünistlere mahsustur. Onları takliden şimdi saygı zannedip alkışlayanlar çoğaldı.
Hanımların namaz dışında cami ve türbe ziyaretlerinde kapalıca giyinmeleri ve başlarını örtmeleri geleneğimiz gereğidir. Müslüman olmayan hanımlar da camileri ziyaret edebilirler, onlar da başlarına bir örtü alırlar.
Her isteyenin tabutuna Türk bayrağı örtülmesi de son yılların eseridir. Yalnız milletvekili, albay ve generallerin tabutlarına bayrak örtülürdü. Şehitler için kısıtlama yoktur. Rütbesiz erler de düşman silâhı ile ölüp şehit olmuşlarsa, Türk bayrağına sarılırlar (kefen gerekmez). Generallerin cenazesi top arabası ile götürülürdü. Cenaze (matem) marşının bir bando ile çalınması, cumhuriyet dönemindedir. Cumhuriyetin ilk yıllarında tekbir, salât okunması yasaktı. İlk tekbirler, Fevzi Çakmakın cenazesinde üniversite öğrencileri tarafından okundu (13 Nisan 1950). Henüz Demokrat Parti iktidara gelmemişti ama, Türkçe ezandan şikâyet umûmî idi. Subaylar son yıllara kadar cenaze için camiye gelir, namaza katılmaz, bir köşede beklerlerdi. Bu çirkinlik, son yıllarda ortadan kalktı.
Kurân-ı Kerîm, rastgele konulmaz, göğüs hizası üzerinde bir yerde bulundurulur. Saygıyla alınır, üç defa öpüp başa konduktan sonra sayfaları açılır. Türk örfünde böyledir. Pek çok kavmin sıradan kitap muamelesi yaptığına çok şahit olmuşuzdur.
Cenazelerde kadınların ağlayıp, yırtınıp, çırpınarak mersiye okumaları âdeti İstanbul kültüründe yoktur. Ama evlerde kemâl-i ciddiyetle Kurân ve ilâhî okunur. İlâhîlere küçük mekânlarda, evlerde, dinleyenler de katılabilir. Mevlidin Osmanlı Türklerine mahsus olduğunu zikretmeliyim. Bugün ortadan kalkan İstanbul muâşeretine ait kuralları inşallah başka bir yazımda sunmak isterim...
http://www.turkiyega...?haberid=451537