TÜRBAN NASIL İKTİDAR OLDU
Said-i Nursi 23 Mart 1960da öldü. İki ay sonra 27 Mayıs darbesi yapıldı. 27 Mayıs, Saide uzun bir sürgün hayatı yaşatan Cumhuriyetin yeniden dirilişi anlamına geliyordu. Saidi ve takipçilerini rahatlatan DP iktidarının ölüm fermanı o gün yazılmıştı.
Saidin cenazesi Urfada bir dergaha gömüldü. Ancak 12 Temmuz 1960'da darbe hükümetinin emriyle mezarı yıktırıldı ve açıklanmayan bir yere nakledildi.
Said ittihatçıydı, keskin bir Abdülhamit düşmanıydı, teşkilat-ı mahsusa üyesiydi, Kürttü, islamcıydı. 31 Mart vakası ve Şeyh Said ayaklanmasının şüphelileri arasındaydı. Cumhuriyet, hem Kürt yanına, hem islamcı damarına ağır bir darbe vurmuştu. Hayatı çok uzun bir trajediydi, 27 Mayıs geldi, o trajedinin son sahnesi olarak tarihine kazındı.
DEVLETİN ROLÜ
Nurcular o yıl hem liderlerinin ölümüne hem de 27 Mayıs darbesi ile başlarına gelenlere ağladılar. Kaybedilmiş bir geleceğin yılgınlığı ve öfkesiyle Urfaya koştular. Urfada alınan güvenlik önlemleri o yılgınlığı ve öfkeyi daha da arttırmıştı. Laik devlete karşı silaha sarılmak ile Saidin bıraktığı noktadan yeniden devam etmek arasında bir yerdeydiler o gün.
27 Mayısın yarattığı karamsarlık çabuk atlatılacaktı oysa. 1960lı yıllarda soldan esen rüzgarlara karşı, devlet onlara yeni bir rol biçmek üzereydi. Sokakta devlete karşı bir isyan gelişiyordu ve isyana karşı bir dalgakırana ihtiyac vardı. Böylece Saidin ölümü ile kapandı sanılan yol sonuna kadar açıldı. İslamcı hareket, işte bu yeni konjonktür içinde serpilip büyüdü.
Saidin ölümünü takip eden 50 yıl içinde gerçekleşen üç askeri müdahale ile İslamcı hareketin hızlı yükselişi arasında tam bir paralellik ortaya çıkıyordu. 27 Mayıs durdurmuş, 12 Mart ve 12 Eylül arkasından itmişti. İslamcı hareket Türkiyenin son elli yılındaki son maçı 2-1 önde götürdü hep.
AMERİKANCI OLDULAR
Said, Teşkilat-ı Mahsusacıydı, onlar Komünizmle Mücadele Derneği üyesi oldular. Said, Kurtuluş Savaşını desteklemişti, onlar Amerikancı ve NATOcu oldular. Said, Cumhuriyet boyunca iktidara muhalifti, onlar sağ iktidar partilerin içinde oldular. Bir yandan devletin kemalist yanından derin bir nefret, öbür yandan kendi devriminden korkan ve geriye kaçan devletle girift ilişkiler islamcı hareketin alemet-i farikası oldu hep.
Said hayatını eski said, yeni said ve üçüncü said diye üçe ayırmıştı. Eski Said, politikaya yakındı, o yolla da islama hizmet edileceği kanısındaydı. Yeni Said ise politikadan uzak ve tebliğde karar kılmış Said demekti. Bu ölümünden sonraki İslamcı hareketin içinde iki ana akımın yönelimine de işaret ediyordu. Bunlardan biri Necmettin Erbakan'ın temsil ettiği partileşme misyonu, diğeri ise bugün Fethullah Gülen'le temsil edilen cemaatleşme misyonuydu.
Şakirtleri ise yaptıkları işe göre cepheleştiler. Said-i Nursinin eserlerini 1930 ve 1940'larda el yazısıyla kaleme alarak çoğaltanlar ilk kuşak Nurculardı. Onlara yazıcılar deniyordu. Cemaate sonradan katılan ikinci kuşak Nurcular ise Said-i Nursi'nin eserlerini Latin harfleriyle kitap halinde basıyordu. Bu nedenle onların adı da 'Okuyucular' dı. Yazıcılar, okuyucuların nafile çabalarına kızmaktaydılar. Okuyucular-yazıcılar ayrışması da işte bu işlerin verimi oldu.
FETHULLAH GÜLEN
Sonradan ünlenecek Fethullah Gülen ise henüz adı duyulmamış Erzurumlu bir vaizdi. Erzurumda Komünizmle Mücadele Derneğinin kurulmasına ön ayak olmuştu. Edirne ve Kırklareli'nde görevli olduğu dönemde, camilerde yaptığı konuşmalar yoluyla etrafında insanlar toplamaya başladı. Hep ağlayan, zaman zaman kendini yerden yere atan konuşma tarzı ile dikkatleri üzerine çekiyordu. O, kitleyi 'hitabet' yoluyla etkiliyor, İslama konuşarak hizmet ediyordu. Hiçbir zaman açıkça Nurcu olduğunu söylemedi, Nurcu ağabeylerin arasına fazla girmedi, konuşmalarında Said-i Nursi'nin adını kullanmadı. Diğerlerinden farklı olarak yetiştirdiği şakirtlerini devletin önemli kademelerine yerleştirmeyi ve zamanı geldiğinde devleti içeriden fethetmeyi hedefliyordu.
İslamcı hareket içinde Nurcuların ağırlığı giderek artıyordu. 1965 seçimlerinde İslami cemaatler Adalet Partisi'ni desteklediler. AP seçimi kazanıp iktidar olunca cemaat ve tarikatlar DP döneminden sonra bir kez daha rahatladılar. Bir kısmı mensuplarına üniversiteye gidip, devlete girmelerini tavsiye ediyordu. Necmettin Erbakan, Korkut Özal, Turgut Özal işte bu yeni politikanın ilk ürünleri oldular. Nurcular da hızla toparlandı; ardı ardına ''Nur Dersaneleri'' açılmaya başlandı, böylece yeni bir insan kaynağı bulunmuş oldu. Türkiye'nin pek çok bölgesinde Nurcu kampları kuruldu. Bu kamplarda şakirtler Nur risaleleri okuyor, spor yapıyor, dövüş dersleri alıyorlardı. Solcuların elinde olan MTTB işte o denemde İslamcılarca ele geçirildi. Bütün dini cemaatler bu hayırlı olay için güçbirliği yapmışlardı. İlk türban vakası da o günlerde patladı. Hatice Babacan, İlahiyat Fakültesi'nde derslere türbanla girince, Prof. Dr. Neşet Çağatay ve Prof. Dr. Hüseyin Gazi Yurtaydın tarafından okuldan uzaklaştırıldı. İlk başörtüsü gösterisi de bu olayın ardından gerçekleştirildi. Adalet Partisi ile cemaatlerin arasını da bu olay açacaktı. Necmettin Erbakanın sahne alması için artık ortam hazırdı.
NURCULAR APDE KALIYOR
Ancak Nurcular AP içinde kalma taraftarıydı. Erbakanın girişimi onları rahatsız etmişti... Arkasından MHP da İslamcı harekete yönelip yazıcı Nurcuların desteğini alınca bu rahatsızlık büyüdü. ''Tarihi Vesikaların Işığı Altında İslami Hareket ve Türkeş'' adlı kitap işte o günlerin ürünü oldu. Bu, Nurcuların siyasete doğrudan ilk müdahalesiydi.
Ancak siyaset Nurcuları da diğer cemaatleri de bölmüştü. Nurcular Erbakanı, Mehmet Şevket Eygi ve Necip Fazıl Kısakürek ise Nurcuları eleştiriyordu. Şule Yüksel Şenler adı da işte o günlerde duyuldu. Eygi Nurcu Şule Şenleri gazetesine transfer etmişti.
Necmettin Erbakan ise Odalar Birliği içindeki kavgada Süleyman Demirel'le karşı karşıya geldi. Erbakan, Odalar Birliği'ndeyken Anadolu esnafını örgütlemiş ve Odalar Birliği Başkanı olmuştu. Fakat Demirelin müdahalesiyle Erbakan Odalar Birliği Başkanlığı'ndan polis zoruyla indirdi. Dindar Erbakan'ın, mason Demirel tarafından kapı dışarı edilmişti. Söylenenlere göre Erbakan, İstanbul büyük sanayicilerine karşı Anadolu esnafının savunucusu bir çizgiyi temsil ediyordu. Demirel ise İstanbul dükalığının adamı olmakla eleştiriliyordu. Sermaye İstanbuldaydı, Anadolu esnafı sermayedar olamamıştı daha.
Nurcu-MHP kavgası işte bu hava içinde patlak verdi. MHP, İslamcıları partiye davet ediyor, oy vermeyecekleri de mason uşağı olmakla suçluyordu. ''Çarşaflıları gördükçe tüylerim ürperiyor, ezanın yeniden Arapçaya dönüşü bir ihanettir'' diyen Alparslan Türkeşin, Türkçü-Şamanist Nihal Atsız'la birlikte tavır değiştirerek cemaatlere ve tarikatlara yönelmesi de işte o kavganın verimi oldu.
Saidin çizgisi böylece bir yandan MSP-MHP-AP ile siyasi bir harekete, öte yandan Fethullah Gülen ile büyük ve etkili bir cemaate dönüşmüştü. 12 Eylül darbesi APyi kapattı; MHPye ağı darbeler indirdi. MSP de kapatılmıştı ama cemaatler dışarıda tutulmuştu. Özellikçe Fethullahçılar korunup kollanmıştı. İslamcı hareket bu iki kanaldan yeni bir yolculuğa hazırlanıyordu.
RADİKALLER
Silahlı islami hareketler de 1960'lı yılllarda başladı. Adını ilk duyuranlardan biri Hizb-ul Tahrirdi. Türkiye'deki İslâmî hareket 1980 askerî darbesinden dolayı duraksadı. Fakat rejim onlarla ilgilenmiyordu. İslâmcı örgütler kendi pozisyonlarını güçlendirecek geniş bir saha elde ettiler. Üstelik 12 Eylül zindanlarında işkence gören ülküceler de islamcı örgütlere yöneliyordu. 1984 yılında ortaya ilk çıkanlar Hizbullahçılar oldu. Ancak 1980li yılların yıldızı İslâmî Cihadtı. Laik aydınlara yönelik eylemlerde onların imzası vardı. Türk İslâmcı Kurtuluş Ordusu (İKO), Türk İslâmcı Kurtuluş Cephesi (TİK-C), İslâmî Devrim Mücahitleri (İDAM), Türkiye İslâmî Kurtuluş Birliği (TİKB), Dünya Şeriatçı Kurtuluş Ordusu (DŞKO), Evrensel Kardeşlik Cephesi-Şeriatçı İntikam Mangası (EKC-ŞİM), İslâmcı Kurtuluş Partisi Cephesi (İKP-C), Evrensel İslâmcı Kavga İçin Türk Mücahitleri (EİK-TM), Türk İslâmcı Mücahitler Ordusu (İMO) ve Türkiye Şeriatçı İntikam Komandoları (TŞİK) gibi adı popüler ama varlığı şaibeli pek çok örgüt ise saman alevi gibi parlayıp söndü. 1990lı yıllarda PKK'ya karşı giriştiği eylemlerle adı duyuran Hizbullah ise devlet tarafından açıkca desteklenen ilk islami terör örgütüydü. Adı o yüzden Hizb-ul Kontra olarak anılmaktaydı.
Bu dönemin en rekli örgütü ise kuşkusuz İBDA-Cydi. Sol referanslar ortaya çıkan bu İslami hareket devlet tarafından çok sert bir şekilde bastırıldı. Liderleri tutuklanıp uzun hapis cezalarına çarptırıldı. Devlet, İslamcının kontrolden çıkanına sıcak bakmamaktaydı.
TÜRBAN
Türban sorunu da dolaylı bir Said-i Nursi ürünüydü. Mucidi Kayseri doğumlu Şule Yüksel Şenler 1960'lı yıllarda gazete yazıları ve konferanslarla ün kazanmaya başlamıştı.
Küçükken ailesiyle birlikte İstanbul'a göç etti. Öğrenimini ortaokul ikinci sınıfta bıraktı. Bir terzinin yanında çalışmaya başladı. Kendi başörtüsü modelini yaratmasında terzi çıraklığı yardımcı oldu.
Ağabeyi Özer Şenler, Said-i Nursi'nin yakın çevresi içine girmişti. Adını değiştirdi, Üzeyir oldu. Anne ve kızkardeşlerine örtünmesi için baskı yapıyordu. Ağabeyinin isteğiyle Risale-i Nur toplantılarına devam etmeye başladı. Örtünmesini söylediler, kabul etti. Ancak geleneksel örtüleri kendisine uygun bulmuyordu. Uğraştı, kendine özgü bir örtü yaptı. Düşüncesi ile uyumlu bir örtü icat etmişti. Türban siyaset sahnesine çıkmaya hazırdı.
21 yaşında gazetecilik yapmaya başladı. 1965'te görüntüsü ile düşüncelerinin uymadığını düşünerek tesettüre girdi. Yeni İstiklal Gazetesindeki yazıları nedeniyle hakkında davalar açıldı. Anadolu'yu dolaşarak verdiği konferanslarla kendi icadı olan türbanı yaymaya çalıştı. Onu taklit eden genç kızların başlarını aynı şekilde örtmeleriyle bu tarz örtü şulebaşı ünlenmeye başladı. Cevdet Sunay'a yazdığı bir mektup yüzünden cumhurbaşkanına hakaretten tutuklandı, sekiz ay cezaevinde kaldı. Hür Söz, Yeni İstiklal, Babıalide Sabah gazetelerinde kadın sayfası yaptı. Bugün gazetesinde köşeyazarı, Seher Vakti dergisinde başyazar oldu. 1971'de hapis yattı. 1980'den sonra Zaman ve Milli Gazete'de yazdı. Huzur Sokağı adlı romanı filme alındı. İki kez evlendi ve boşandı. Kocaları tarafından hep dövülmüştü. Bir daha evlenmedi. "İdealist Hanımlar Derneği"ni kurdu. Manevi başkanı oldu. Derneğe gelen genç kızlar arasında, Emine Gülbaran (Erdoğan) da vardı. Recep Tayyip Erdoğan ile Emine Hanım'ın evliliklerinde arabulucu olan isim de Şule Yüksel Şenler'di.
Yeni Şafak gazetesi yazarı Ömer Lekesiz, 14 Haziran 2010 tarihli Şule Yüksel Şenler başlıklı yazısında onu vareden ruh iklimini şöyle ifade ediyor: Özellikle Köy Enstitülü yazarların resmi ideolojiyi benimsetmek amacıyla yazdıkları romanlarla, Şule Yüksel Şenler'in (Hekimoğlu İsmail ile) başlattığı hidayet romanlarını, sosyolojik bir perspektifle etki-tepki olgusuna göre konumlandırmak bana daha doğru gelmişti... Bugün de böyle düşünüyorum. Bir tarafta dini hafife alan, Müslümanları özellikle din adamları üstünden kötülemeye, cehaletle itham etmeye kalkışanlara karşı, onları savunan birinin çıkması, yapılan yanlışlara roman diliyle de itiraz etmesi kaçınılmazdı.
Lekesizin deyimiyle O, bir ahir zaman destanının kahramanıydı. O destanda, kendi icat ettiği bir örtüyü bütün kadınların başına geçirmenin öyküsü vardı.
VE İKTİDARDA....
Şimdi Said-i Nursinin eteklerinden gelenlerle, Erbakanın eteklerinden gelenler iktidarda. Şule Yüksel Şenler modası, Cumhuriyeti tasfiyenin bayrağı oldu. Bütün partiler Şulebaşları daha özgür kılmak için seferber. Dediklerine göre Şulebaş modası devlet tarafından tanınırsa ülke özgür olacak!
Cumhuriyet devrimi dinin günlük hayat üzerindeki kontrolünü kırarak işe koyulmuştu. Din tekrar günlük hayatın tek referans noktası haline gelmek üzere.
Devrim bitti, Cumhuriyet yenildi. Yönetenler, din olmadan yönetemeyeceklerini öğrendi. Bir büyük restorasyon yürürlükte. Düzen, dindar bir halka göre kendini yeniden kurguluyor, olup biten bu.
Kahramanları Erbakan, Said, Şule olan yeni bir devrimdir yaşadığımız. İnsanlığın çölüne hoşgeldiniz!
Orhan Gökdemir
Odatv.com
*************************************************
Nasıl, güzel hikaye değil mi? Yanar-dönerler, ikiyüzlüler, hırsız takiyyeciler, Allah ile aldatanlar... hepsi bu hikayede.
1960'dan önce bu ülkenin insanları tümden, türban takmadıkları için günahkarmıydı? 1960'dan sonra yeni bir peygamber mi geldi bu ülkeye? 1960'dan sonra ne oldu da...???