Sayıyordu... Yolda yürürken yerlerdeki taşları, otobüste giderken evlerin kaç camı olduğunu... Klinik manada zararsızdı. Kendini sayarken buluyordu. Saya saya geliştirdiği hızlı sayma tekniklerini kullanarak, geçmişine de hızla gidiyordu. O kadar tek başınaydı ki, sohbet edecek kimsesi olmadığında, ki çoğunlukla olmazdı, kendini sırtından geriye doğru çekiyordu adeta.
Dertlerinin sadece keyfi melankoliler olduğu yıllara döndüğünde, içini öyle bir özlem kaplıyordu ki. Acıyordu içi. O zamanlar görmediği basit şeyleri, şu an da hasretle anıyordu. Neden böyleydi insanoğlu? İlla kafasına dank etmesi için neden bunca zamana gerek vardı? Ama o zamanlarının kıymetini de bilmişti elbet. Hani orta yaşı geçenlerin "Bugünlerinizin kıymetini bilin, keyfini çıkarın" nasihatlerine kulakta asmıştı hatta. Keyfini çıkarsan ne olacaktı ki, her zaman bir dakika 60 a kadar sayınca bitiyordu nihayetinde. Bir gün 24 saatle mazi oluyordu yakın geçmişine. Her halükarda tadı damağında kalıyordu yaşananların. Tadı alınabildiyse eğer... Öyle ya, bir şeyin iz bırakması için, hayatının içinden geçmesi gerekti....
İnsanların yüzlerine bakıyordu yürürken... Dili, dini, ırkı ne olursa olsun hepsi aynıydı esasen. İş çıkışlarında aynı yorgunluk vardı gözlerinde. Sevindiklerinde aynı gülümseme. Gülümsediğinde çirkin olan bir Allah'ın kulu yoktu. Tüm yüzlere yakışıyordu gülmek. Tüm yüzleri üzüyordu ağlamak. Herkesin hayat kaygısı pek aynıydı. Çocuklar da her zaman aynıydılar. Aynı şekilde düşüyorlardı yürümeye çalışırlarken. Ağlamaları aynı, kıkır kıkır gülmeleri aynı, konuşmaya gayretleri dilsizdi. Bir annenin evladına bakışı, bir babanın ailesine kol kanat gerişi her zaman aynıydı...
Aynılıklar içinde farkı yaratan neydi o zaman? Geçmişin içinden gelecek çıkaran neydi? Bir Pi sayısı gibi birşeye ihtiyacı vardı tüm formüllerin. Bilinmeyenler bir yerde tıkanıyordu. Hayat bu kadar cebirsel miydi, yoksa o sayı saymayı alışkanlık haline getirdiği için iyice aklın zıvanasından çıkmış mıydı? O kadar çok soru soruyordu ki, artık soru işaretleri yetişemiyordu cümlelerin sonlarına. Ya da o işaretler ucundan kayarak ünleme dönüşüyorlardı şaşkınlık içinde. Ne oluyorsa hep bu sayılardan oluyordu. Tek başlarına ayrı, birlikte apayrı dert haline gelen sayılardan...
........
Devamı gelecek...
0
Belki Önceden....
Konuyu açan
kar tanesi
, 27.07.2011 14:58
bu konuya 25 yanıt verildi
#21
Gönderim zamanı 19.12.2011 - 16:50
#22
Gönderim zamanı 08.01.2012 - 17:17
Devamını buraya yazmayacaktı bu hikayenin. Bırakacaktı onu başka bir zamana, mekana...
Bambaşka bir hikayeye başlamak istiyordu yine. Bembeyaz bir kağıda yazmak istiyordu sıfırdan. Maymun iştahlı değildi. Sadece hayat silgi sunmuyordu insana. O yüzden yarım yamalakta olsa kalıyordu yaşananlar. O yüzden yeniden başlıyordu, başlamak istiyordu, öncekileri silemeden. En az sayılar kadar kati olmak istiyordu, hep sonuca varmayı istemişti hemen.
Ama birden kendine baktı, içine. İtiraf etmekte zorlandığı birşeyler vardı sanki. Sevda göz kırpıyordu sanki. Biraz uzaktan, aslında yakından, biraz değil bir hayli derinden, biraz kalleşçe. Yeniden başlama arzusu hep sevdayla fişeklenirdi zaten. Öyle birikti gitti, yarım yarım, eksik gedik hikayeler... Ama artık bir yenisini daha eklemek istemiyordu muhtemelen. Yorgundu. Sayı saymaktan bile yoruluyordu. Bırakıyordu tek basamaklarda. Dilini lal etmeyi tercih ediyordu. Kendinden köşe bucak sakladığı o filizi büyütmemek için aç bırakıyordu onu. Görmezden geliyordu. Sırtını dönüyordu. Ve böyle yapmaya da kararlıydı. Tersini yapmaktan hiç fayda görmemişti, önceki masalları yaşarken. Bu sefer ki, yarım dahi değil... Sadece bir hiç olacaktı. Aynı o yazmak istediği bembeyaz kağıt gibi, öyle yazılmamış, bembeyaz kalacaktı...
Bambaşka bir hikayeye başlamak istiyordu yine. Bembeyaz bir kağıda yazmak istiyordu sıfırdan. Maymun iştahlı değildi. Sadece hayat silgi sunmuyordu insana. O yüzden yarım yamalakta olsa kalıyordu yaşananlar. O yüzden yeniden başlıyordu, başlamak istiyordu, öncekileri silemeden. En az sayılar kadar kati olmak istiyordu, hep sonuca varmayı istemişti hemen.
Ama birden kendine baktı, içine. İtiraf etmekte zorlandığı birşeyler vardı sanki. Sevda göz kırpıyordu sanki. Biraz uzaktan, aslında yakından, biraz değil bir hayli derinden, biraz kalleşçe. Yeniden başlama arzusu hep sevdayla fişeklenirdi zaten. Öyle birikti gitti, yarım yarım, eksik gedik hikayeler... Ama artık bir yenisini daha eklemek istemiyordu muhtemelen. Yorgundu. Sayı saymaktan bile yoruluyordu. Bırakıyordu tek basamaklarda. Dilini lal etmeyi tercih ediyordu. Kendinden köşe bucak sakladığı o filizi büyütmemek için aç bırakıyordu onu. Görmezden geliyordu. Sırtını dönüyordu. Ve böyle yapmaya da kararlıydı. Tersini yapmaktan hiç fayda görmemişti, önceki masalları yaşarken. Bu sefer ki, yarım dahi değil... Sadece bir hiç olacaktı. Aynı o yazmak istediği bembeyaz kağıt gibi, öyle yazılmamış, bembeyaz kalacaktı...
#23
Gönderim zamanı 11.01.2012 - 15:41
Ne oldu böyle? Neden kaydı gitti dostlukların dengeleri? Nerdeydi o eski günler... O eski günler diye başlayan cümleleri daha bu yaşta kuruyor olmakta neyin nesiydi? Anlamıyordum.. Herkesi anlamaya çalışmaktan yoruldum. Her hayatın başrolüne kendimi koyup, empati yapmaktan sıkıldım. Benim kendi öz başrolüm ne olacaktı? Bomboş bırakıyordum onu kimi zaman. Kendime bakamadan, geçiyordu zaman. Dostlukların ne kıymetli olduğunu bilirdim. Sevdadan feyz alırdı dostluklar... Noldu peki ya? Bildiklerim neden beni mutsuz etmeye başladı. Yoksa ben bilmiyor muydum gerçekten? Ne kendimi bilmezmişim meğer. Kimseyi bilmezmişim. Ters köşe duygulardan, içine kaçmış hayatlardan mutsuzluk düşüyordu payıma. Oysa ben göğe dikilen tuğlaların aralarına harç olmayı kendime görev bilmiştim. Meğer iyi atılamamış çürük bir temelmiş üzerine kat çıktığım...
Oysa o kadar basitti ki istediğim. Tüm insanlar gibi. Sadece huzur. Bir kahve tadında, bir deniz kenarında, bir çift bakışta, bir gülüşün içinde...
Bir tutam mutluluktu beklediğim. Samimiyetti. Dobralıktı. Kardeş bilmekti, biyolojisi kardeş olmayanı.
Hayat ne kadar aynıysa eskiden, büyüdükçe değişirmişiz meğer...
Oysa o kadar basitti ki istediğim. Tüm insanlar gibi. Sadece huzur. Bir kahve tadında, bir deniz kenarında, bir çift bakışta, bir gülüşün içinde...
Bir tutam mutluluktu beklediğim. Samimiyetti. Dobralıktı. Kardeş bilmekti, biyolojisi kardeş olmayanı.
Hayat ne kadar aynıysa eskiden, büyüdükçe değişirmişiz meğer...
#24
Gönderim zamanı 17.01.2012 - 15:13
Ölümü hiç bu kadar düşünmemiştim önceden. Yani uygulamak adına değil, bir olgu olarak. Gerçekliği hiç bir zaman şüphe götürmemişti, Sultan Süleyman bile kazık kakmamıştı en nihayetinde. Kadın dergilerinde erkeklerin kaç saniyede bir seks düşündüğü ile ilgili yarı bilimsel yazıların, kaç saniyede bir ölüm düşünen kadına dönüşmüş haliyim adeta. Sanki fani olduğumu yeni farketmiş, hayretler içinde kalmıştım. Psikoloğum bunun kendiyle uzun süre başbaşa kalma ile ilgili olduğunu söylediğinde, dönüp aynaya baktım. Gerçekten de yüzümde anlamsız bir acı vardı yoktan yere. Küçük Emrah tradejisi olarak ün yapmış o meşhur acı. Sonra fotoğraflarıma baktım, son bir kaç yılda çekilenlerde çok farklıydı gülüşlerim. Yani sırf fotoğrafa ayıp olmasın diye çakma gülüşlerim vardı. Eski fotoğraflarım sanki ben gerçekten gülerken yakalanmış gibiydi. Üstelik bu içi kof gülüşlerimi farkeden yalnız ben değildim. Arkadaşlarımdan da duymuştum, onların keyifsiz olarak adlandırdığı yüz ifademi. Bu da mı kendiyle başbaşa kalmakla alakalıydı acaba? Bak bu soruyu atlamışız, enine boyuna düşünürken. Belki de eni boyu yoktu düşündüklerimin. Soyuttular muhtemelen. O yüzden kimse anlamıyor, bilemiyordu. En basit ifadeyle mutsuzluk olarak tarif ediyordum "nasılsın?" diyen cümleleri. "iç güveysinden hallice" bile değildim, esprisini bile yapmıyordum bunun artık. Bildiğin, düpedüz keyifsizdim. Günü geçmiş, içi geçmiş, sıkılgan, bir değişik yaratık olup çıkmıştım. Sıklıkla senaryolar yazıyordum kafamda, içinde ölüm olan, ölümle biten.. Oysa eskiden de karamsar hikayeler severdim, ama onlar ölümle değil yaşamla devam ederlerdi yine de. O halde bu durum karamsarlık değil, bitmişlik göstergesiydi. Bunun çaresi ancak sensin diye topu bana atmaya çalışan arkadaşlarımla, hep orta sahada paslaşıp duruyorduk. Hiç bir kaleye gol olmuyordu konuşulanlar. İçimde bir boşluk var dedikçe, doldur diyorlardı. Sanki ne yapacağımı biliyorum da, fantezi olsun diye pisliğine boş bırakıyordum içimi. Vardı işte, kocaman bir boşluk. Kendimi içine düşerken bulduğum bir boşluk. Yerçekiminden münezzehti. Beni ne yere çalıyordu, ne de gün yüzüne çekiyordu. Öyle anlamsız bir nesne gibi ordan oraya gidip geliyordum boşluklarımın...
Bilmiyordum... Tüm varlığımın içinde eksik olanı bilmiyordum. Ölümü neden bu kadar düşündüğümü de...
Bilmiyordum... Tüm varlığımın içinde eksik olanı bilmiyordum. Ölümü neden bu kadar düşündüğümü de...
#25
Gönderim zamanı 22.07.2012 - 16:48
Seni sevdiğimi ilk kez, beni hiç tanımayan insanların okuyabileceği, beni hiç duyamayacağın bir yerde dile getiriyorum. Bunu anlamam hiç kolay değildi, sonrasında bunu kendime itiraf etmem de... Hiç bir Allah ın kulu bilmeyecekti, kendimden başka. Artık kolumu kaldıracak takatim yoktu aşk için. Zamanında kucaklamak için kalkan kollarım, çok boş kalmıştı. Artık takatim yoktu. Seni kendimden bile sakladım. Seni sevdiğimi, seni çok kıskandığımda farkettim. Daha doğrusu kıskandığımı farketmemle kendime kızmam, acımam aynı anda oldu ve ben bu saçma sapan duygu karmaşasında neden böyle hissettiğimi çoğu zaman sorgulamadım. İçten içe biliyordum çünkü, bence, bir aşk varsa yolunu kendi bulurdu. İttirmeyle olmazdı sevda. Beklemeyle de olmazdı. Ya olurdu, ya olmazdı.. Senin bir keresinde "İnsan zamanla da sevebilir" demene rağmen.. ben buna nedense hiç ihtimal vermiyordum. Yine de bir kaç kere dilime gelmişti itiraflar. Tuttum kendimi... Nefsimin acelesine dur dediğim için doğru mu yaptım bilmiyorum, ama, senin arkadaşım olman sıfatından bile mahrum kalmaktan korktum sanırım... Aslında bu da işime yaramazdı. Kimi zaman beni sinir ediyordu beni, başka kızların sana ilgisi. Üstelik o kızlar arkadaşımken. Bense hiç engellemedim onları. Onların sana dair olan umutlarını. Asla kötü kadın olmadım. Herkesi hissettiği gibi bıraktım. Çünkü biliyordum ittirme olmazdı sevdalar. Ya olurdu, ya olmazdı... Ama kıskandım seni, işte o zaman bir arkadaş için aşırı bir duygunun aslında bir sevda olduğunu... Bunca aşk dolu geçen zamanıma rağmen, bu sevdayı tanıyamamış olmam ürküttü beni. Ama farkettiğimde bile bunu dile getirmeyerek, kimseyle paylaşmayarak adeta uyuttum onu.. O kadar uyuttum ki, unuttum onu... Belki de en güzel aşk hiç başlamamış olandı şairin dediği gibi... Tükenmeyen, bitmeyen, bitirilmeyen bir aşktı. Dile dahi gelmeden, mahşere kalan, sessiz ve masum olandı...
Sevda belki de sensiz olandı...
Sevda belki de sensiz olandı...
#26
Gönderim zamanı 17.08.2012 - 17:07
ah şu belkiler hepimizi perişan eden durumlar
Benzer Konular
Konu | Forum | Konuyu Açan | İstatistikler | Son Mesaj Bilgisi | |
---|---|---|---|---|---|
Belkıs Özener - Dert Bende |
Yerli Videolar | _VenüS_ |
|
|
|
Belki Önceden.... ( konu dışı) |
Geri Dönüşüm Kutusu | Arjantin Cad.-ANKARA |
|
|
|
Kara Toprak - Belkis Akkale & İzzet Altınmeşe |
Yerli Videolar | shy |
|
|
|
Erdem Yener / Belki |
Yerli Videolar | epru' |
|
|
|
Belki de Anlarsın |
Geri Dönüşüm Kutusu | plnar |
|
|
7 kullanıcı bu konuya bakıyor
0 üye, 7 ziyaretçi, 0 gizli