Bu yaşadıklarımı bir kaç arkadaşım dışında ilk size anlatıyorum. Esasında kimseye anlatmaya niyetim yoktu çünkü, çoğu insan gibi ben de aptalca şeylerle uğraşıyor görünmeyi sevmem. Şimdi sevindiriyor gerçi beni deneyimlerimden başkalarının yararlanacak olmaları ama bu olay beni gerçekten yordu. Zaten olay da bu yüzden meydana çıktı. Yorgunluğumun nedeni ısrarla öğrenilmek istenince anlatmak zorunda kaldım...
Sınav zamanıydı, huzur içinde kimya çalışıyordum. Acıktıkça da spaghetti yapmaya başlamıştım. Ama bu başlangıç benim için pek iyi olmadı, çünkü bildiğim tek sos tarifi dört kişilikti ve her seferinde ikiyüzelli gram spaghetti yemekten kilo almaya başlamıştım. Olayı tek kişilik gerçekleştirmek istediğimde karşıma çıkan ilk sorun altmışikibuçuk gramlık spagetti gereksinimiydi.
Hemen çarşıdaki süpermarkete koştum, ama satıcı böyle bir şeyin mümkün olamayacağını söyleyince yanlış yere kapak attığımı anladım ve kapağımı aldığım gibi çağın son harikası em em em Migros alışveriş merkezine attım. Yeni bir sorunla karşı karşıyaydım: spaghetti reyonu neredeydi ve oraya varana kadar hayatta kalabilecek miydim? Uzun bir süre aradıktan sonra girişinde pasaport sorulabilecek kadar büyük bir spaghetti alanına gelmiştim. Eğer burada bulamazsam hiçbir yerde bulamazdım.
Çeşitli marjinal istekleri karşılayabilecek renk ve gramajda spaghettiler vardı ama benim istediğime en yakını altmışbirbuçukluklardı. Bu da beni doyurmazdı. Görevli bayan biraz pratik olmamı ve bunun yanında bir gramlıklardan almamı söylediyse de bunun imkansız olduğunu belirttim; o markayı sevmiyordum, kıro bir markaydı ve yemeklerden hep kıl çıkıyordu. Alışkanlıkla ikiyüzelli gramlık bir paket alıp oradan uzaklaştım.
Çıkışa vardığımda o kadar albenili mal arasından sıyrılıp sadece iki şeyle yetinebildiğim için kendimi kutluyordum. Küstah kasiyer yanımda ikisini de ödeyecek param olduğunu sanmadığını söyledi. Sessizce dağ bisikletini bıraktım.
Gidilebilecek son yerin adresi spaghetti paketinin üzerindeydi: Bilmem Ne Gıda A.Ş. Günümüz koşullarına adapte olmuş, ciddi çalışan bir firmaydı. Beni hemen üretimden sorumlu müdürün odasına aldılar. Olanaklarının her türlü üretim yapmaya müsait olduğunu duyduğumda "Billiyordum!" dedim. İşte azmin zaferiydi. Ama üretilecek altmışikibuçuklukların sayısında bir pürüz çıktı. Ben üçbinyüzyirmi paket, yani yüzdoksanbeş kilo istiyordum. Sağlıklı bir gençtim ve en az otuz yıl yaşayacağımı düşünmemem için hiç bir sebep yoktu. Haftada en az iki paket yiyebilirdim. Sanırım müdür beni daha sağlıklı buluyordu; rasyonel bir üretim için haftada en az bir ton yemem gerektiğini söyledi. Tabii ki kabul etmedim. Üç nedenden dolayı:
1) O kadar aç gözlü değildim.
2) Sos masrafı artıyordu.
3) Annem evi satmama kızabilirdi.
Süklüm püklüm eve döndüm. Koltuğuma doğru sürünürken başım yerdeki tartıya çarptı, birden beynimde bir şimşek çaktı: istediğim gramajı kendim yaratacaktım. Bunu düşünmek için çok geciktiğimi söyleyebilirsiniz, doğrudur. Ama bu zamana kadar başım birseksenbeşdaha havadaydı. Benim emektar tartı bu işi gerçekten görebilirdi. Gerçi üstünde artı/eksi bir kilo yazıyordu ama yeni bir çözüm aramak zorunda kalmak beni korkuttuğundan bunu önemsemedim.
Geriye işin ikinci kısmını halletmek kalıyordu: dörtte bir sos. Dört domates, dört kaşık zeytinyağı, bir soğan, bir sarımsak ve bir defne yaprağında bu kolay oldu. Tuzu da hallettim, fazla tuzlu sevmem zaten. Ama iş fesleğen otu ve kara biberi koymaya gelince nemlendi. Bunları göz kararıyla ve arzuya göre koymak gerekiyordu ve bu işin dörtte biri biraz zor oluyordu. Arzulu bir çocuk olduğumdan kapalı sol ve kısık sağ gözümle her seferinde gereğinden fazla koyduğum için dünyanın en baharatlı spaghettilerini yer olmuştum. Bir yararı olmadığından vazgeçmek zorunda kaldım.
Uzun bir süre spaghetti yapamadım. Şimdi nasıl mı yapıyorum? Tamamen tesadüf eseri amprik bir yöntem buldum: gözlüklerimi çıkarıyorum. Eğer baharatları bulursam dozajı tutturmam garanti...
Istanbul, 9/6/97
Meraklısına Spaghetti Tarifi:
Malzemesi: (4 Kişilik)
250 gram spagetti, bir orta boy soğan, bir ya da iki diş sarımsak, 4 orta boy domates, 60 gram rendelenmiş gravyer (veya kaşar ya da permesan), bir defne yaprağı, bir tutam fesleğen, 3 çorba kaşığı zeytinyağı, tuz ve karabiber.
Hazırlanışı: Makarnaları bol su içinde haşlayın, haşlama sırasında tencerenin kapağını kapamayın. Bir yanda makarnalar haşlanırken öte yanda bir tencerede zeytinyağını ısıtın, içine rendelenmiş soğanı ve kabukları soyulmuş, küçük küçük kesilmiş domatesleri ekleyin, tuz ve karabiberi koyun. Defne yaprağını ve fesleğeni atın. Bunları 20 dakika hafif ateşte pişirin. Arzuya göre 9-12 dakika arası kaynattığınız makarnaları çıkarıp süzün. Daha sonra tekrar tencereye alarak bu sosu üzerine dökerek bir iki dakika öylece ısıtın. Sonra bir kayık tabağa yerleştirip üstüne rendelenmiş peyniri serperek servis yapın.
edit: erkekadam.com 'dan alıntı yapılmıştır
Bu mesaj Elric tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 27.04.2006 - 23:19