Delilik, zorunlu olarak bir çöküş değildir..!
Bir delip geçme, aşma da olabilir..
Roland Laing
Aşmak...
nurse_needle_md_wht.gif
“-Akıttığım boncuk- boncuk terlerimin...
Bu gün pantolon giymeyecek.
Bu gün vücut hatlarına sıkı sıkıya oturmayan, belden aşağısı bollaşarak uzayıp giden, yakası göğüs başlangıcına kadar açık, kolsuz bir elbise giyecek. Böyle bir elbisenin içindeyse eğer, kolayca çıkarabilir ve yeniden giyebilir..
Öndeki üç düğme açılacak.. Ellerin küçük bir yardımıyla elbisenin askıları omuzlarından kolayca sıyrılacak ve kalçaya kadar inen elbise, neredeyse hiçbir şey yapmaya gerek kalınmadan, kendiliğinden ayak uçlarına düşecek..
Düşmeyecek. Elbisenin etekleri bele kadar yukarıya çekilecek, sedye benzeri bir yükseltiye uzatılacak..
Uzandı.
Bacaklarını iki yana açarak yukarıya kaldırıyor..Ayak bileklerini bu gün ilk kez gördüğü bir alete yerleştirmiş öylece yatıyor.
Tıpkı bu şekilde durduğunuz eskimiş bir geceyi hatırlıyorum. Bacaklarınız bu soğuk metal aletin üstünde değil, bir adamın çıplak omuzlarındaydı. Yaşadıkça hiçbir DURUŞ’ un salt o DURUŞ olmadığını anlıyor insan... Biraz sonra başınıza gelecek olan ve size tam bir felaketmiş gibi görünen o KOPUŞ’ u bu kadar çok arzu ediyor olmanızın sahici sebebi nedir? Bir felakete en az acıyla katlanabilmenin yolu bu mudur yoksa? O felaketi dünyadaki her şeyden çok isteyebilmek gücü mü?
“Canım çok yanacak mı?” diye sordu kısık- kısık.
“Canım çok yanacak mı?” diye kısık- kısık sorduğu anda,.. Daha yazmadan, bir hikaye yazarak yanıt vermenin hiçbir işe yaramayacağını bilebilmeliydim. Daha o zamandan kuşaklar arası canımızın yanmaya yangılı olduğunu bütün hücrelerine öğretebilirdim. (Evet. Canınız yanacak. Kuşkusuz ki canınız çok yanacak. O kadar ki, siz bunun ayırtına bile varamayacaksınız.)
-Korkma.. Doğru dürüst anlamazsın bile.. İstemiyor muydun bu çocuğu aldırmayı?
-.....Anne yanıt vermiyor, diye mi yazmalıyım? Ya da şöyle söylemeliğim: Bazı yanıtlar, bazı sesler vardır ki, bizim okuyamayacağımız kadar iç-ten gelirler.
-İlk defa oluyor.. değil mi?
-Evet(hayır)..İlk defa(ikinci defa).. oluyor..
Beyaz etek gömlekle içeriye giren, saçlarını başının gerisine toplamış, elindeki enjektörü şeffaf plastik koruyucusundan çıkaran şu kadın, bir profesyoneldir.”Kuş beyinli aptal!” dermiş gibi bakıyor annenin yüzüne. “Üzgün -üzgün bekleyip süzülmesini iyi bilirsiniz! Yatıp kalkarken aklın nerdeydi? Hepiniz sürtüksünüz siz!”
(Kızdığı zaman, göz kapaklarını hızlı- hızlı açıp kapamaya başlar, dişlerini sıkar,sımsıkı birbirine yapıştırdığı dudaklarından tek kelime çıkarmaz, fakat böyle kusursuz orospu ruhu taşıyan kadınlara, -nasıl olur da!- saygıdeğer bir anne adayıymış gibi, davranılmasını, bir kere daha kendine yediremez. Bacaklarını kasan öfkeyle beraber, her köşesine kadar özene bezene kurduğu ve hiçbir erkeği –neden?- bir türlü içine girmeye razı edemediği hayallerini hatırlar, sonra da akıl almayacak bağlantılara girişir; birden bire dünyanın kendisine yaptığı haksızlığı en derininde hisseder, hissedişle aynı anda, uzanıp bekliyor olan belden aşağısı çıplak, ahlaksız, ruhsuz kadınlara gözlerini diker.. Yalnız geçirdiği gecelerin, yalnız başına dönüp durduğu yatakların tek sebebinin işte bu kaltaklar olduğu fikrini bir kere daha sabitleştirir, bir anda kendisine bir delilik yaptıracak kadar güçlendirdiği bu sabitini, doktora kaydırdığı bakışlarıyla kamufle eder. ”Ben hazırım doktor bey!” dedi yüzünü ekşiterek. ”Ben hazırım doktor bey! Başlayabiliriz.” Biraz sonra yapacaklarını ezbere biliyor. İşte!.. Şu kadın: O profesyoneldir.
burada neden herkes hazır? (benim de hazır olduğum bir şey vardı. neydi?)
-Canımı yakmak için sabırsızlanıyorsun. Beni ne haldeyken görmek isterdin, hadi söyle! Saklanabilmek isterken mi? Gözüne bakamazken, bakarken kızarırken mi? Evlenip doğurmak için çevirmediğin oyun yok senin! Utanıp ağlamamı bekliyorsan boşuna bekleme! Sana o bayram sevincini yaşatmam ben! Bebek senin gibilerin kokusunu bilmeyecek! (Bir felakete, daha az acıyla katlanabilmenin yolu bu mudur yoksa? O felaket, dünyadaki her şeyden daha fazla sevebilme gücü mü?..)
Doktor çabucak aldığı bir kararla, dudaklarına gerekli olduğunu zannettiği gülümsemeyi de çizerek, yumuşak, yatıştırıcı, konuşmasına başladı.
- Neden kızdın güzelim? Yanlış anladın galiba. İnan bana hiç lüzum yok sinirlenmene. Kadın doğumda çok başarılı bir hemşiredir bu hanım.
(Şimdi o, bilimsel araştırmalara dayanarak çocuklarını nasıl yetiştireceklerini öğrenen entelektüel anne babaların, küçük kızlarına-oğullarına gösterdikleri sevimli tatlı doktor resimlerine benziyor. Böylece çocuklar doktordan korkmak şöyle dursun; doktoru sevmeye, giderek aileden birisi gibi görmeye bile başlayabilir. Oysa modern aile, ana baba çocuklardan oluşan, toplumun en küçük kahramanıdır ve ailenin dışındaki hiç kimse ailenin içinde değildir. Hiç kimse! Gülümseyerek iğne yapmaya gelen doktor bile!..)
-Benim ve bebeğimin canını yakmaya sabırsızlanıyor. Gözlerinin nefretle parladığını gördüm. Sevmiyor bizi. İyi dinle! Yüzüme baktığın anda anladın çok aşklandığımı. Neden huzursuzlaşıyorsun? Kimse başını döndürecek Aşk vermedi mi sana?
Kızardı hemşire. Parmakları daha bir sıkıca kavradı enjektörü. Anne yüksek, daha yüksek sesle devam ediyor. Soluk almak için ara vermiyor sanki. Bir insan, bu kadar enerjiyi nereden bulabilmiş olabilir?
BİLMEM, SANKİ HİÇ ARAMADIĞI TEK ŞEY.
Bütün poliklinik bu kuvvetli ve kararlı sesi doya -doya dinlesin. Olur mu? Doya -doya dinlesin. Yüzü iyice kararsın hemşirenin. Çatlak sesiyle konuşmaya başlasın artık. Dayandığı çok bile.
_Hakaret ediyorsunuz. Düşüncelerim sizi ilgilendirmez.(hayır; düşünceleriniz O’ nu ilgilendirir.) Çocuk aldırmak bu kadar sinirlerinizi bozacaksa aldırmayın küçük hanım. Burada görevim gereği duruyorum ben.
_Görev gereği tabii. Bebek başına ne kadar prim alıyorsun?Bebeğim senin gibi domuzların kokusunu bilmeyecek.
Hemşire konuşmak için dudaklarını aralamıştı ama dilinin sürçmesinden doğan aralığı ustalıkla yakaladı doktor.
_Sevinç, sen dışarı çık kızım. Kapıyı da kapatıverirmisin?
_Ama doktor bey..
_Söyle ben çıkıncaya kadar kimse gelmesin.
_Söylerim.
Kapı kapandı.
Bir görüntü?
Ya bir ses?
Yarım saat geçti
Her kes, bütün polikliniğin çıplak, beyaz duvarlarını sesiyle dolduran(anlamlandıran) anneye bakıyor.
Yıllar var ki, böyle bir olaya şahit olmamıştı Durmuş Efendi. Ağlayanları, dövünenleri gördü. Son anda kalkıp gidenleri gördü. Korkudan geri dönüp, üç gün sonra geri gelenleri gördü. Başlarını sevgilinin, kocaların omuzlarına yaslayarak çıkanları gördü. Başları hiç kimsenin omuzun da tek başına çıkanları gördü. Yıllar var ki, böyle bir olaya şahit olmamıştı Durmuş Efendi.
Bu mu? Onca gürültüyü çıkaran. Bazılarının yürümesini durduran, Bazılarına işlerini bıraktıran, bazılarını merdiven basamaklarında hareketsiz bir fotoğrafmış gibi donduran.
Küçük- küçük adımlarıyla, donuk bakışları, iyice soluklaşmış yüzüyle ne kadar kendine çağırıyor.
Bilinmeyene bilmeyerek bakılır.
Durmuş Efendi de bilmeyerek bakıyor anneye. Gözleri ışıldıyor. Ne zamandır kimseciklere kıpırdamayan yüreği, Annenin bilinmeyen uzayına akıyor birden. “Muhakkak doğmalıydı o çocuk.” Diye geçiriyor içinden. “Çocuğa baba olurdum, anneye köle. Kaç tane anne var dünyada böyle duygulu, böyle derin, böyle mert? Öldürülecek çocuk muydu şimdi o? Doğmalıydı muhakkak. Annesine benzerdi. Dikilirdi puşt dünyanın karşısına. Adalet koyardım adını. Adalet’ e baba olurdum. Annesine köle. Doktor da kalmadı artık doğru dürüst. Bu annenin içinden bebek mi sökülürmüş? Canına okuduğumun dünyası! Para girdi mi işin içine, gözü dönüyor herkesin. Baba, baba değil ki! Eli bile titremeden nasıl uzatıyor parayı? Teşekkür ediyor bir de utanmadan.”
Birden bire dudakları aralandı Durmuş efendinin. Sağ gözü hızlı- hızlı seğirmeye başladı. Ağlamaklı sesi öfkeyle yükseliyor.
“Ayıp değil mi beyefendi bu yaptığınız? Bu annenin içinden bebek mi sökülürmüş? Utanmadan teşekkür ediyorsunuz bir de!”
Sıcacık oldu Durmuş Efendi...
Kollarını dayadı duvara.
Başı ellerinin arasında.
Ağlıyor.
Omuzları ine kalka
Göğsü genişleye darala
Öylesine böylesine değil
Sahiden ağlıyor
O bir hademedir. Ama her türden getir götür işlerine de koşar işte!.. Şu adam: Duvarın dibine yığılı mavi önlüklü.
Doktor şaşkın. Çok şaşkın.
Babayı anlatmak içimden gelmiyor.
Hani taş düşmüştü yüreğinize Durmuş Efendi?
Hani bir daha ağlamazdınız?
Hani alışmıştınız puştluklarına dünyanın?
Yedi dakika daha geçti
(Anne. Baba. Taksinin içinde.)
Eğilip anneyi öptü baba. Anne de istiyordu bunu. İstiyordu ama beklemiyordu hiç. Eh; istemek başka, beklemek başka!
Can sıkıntısı azalmadı annenin. Demek ki çok ta önemli değilmiş babanın öpmesi. Eh; sanmak başka, gerçek başka!
Fısıldayarak “üzülme” diye ses verdi baba. Ne garip bir öneri! Daha on dakika önce, içinden bir canlı söküldü annenin. Kazındı, kazındı, çıkarıldı. Sanki annenin aşkı da dağıldı. Babanın verdiği öneriye bak!
Elbette; taşımak başka, taşı ”-t-“ mak başka!
bir küçük “t”nin yaptığını görüyor musunuz?
ne kadar derin ayrılık yarattığını?
İki saat daha geçti.
(Anne, eskiden babayla yarım yamalak seviştiği kırmızı koltuğun içine yığılmış, kıpırtısız...)
Gülmekle ağlamayı birlikte yaşayan kalbim, kafam, bedenim-ben-sevişirken saçlarımın ucundan hiç hesapsız akıttığım boncuk- boncuk terlerimin ve şimdi ağırlığını kaldıramadığım yüksek sesteki ezgili inlemelerimin, o adamın hangi yanına yerleştiğini merak ediyorum.
Kimseye ceninlerin sökülürken acı çekip çekmediklerini sormadım. –Acı çekiyorlar- Ben de çektim.
Aynı akşam babanın ne yaptığını da birazcık merak edelim mi?
Zengin, dul bir kadınla birlikte, sıcak bir odanın en rahat köşesinde, kristal kadehle şarap içti. İçtiler
Bu öykü burada bitmelidir
Ötesinin yazılmasına ne gerek var
Yaratanı ve öldüreni anlatmadım mı?
ama nasıl biter?
gözlerime inanamıyorum!
hiç
aklınıza
gelir miydi?
bu
minicik
çıplak
gerçekten
o mu?
Küçük bir cenin henüz kuvvetlenmemiş çelimsiz kollarıyla, babasının bulunduğu odanın camlarına sürtünüyor. Baba da kadını düzmek peşinde. Kadın da çok istiyor düzülmeyi. Nasıl duysunlar tıkırtıları? Neden duysunlar? Baba bir an kulak kabarttı ama kadın “korkma” dedi.
“her yanı kilitledim.
kimse bizi rahatsız edemez..
o bile!”
Kısık gözleriyle camdan sızan ışığın en çok olduğu yeri bulmaya çalışıyor cenin.”Belki gölgem perdeye vururda, babam içeri alır beni...” Ama SÖNDÜ IŞIKLAR
Demek ki
baba ile kadın yatağa yumuldular
Dışarıda yağmur ve cenin.
İçeride baba ve kadın. Yan yana yan yana yazıldığına bakmayın. Üst üste baba
kadın. İnce- ince hapşırmaya başladı cenin. Kanatları olmayan küçük bir melek o. Kendini yağmurdan koruyabilmek için, pencerenin en kenarlarına yerleşmeye çalışıyor. Bir de büyüyebilse ne kadar akıllı olacak kim bilir. Annesine mi gitseydi acaba? Ama öyle karanlık, öyle bitkindi ki annenin gözleri, uyuyup dinlensin diye düşündü cenin. Şimdi el yordamıyla küçük bir aralık bulmaya çalışıyor pencerede. Ufacık bir aralık yeterdi içeri girmesi için. Öff ama hani, hani, hani? Sert bir yağmur tanesi vuruyor omzuna. Sendeliyor melek. Bir daha vuruyor. Sendeliyor melek. Beline, kafasına, boynuna... Bir rüzgar bir rüzgar... Savruluyor melek.. O ses ne birdenbire derinden uzanan? Annesinin içindeyken de duyuyordu bu boğuk tınıyı. Babanın sesi değil mi ceninin kulağına gelen? Öyleyse bir aralık var buralarda. Evet, evet işte şuracıkta! Siz de görüyor musunuz? Tam ceninin karşısında aralık. Durur mu? Küçük yumuşak kafasını zorlaya-zorlaya geçiriyor aralıktan. Alabildiği kadar soluk alıp, sesini duyurmaya çalışacak babasına.. Ama kadın daha çabuk davranıyor ondan.
kadın- ohh... bu gece de gelmeseydin, saldıracaktım artık sana
baba - söylemiştim sana, yağmur yağarken iyi yaparım diye
kadın -müstakbel anneyi de düzdün mü hiç yağmur yağarken?
Gerisini duymadı. sendeledi melek
savruldu melek
vazgeçti melek
Kafasını çıkarıp aralıktan, çıplak bedenini aşağıya bıraktı. Yağmur kaldırıma çarptı meleği.İnce bir topuk belinden girdi, karnından çıktı.
Arabalar geçti üzerinden.
Kadınlar geçti üzerinden
Anneler, babalar geçti
Arabalar geçti üzerinden.
Bu öykü burada bitmelidir.
Ötesinin yazılmasına gerek var mı?
Melekte ölmek istedikten sonra..
Kim dikilir artık puşt dünyanın karşısına?
Biz mi?
Yok canım!
Sabaha hepimizin işi gücü var.
Yirmi üç yıl bile geçti. Nasıl geçer? Nasıl, nasıl?
Kapıyı araladı kadın. Hoş geldiniz. Neden geciktiniz bu kadar? Beklemekten yoruluyor insan. Ama olsun! Geldiniz ya!
Önemli olan bu! Kimse inanmıyordu çünkü. Ben “gelecek” dedikçe, onlar “gelmeyecek” diye tutturdular. “Böyle bir adam yok, hayal kuruyorsun “ dediler. ”Varsa da gelmez artık” dediler, “bekleme” dediler” dediler. “Ne demek, gelmez” dedim. “Biliyor beklediğimi, elbette gelecek” dedim. Geldiniz işte! Yalancı çıkarmadınız beni, gülünç düşürmediniz. Deprem gecesi neredeydiniz? Ben buradaydım yine. Ayaklarımın altından kaydı durdu beton. İnanmazsınız korkmadım hiç ölmekten. Neden korkacakmışım? Neyim var ki geride? Alıştım yani üzülmeyin. O gün bu gündür ağlamıyorum hiç. Ama her gören “ağladın mı sen?” diyor. Bu insanlar bir tuhaf! Ağlamam gerekiyormuş gibi davranıyorlar. Neden ağlayacakmışım?Eskisi kadar kibarsınız gene. Her Zaman etkilendim kibarlığınızdan.Yanınıza ilişmeye biraz korkuyorum desem yalan olmayacak. Siz aynısınız ama ben o kadar değiştim ki.. Annem çok önceden “güzellikler geçicidir kızım” diye haber vermişti aslında ama , belli ki iyi dinlememişim. Hazırlıksız yakalandım yaşlılığa. Annemi tanımıyorsunuz. Benden daha güzeldi. Bütün anneler daha güzelmiş galiba. Öyle söylüyorlar.Ben daha güzel olmayı istemedim. Siz beni bıraktıktan sonra iki kere hamile kaldım biliyor musunuz? İkisi de o adamdan. Aldırdım ikisini de. Sizi neden terk ettiğimi bilmiyorsunuz daha.. O adam için terk ettim sizi.Dostlarımı da o adam için.. işimi de..O ne yaptı? Gözünü kırpmadan para verdi doktora çocuklarının öldürülmesi için.. Düşünün!. Kendi çocuklarının öldürülmesi için.. Eli bile titremeden doktora para veren adamdan baba olur muydu? Artık sevişmiyorum onunla. Hayır, hayır! Yeni değil yirmi üç senedir sevişmiyorum... Dile kolay.. İlk çocuğumu içimden çıkardıktan sonra Hulki Bey kartını verdi bana. Hulki Bey mi? Doktor. Konuştu benimle. “Kızım, belli ki iyi tanımıyorsun bu adamı. Güzel ve akıllısın. Nasıl oldu bilmiyorum ama sana göre değil o “dedi. Bir de gün ve saat verdi bana. Aramam için. “Daha uzun konuşuruz, söyleyeceklerim varsana” dedi. Aramadım. Aklıma gelir de düşünürüm bazen. Neden aramadım diye düşünürüm. Arasaydım, ikinci kere hamile kalmazdım belki de. Uyaracaktı belki beni. Bu kadar burukluğu yaşamazdım o zaman. Yeniden bacaklarımı açıp, çocuğumun öldürülmesini beklemek çok acı verdi bana. Yok yok ağrıdan söz etmiyorum. İçime oturdu yani. Kaldıramadım bir türlü. Seviştiğimiz geceleri unutamıyorum. Çok söylemiştim o gecenin tehlikeli olduğunu.Dinlemedi. Üç gün sonra ayrıldık zaten. İşsizim. Kendi karnımı bile doyuramıyorum.Evlenelim desem... Çocuğun büyümesine yardım et desem..Diyemedim işte...Durumumu biliyordu. İsteseydi, kendisi söylerdi..Bana yakışmaz erkek peşinden ağlamak. Karşımda çocuğumun babası bile dursa, kendimi küçük düşürmem ben.Lanet olası kürtaj masasına yeniden yattım. Eve kadar bile gelmedi benimle. Sonradan öğrendim ki, zengin bir dul kadınla geçirmiş geceyi. İçim acıdı. O geceyi mi nasıl geçirdim? Bazı duygular var ki anlatılamıyor sanki.. Dışarıda bir yağmur bir yağmur..Ama nasıl.. Gözlerimden akıtamadığım, göklerden boşalıyor sanki..Sanki minik meleğim içimden çıkarılıp alınmış ama ölmemiş. Sanki bebeğim yaşıyormuş. Yaşıyormuş ta, biraz sonra kapımı vuracak. Ya da camları tıkırdatıp, “Anneciğim içeri al beni” diyecek. “Çok üşüdüm, çok acıktım. Rüzgar savurduğu için geciktim biraz. Ama bak geldim yine de..” diyecek. Ben meleğimi kucaklayıp, yağmurdan ıslanmış küçük bedenini kendi tenimle silicem. Sonra da parmaklarımın arasından kaydırıp, yeniden döl yoluma sokucam onu. Son bakışta, yumuk gözlerini açabildiğince açıp, minik dudaklarıyla bana gülücük verecek melek. Kendini içime bırakacak. Bırakacak elbette, çünkü orda sevgi ve güven.
Sabaha kadar uyumadım. Bana bir şey olur da içeri giremez diye bütün pencereleri, bütün balkon kapılarını açtım. Koltukta yığılıp onu bekledim.
gel... me.. di..
Ger çek ten
öldü mü
dersiniz?
Ağladım diye rahatsız olmayınız lütfen.. O kadar duygulandım ki geldiğiniz için. Görüyorsunuz ya içim titriyor. İstediğiniz gibi davranmalısınız bu evde. Kendi eviniz gibi.Ancak böyle olursa biraz yatışabilirim belki. Siz geleceksiniz diye kimseyi iliştirmedim yatağıma. Ne kimseyi iliştirdim, ne de kendim iliştim. Dudaklarınız neden titriyor? Bana bakmaması için neden zorluyorsunuz gözlerinizi? Hayır, hayır, ne olur ellerinizi indirin yüzünüzden! Ağlayan bir insan görmek ne güzel. Tutmayın kendinizi! Daha çok ağlayın, daha çok, daha çok! Zamanı geldi çünkü. Biliyordum! Asla değişmediğinizi biliyordum! Hadi yükseltelim sesimizi! Bu küçük ve sessiz odamı çığlıklayalım bu gün!
beton gözlü adamlar duysunlar diye
melek gelmedi diye
işi bıraktım diye
yirmi üç yıl geçti diye
yeniden söylüyorum:
beton gözlü adamlar duysunlar
biz ölmedik!..
biz ölmedik!..
Size bir şey itiraflandırmalıyım. Yirmi üç yıl sonra sahnedeymiş gibi hissediyorum kendimi. Bilgisayar çağını alt üst edecek bir oyuna hazırlanmışım, bedenimi enerjiyle doldurmuş gibiyim. Birazdan dokunacaksınız bana. Size saklanmış olmak ne büyük mutluluk... Sonra da bütün dinginliğim ve kederin ışık saçan ritmiyle sahnede olacağım. Işıkların arasından süzülüp, yeniden içime girer mi melek? Çünkü ben onun yerine de konuşurum... Yalnız tango duyulmalı salonda. Çünkü ben makine seslerini sevmiyorum. Şimdi ellerinizi verin bana. Geldiğinize iyice inanabilmem için.
Adam, birdenbire ayağa kalkarak kapının eşiğine kadar geriledi. Ağırdı adımlar ağır. Bütün yüzü, elleri, kulaklarının arkası ter içinde. Deli bu kadın, hayal kuruyor! Beni ilk kez gördüğünün gerçekten de farkında değil. Ama nasıl söylerim? Coşkusu ne güzel! Ağlaması ne güzel, dilleri ne güzel! Nasıl da uzattı ellerini bana, çocukluğu ne güzel! Beklemesi ne güzel, sevinci ne güzel! Gitmeliğim hemen, çok üzülecek! Çıkmalıyım bu kapıdan, direnci biter mi? Nasıl dayanmış yirmi üç sene, kalçası ne güzel! Ne güzel, ne güzel, ne güzel, düşleri ne güzel! Gitme, gitme kal öyleyse! Kal öyleyse, kal öyleyse, kalmak ne güzel...
bu öykü burada bitmemelidir
ötesini yaşamaya çok gerek var!..