6 Mayıs Ulusal Solun İdam Edildiği Gün
#81
Gönderim zamanı 05.05.2009 - 23:32
68 kuşağı bütün dünyada fakirlerin umudu olmuşken, Türkiye'de fakirler bu kuşağa hiçbir zaman sıcak bakamamıştır. Haklıdırlar da... Çünkü Türk Tarihi'ni okursanız görürsünüz ki, Türk halkı hiçbir zaman devletsiz kalmamış, egemenlik altına girmemiştir. Devlet, Türk Milleti'nin kutsalıdır. Söylemlerinde devlete "faşist" diyenler de, elbette Türk Milleti'nin umudu olamayacak, düzen yıkmaya çalışırken milleti de karşısına alacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin en büyük talihsizliği Amerika ile "ezelden" müttefik oluşudur. 1. Dünya Savaşı bittikten sonra, o günün şartlarına göre çok akıllıca olan, ülke çıkarlarını düşünerek bizzat Mustafa Kemal tarafından temelleri atılan bu dostluk, ABD'nin Türkiye Cumhuriyeti Devleti üzerindeki emellerinin değişmesiyle, Ortadoğu için planlarının değişmesiyle tehlikeli bir hale gelmiştir. Çeşitli kutuplaşmalar meydana getirilmiş, iki kutup da aynı el tarafından finanse edilmiştir. Deniz GEZMİŞ ve arkadaşları, Türk Siyaseti'ne ilk kanı damlatan, silahlı çatışmayı ilk başlatanlardır. Bu dış mihraklar Deniz'i silahlandırmış, sonra da gidip o günün ülkücülerine "Dinsizler komünizmi getirmeye geliyor." deyip, silah almaları için para vermişlerdir. Bu çatışmanın sonucunda da, çok doğaldır ki, ABD galip gelmiştir.
Deniz GEZMİŞ'in kuşağından Kadir MANGA ve arkadaşları, Deniz GEZMİŞ'ten talimat alarak, dağda askerle savaşmışlardır. Bir Türk askerini şehit etmişler, kendileri de ölmüşlerdir. Deniz GEZMİŞ aptal değildir, elbette Türk askerine kurşun sıkmayacak, ama sıktıracaktır. Siz Abdullah ÖCALAN'a 30.000 askerin katili derken onun asker öldürmediğinin farkında bile değilsiniz. Deniz GEZMİŞ'in durumu da, ÖCALAN'ın durumunun aynısıdır. İkisi de cinayetten yargılanmamıştır.
Deniz GEZMİŞ o günkü oluşumun içinde Abdullah ÖCALAN ile yıldızı barışmayanlardan birisidir. Ancak bu yıldız barışmama meselesinin Kürtçülükle falan ilgisi yoktur, sadece liderlik meselesidir. Keşke diyorum, Deniz GEZMİŞ ve arkadaşları yakalanmasaymış da, idam edilmeseymiş de, Türk Milleti onun yaptıklarına şahit olup tiksinseymiş. Keşke o da Musa ANTER ve Abdullah ÖCALAN'ın yanında kendisini daha iyi gösterebilseymiş, keşke onun da 1982 yılında dağa çıkma fırsatı olsaymış. O zaman kaç kişi Deniz GEZMİŞ'e kahraman derdi, çok merak ediyorum...
Güzel olan, bugün duyarlılığı olan bütün insanların, bu tip konularda karşı karşıya gelseler bile, AKP ve ABD karşıtlığı konusunda aynı duruşu gösterebilmeleridir. Güzel olan, kutuplaşma "ayakları"nın artık yenmemesi, adı geçen dış mihraklara "Biz de en az sizin kadar zekiyiz." denmesidir. Ve güzel olan, AB ve ABD ile ittifak sürecinin sonuna doğru yaklaşılmış olmasıdır. Bu ittifak süreci sonlandığında GENİŞLEMEK Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kaderi olacaktır.
#82
Gönderim zamanı 06.05.2009 - 11:47
#84
Gönderim zamanı 06.05.2009 - 14:18
Ama yazık ettiler kendilerne.
Millet yukarıda neler hesaplarken onlar aşşağıda ne düşünceler içerisindeydi.
Bütün kabak da onların başlarına patladı.
#85
Gönderim zamanı 06.05.2009 - 14:29
"ASMASAYDIK DA NE YAPSAYDIK?"
Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam kararında imzası olan Baki Tuğ “Asla pişman değilim” diyor. Hatırla Sevgili dizisindeki mahkeme sahneleriyle yeniden canlanan o günlerin en önemli aktörü, diziye de tepkili. Dizideki beş replikten dördünün yanlış olduğunu söyleyen Tuğ, sanat adına da utanç duyduğunu söylüyor
Sorularımızı sorarken sıkıştığı anlarda sinirlenen ve herkesi tarihi bilmeyen insanlar olarak tanımlayan Baki Tuğ, Sıkıyönetim Mahkemeleri'ne askeri savcı olarak atanmadan önce Deniz Gezmiş'in ismini dahi duymamış. Baki Tuğ idamlardan dolayı asla vicdan azabı duymadığını ifade ediyor. Görev yaptığı yıllarda kara kaplı kitap ve vicdanının sesini dinleyerek kararlar verdiğini anlatan Tuğ, Türkiye'yi kurtarmak adına üç genci feda etmekte sakınca görmediğini dile getiriyor. O gençlerin bizi ve Türkiye'yi yok edeceklerine inanan eski savcı, bir dönem Kenan Evren'in söylediği “Asmasaydık da beslese miydik” lafına “Biz bu çocukları asmasaydık da ne yapsaydık” diyerek gönderme yapıyor. Gezmiş'in ailesinden karşılaştığınız insanlar oldu mu diye sorduğumuz Tuğ, tartışma yaratacak bir cevap veriyor: “Ben politikaya girdikten sonra Deniz Gezmiş'in bir yakını geldi. Çok isabetli bir karar vermişsiniz dedi ve elimi öptü.”
şimdi kimleri besliyorlar !
keşke yalnız bunun için sevseydim seni"
#86
Gönderim zamanı 06.05.2009 - 14:53
AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...
#87
Gönderim zamanı 06.05.2009 - 15:20
Deniz Gezmiş'in idamından önce söylediği şu sözü;
'Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın Marksizm-yaşasın Leninizm! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği! Yaşasın işçiler, köylüler! Kahrolsun Emperyalizm!'
"‘Yaşasın tam bağımsız Türkiye, yaşasın halklar, yaşasın işçiler, köylüler... Kahrolsun emperyalizm’ oldu son sözleri..."
diyerek aktarmış..Neden acaba?
#88
Gönderim zamanı 06.05.2009 - 15:38
Sevgiyle, saygıyla anıyorum...
Mare Nostrum*
En uzun koşuysa elbet Türkiyede de Devrim,
O, onun en güzel yüz metresini koştu
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak...
En hızlısıydı hepimizin,
En önce göğüsledi ipi...
Acıyorsam sana anam avradım olsun,
Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun!
Can YÜCEL
*bizim denizimiz...
#89
Gönderim zamanı 06.05.2009 - 17:45
Vatan yazarı Mustafa Mutlu Deniz Gezmiş'e sansür uygulamış.
Deniz Gezmiş'in idamından önce söylediği şu sözü;
'Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın Marksizm-yaşasın Leninizm! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği! Yaşasın işçiler, köylüler! Kahrolsun Emperyalizm!'
"‘Yaşasın tam bağımsız Türkiye, yaşasın halklar, yaşasın işçiler, köylüler... Kahrolsun emperyalizm’ oldu son sözleri..."
diyerek aktarmış..Neden acaba?
Resmi ideolojinin,tv dizilerinde,sinema filimlerinde uyguladığı sansürler,kendilerine göre oluşturdukları,oluşturmaya çalıştırdıkları Deniz Gezmiş ikonu yaratmaya çalışma gayretinden başka bir şey değil.
#90
Gönderim zamanı 06.05.2009 - 18:21
yıl 2007-2009 slogan ordu göreve, ilhan selçuk cuntacılıktan sanık.
68 hareketinin başlıca ideali ABD emperyalizmine karşı tam bağımsız Türkiye idi
Peki bu ülkede darbeler kimin desteği ile yapıldı ? ABD
Bugün kim destek vermediği için yapılamadı ? ABD
Durum çok açık, 68 liler kullanılmıştır 78 liler gibi ve sol'u cuntacılık bitirmiştir.
"YURTTA SULH, CİHANDA SULH"
’Düşüncenin üstesinden gelemeyen‚ düşünenin üstesinden gelmeye çalışır.
Paul Valéry
#91
Gönderim zamanı 06.05.2009 - 19:36
"Kızıldere sürecinin önemi alışılagelenin dışında bir siyaset imkanına ışık tutması; bir devrimci kitle hareketi yaratılması açısından oynadığı tarihsel rol. Öğrendiğim en önemli şey bir devrimin toplumsal ve siyasal yapıyı
yıkmadıkça mümkün olamayacağı."
Emine ÖZCAN
emine@bianet.org
İstanbul - BİA Haber Merkezi
29 Mart 2008, Cumartesi
12 Mart muhtırası sonrasında devlet şiddeti artarken bundan 36 yıl önce Türkiye Halk Kurtuluş Parti-Cephesi (THKP-C) ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) militanı 11 kişi Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan'ın idamını engellemeye çalışırken Tokat'ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere köyünde kıstırıldılar.
Mahir Çayan, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz, Ahmet Atasoy, Cihan Alptekin, Ömer Ayna güvenlik güçlerince öldürüldü; Ertuğrul Kürkçü yakalandı.
bianet Kürkçü’yle 68 hareketinden bugüne toplumsal dinamikler üzerine konuştu, ona bugün’den bakınca Kızıldere’yi ve onun hayatında nasıl yer ettiğini sordu.
Sol mücadelede Kızıldere'nin durduğu yer bir kenara, bugün ODTÜ'de öğrenciler Kızıldere pankartı açtıkları için gözaltına alınıyor. Hâlâ anmalara davalar açılıyor. Toplumsal olarak Kızıldere ne anlama geliyor?
Rejim açısından, Kızıldere'de hayatlarını kaybedenlerin amaçları, hedefleri ve eylemleri, aradan 36 yıl geçse de suç olmaktan çıkmadı. O nedenle onlar böyle bir başlangıcın ayak izlerinin takip edilmesini hep bir sorun olarak gördüler. Anlaşılan o ki, sorun olarak görmeye de devam edecekler. 35 yıldır rejim "önemli, sorunlu, yasak günler" takviminde de 30 Mart'ı kırmızı harflerle yazmaktan vazgeçmedi.
Gençlerin bu mücadeleye saygılarını, onun takipçisi olduklarını dile getirme arzularını önemli buluyorum. Çünkü 10 insanı ortadan kaldırmakla milyonlarca insanın davasının ortadan kaldırılmış olamayacağını bir kez daha ortaya koymuş oluyorlar. Bunun altının çizilmesi, gösterilmesi çok önemli. Umduğumuz ve beklediğimiz şey, belki de bu mücadelelerin sonucunda; geçmişin devrimci mücadelelerine saygı göstermenin suç olmaktan çıkacağı, insanların duygu ve anılarını özgürce yaşabilecekleri bir zamanın gelmesi. Ama öyle görünüyor ki hâlâ o zamanda değiliz.
68 gençliğine bakınca aktif bir kuşak var. Bugünse gençler popüler kültürün etkisinde. Toplumsal meseleler bu kadar gündemdeyken bu kuşağın kendini ifade etme yollarını nasıl yorumluyorsunuz?
Bu kıyaslamalar yapıldığında çokça söylemiş olduğum gibi dönemler arasında dünya çapında karakteristik farklar var. Türkiye’deki durum ile örneğin Kore’deki durumu karşılaştırdığımızda eminim Kore’nin bugününe bakarak, Kore’nin 60’lar 70’lerdeki durumuyla da ilgili benzer çıkarsamalar yapmak mümkün. Küresel bir meseleyle yüz yüzeyiz.
Bu, aradan geçen 40 yılda gençliğin depolitizasyonu için çok özgül mekanizmaların geliştirilmiş olması ve bu alanın ciddi bir biçimde kuşatılmış olmasıyla ilgili bir durum. Tabii Türkiye örneğin Almanya’ya göre iktisadi gelişme düzeyi daha geri bir ülke olduğundan bunlar daha hoyratça yollarla yapılıyor. Başka yerlerde daha sofistike yöntemlerle. Ama genelde 1990-2000 arasında kitle mücadelesinde bir düşüş yaşandı.
Öte yandan şaka değil, Türkiye’de son 15-20 yılda 30 bin insan hayatını kaybetti. Neredeyse tamamı 20-30 yaş arası genç insanlardı. Dolayısıyla "Gençler tepki göstermiyor" demek de doğru değil. Fakat bu 1968 model bir tepki de değil. Bugünkü koşullar başka gençleri başka bir şekilde mücadeleye katıyor. Üretmek, savaşmak, çalışmak bunlar söz konusu olunca dünya nüfusu hâlâ gençliğin çabasına muhtaç.
Ama toplumsal, politik değişim projesi sadece gençlerden sorulmamalı. Ortada hareket halinde bir proje olsa onlar da dahil olabilirler. Gençleri de içine alan daha büyük bir sorunla karşı karşıyayız. Özellikle pop kültürün giderek endüstrileşmesi sonucunda gençlerin merak, ilgi ve heyecanlarının her bir anı piyasa nesnesi haline gelip, her bir etkinlik piyasa tarafından denetlendiği için şimdi genç olmanın 68'de genç olmaktan daha zor olduğunu düşünüyorum.
O yıllardaki toplumsal mücadeleyi ayakta tutan damar neydi, bugün ne olabilir?
Sömürüye karşı mücadelenin haklılığı duygusunun yaygın olmasıydı. Genel olarak sömürüye karşı mücadelenin gerekliliği halkın vicdanında, halkın bilincinde yer tutan ve emekçiyle sosyalist düşünce arasında bağ kurmaya yardımcı olan en önemli algıydı. Hakikat yine aynı yerde yatıyor. Fakat 1980 sonrası bu algıda dağılma oldu.
Özal dönemi politikaları dediğimiz çalarak, çırparak, üretmeyerek para kazanmanın mümkün olduğu duygusu, gri ekonomi denilen ekonominin merkeze yerleşmesi toplumda hedef kaybına yol açtı. Bu hal, üretim ve sömürü arasındaki büyük çelişkiyi ve insanların üretimi dönüştürmeksizin kendilerini dönüştüremeyeceklerine dair zorunlu, mantıki bilgiyi hem görünmez kıldı hem değersizleştirdi. Arınmaya ihtiyaç var. Üretim ile dünyanın değişim süreci arasındaki bağın insanlara yeniden anlatılması gerekiyor.
İkinci mesele Siyasi İslamın zuhur etmesi. Siyasi İslam boşlukta kalan, umutsuz insanlara bugünkü sorunlarını aşmak için öte dünyada bir yer vaat ediyor. Sıkıntılar içindeki insanlara öte dünya bir kurtuluş vaadi olarak görünüyor. Aynı cemaatin içine gömülen patronla işçi arasındaki sınıf karşıtlığı örtülüyor. Bu da algı kaybına yol açıyor.
Aynı şekilde Kürt milli kimliği etrafında oluşan yeni kutuplaşma da Kürt patronla Kürt işçi arasındaki sömürü ilişkilerini örttü. Asıl ana akıntı bir bütün olarak üretim süreci dışında "imiş" gibi göründü, görünmezleşti. Eskiden bütün bunlar çok daha gözönündeydi. Emek, sermaye, sömürü, faşizm dendiğinde ne denmek istendiği çok daha anlaşırdı. Şimdi daha buğulu bir hal var. Bunu gidermemiz gerekiyor.
Kent yaşamındaki değişiklikler de buna yol açtı. Eskiden zengin ve yoksul aşağı yukarı aynı mahallede yaşıyordu. Şimdi kentler yeniden kurulur, "dönüştürülürken" sınıflar kent arazisi üzerinde tamamen kendilerine ait özel mekanlara yerleşti. Şimdi burjuvazinin nerede yaşadığını bilemezsiniz, evlerinin önünden geçemiyorsunuz. Küreselleşme dünyanın bütün zenginleriyle yoksullarını da küresel olarak ayrıştırdı onlarla mekanda karşı karşıya ilişki de görünmez oldu.
Görünmemesi imkansız olan tek şey yoksulluğun bütün dünyayı sarıyor olması.
İki dönem arasındaki en önemli fark devrimci faaliyetin kapasitesinin daralmış, etkili olabileceği yolları kaybetmiş olması, kendini emekçi ve yoksulların dünyasında yeniden kurmak yerine, merkezde aslında kendine ait olmayan yerde inşa etmeye çalışması bütün mücadelelere mağlup başlamasına yol açıyor.
Sizi Kızıldere’ye götüren güç neydi?
Engels’in lafını hatırlamak önemli:
"Ayaklanmayla oynamaya gelmez. Bir kere başlandı mı sonuna kadar gidilmelidir ve her gün yeni zaferler kazanmaksızın da sürdürülemez."
Kızıldere’ye bizi götüren şey bir kere ayaklanmış olmamızla ilgili. Geriye dönüp bakınca doğru/yanlış/kısmen doğru/kısmen yanlış diye birden çok şey söylenebilir. Ama şu hakikat değişmez. Denizler Amerikalı erleri kaçırdığında, biz Mete Has’ı kaçırdığımızda, Efraim Elrom'u kaçırıp deklarasyonlarımızı yayınladığımızda bir silahlı ayaklanmayı başlatmış olduk. Bunun kendi dinamiği, süreci ve ahlakı var.
Çoğu kez bu ayaklanmayı başlatmış olmanın kendisi aslında başka koşullarda yerinde ve mantıklı bulmayacağınız şeyleri etik olarak yapmaksızın edemeyeceğiniz bir sorun haline dönüşebiliyor. Bizi Kızıldere’ye götüren şey Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam edilmelerine imkan vermemek, onların asılmalarını öylece elleri kolları bağlı şekilde izlemek yerine bir şey yaparak onu durdurmak kastıydı.
Bu yolla durdurulabilir miydi? Bu başka soru.
Ama bu yolla durdurmaya çalışmanın başka yollardan sağlanacak etkiyi azaltmış olabileceğini, mesela imza kampanyası ya da Anayasa Mahkemesi’nin kararı yoluyla durdurma olanaklarını zayıflatmış olabileceğini savunanlar da var. Ama aslında hayat bunun görünüşte böyle olduğunu, özde infazların bir rejim kararı olduğunu gösteriyor.
Peki bu irade bu kadar güçlüyken buna böyle karşı konabilir miydi? Burada kısmen bizim içine düştüğümüz bir açmazın rolü var. Biz -Denizleri kurtarmak için harekete geçenler- Fatsa’da Ankara’dan gelen birliklerin sıkıştırması altında kaldık. Kendimizi Fatsa’dan çıkarmak zorunda kaldık. Gideceğimiz yerde politik bir çıkış için bir hedef yoktu. Ya orada son rehineleri alacaktık ya da almayacaktık. Oy çokluğuyla alma yolu tutuldu.
Demek ki mesele bizim açımızdan isyanı sonuna kadar taşımak ve bu isyanda tutsak düşmüş olanların ortadan kaldırılmalarına seyirci kalmamak için yapabileceği son şeyi yapmak tercihiydi. Bunun pratik bir politik karşılığı olmayabilir. Fakat o an için bunlar önemli olmaktan çıkmıştı.
Kızıldere sürecinde toplumun diğer kesimleriyle kurulan ilişki nasıldı?
Olayı sadece bir fotoğraf karesine bakıp da değerlendirdiğinizde gördüğünüz 11 devrimci, onların rehin aldığı üç yabancı teknisyen ve bir köy evi ile olayı dışarıdan seyreden köylüler. Tamamen izole olmuş silahlı isyancı grubu.
Fakat bu fotoğraf, filmin tamamı değil. Çünkü aslında gerek o bölgeye, gerekse Türkiye’nin tamamına baktığınızda Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) –Kızıldere’de ölenlerin sekizi oradan geliyordu- Türkiye’nin her yerinde yandaşları olan, etkisi olan iki büyük politik kaynağa dayanıyordu.
Biri İşçi Partisi içindeki “devrimci TİP muhalefeti”ne, ikincisi Devrimci Gençlik’e (Dev Genç) dayanıyordu.
Silahlı kuvvetlerde, mimar ve mühendisler arasında, köylüler arasında, sendikacılar arasındaki desteğe de bakınca bugün kendine partiyim diyen pek çok kuruluştan daha fazla insanı çekip çeviren, seferber eden bir arka plana sahipti. Zaten 12 Mart’ın hemen ardından başlayarak yaklaşık iki yıl boyunca hem faaliyette bulunabilmesi, hem de takipleri, tevkifatı atlatabilmesi sahip olduğu bu zeminle bire bir ilgiliydi. Baskıların hiç etkisiz olduğunu söylemek zor. Bu baskı desteğin büzüşmesine yol açtı.
Mahir Çayan kendi tezlerini kaleme aldığında "Öncü gerillalar rejime vurdukları darbelerle onun nasıl sarsılabilir olduğunu gösterecekler, kitleler onun nasıl sarsılabilir olduğunu gördükten, kazandığı zaferlere baktıktan sonlara onlara sempati duyacaklar, mücadeleye katılacaklar" demişti.
Aslında gelişme bunun tam tersi oldu. Fakat kitlelerle ilgili bölüm değişmedi. Kitleler "öncü" darbe indirdiği zaman değil, yenildiği zaman devrimcilere sempati gösterdiler. Önce Kızıldere’de arkadaşlarımızın yokedilmesi arkasından Denizler’in idamı Türkiye çapında sağcısından solcusuna, şehirlisinden köylüsüne kimsenin vicdanına sinmedi. Çok hızla bir acıma, yazıklanma ve sevgi dalgası yarattı. THKP-C’nin sahip olduğu yaygın insan teması, iki yıl sonra af çıkıncaya kadar, yaygınbir cephe sempatizanları topluluğu yaratmıştı.
Bu tamamen de kendi kendine olmadı. İki yıl önce öğrenci olanlar meslek edinmiş, Türkiye’ye dağılmışlar ve gittikleri yerde sorulara doğru cevapları vermeyi başarabilmişlerdi. Bizim hikayemizi İtalya’daki Kızıl Tugaylarınkinden ya da Alman Kızıl Ordu Fraksiyonu'nun hikayesinden ayıran en önemli yan bu büyük kitle hareketi içerisinden gelen, ondan ayrılarak silahlı mücadeleye girişen, yenilgiden sonra tekrar onların arasına dönen çok yönlü, çok yüzlü birhareket olmamız.
O nedenle 1971-72’deki çıkışın Türkiye Sosyalist hareketinde –THKP-C’nin yanına THKO ve TİKKO’yu da katıyorum- oynadığı en esaslı rol alışılageldik siyasetin dışına çıkışın imkanlarına ışık tutmasıdır. Bir kopuş denemesidir. Bu çabanın bir devrimci kitle hareketi yaratılması açısından tarihsel bir önem taşıdığını düşünüyorum.
Bütün bu süreçte sizin öğrendiğiniz şey ne oldu?
Benim öğrendiğim en önemli şey bir devrimin var olan toplumsal ve siyasal yapıyı kökten yıkmadıkça mümkün olamayacağı konusundaki temel tezin doğrulanmış olması. Öte yandan bunu gerçekleştirmenin sadece politik mücadele yoluyla ve sadece zor yoluyla değil, ikna mekanizmalarının da işletildiği, kültürel alanı kateden, sermayenin hegemonyasını dışardan kuşatan bir dizi etkinlikler toplamını gerektirdiğini anladığımı söyleyebilirim.
36 yıldan söz ediyoruz. 36 yıl boyunca, eğer yakın tarihe göz atacak olursak sistemin ne kadar direngen ve esnek olabildiğini görebiliriz. Burada en önemli şey kitlelerin zihninde var olan sistemin yıkılmazlığına duyulan derin güven ya da yıkıldığında kendilerinin de dünyalarının çökeceğine dair mistik inanç. Bununla başa çıkmazsızın girişilecek her şey yalıtık ya da kısmi kalmaya mahkum gibi.
Ama öte yandan öbür kutupta da herkesin içinde kendine ait bir "komünizm projesi" var: Eşitlik ve adalet arayışının içinde gerçekleşeceği hayali bir ülkesi var herkesin. Siyaset bence bu hayalin sistematik, herkes için kabul edilebilir, ortaklaştırılabilir bir projeye döndürülmesi demek. Bu önemli. Ezbere programların işe yaramadığını görüyorum. Önemli olan emekçiler ve yoksullarla birlikte çalışarak, birlikte deneyerek bu hayalden bir program çıkarmak.
Ben en başta ezberden söylediğimiz "devrim yolu engebelidir, dolambaçlıdır, sarptır…" saptamasının hakikatte tam da böyle olduğunu sınadığım 40 yıl geçirdim. Bir dağın tepesine çıkmak için kimi zaman olduğunuz yerden ters yöne, aşağı doğru yürüyerek yeni yollar bulmak gerekebiliyor.
Kendi kişisel mücadelenizle değerlendirince bianet’i nereye koyuyorsunuz?
Az önce bahsettiğimiz ikna, hegemonya mekanizmaları kitlelerin bilincinin yeniden üretildiği yerde kuruluyor. Bu mekanizmaların işleyişine müdahale edemediğinizde sistematik bir bilgi akışı kurulamıyor. Yaygın medyanın bir dezenformasyon süreci olarak nasıl çalıştığını, nasıl gerçeğin sadece ve ara sıra bir kısmını sunduğunu, insanların gerçeğin geri kalanınıysa tahmin ederek, el yordamıyla, göz kararıyla bulmaya çalıştıklarını, bizi her zaman parçalı bir düşünce yapısına mahkum kılan bir enformasyon yapısının hakimiyeti altında yaşadığımız görüyoruz.
Bu bütün televizyon istasyonlarını havaya uçurarak önlenemez. Bu kendi iletişim zeminimizin de ortadan kaldırılması olur. Bizim bir karşı iletişim alanı yaratmamız gerekir.
O nedenle şimdi birlikte yaptığımız işi insanların kendileri ve hayatları hakkında karar verebilmeleri için, gazetecilerin gazeteciliği yeniden kendilerine yaraşır bir meslek gibi kurmaları için giriştiğimiz bir ortak çaba olarak görüyorum... Bu tarz çabalar olmadan bilginin, bilincin yeniden üretimi gerçekleşemeyecek. Egemen bilgiye bir seçenek sunulamayacak. Bunu idrak ettiğim için bu böyle.
Şu sorulabilir: O kadar iş varken neden bu?
Kimse yapmayınca mecburen yapıyoruz. Bu işler kısmen yaygın medyadan bir beklentisi olmayan, onla iyi geçinmek için sebebi olmayan, ona geri dönme beklentisi olmayan insanlara düşüyor. Hem hayatımızı sürdürmek hem sürdürürken kendimize yabancılaşmamak, hem de toplumun aktif, değişimden yana tabaklarına uzanan bir bilgi kanalı kurabilmek için yaptığımız bu işle 36 yıl önce yaptıklarım arasında özce bir fark görmüyorum.
Hayat ne siyasi mücadeleden ne de iletişim hikayesinden ibaret. Sosyal mücadelenin bütün ögelerini birden dönüştürmeye ihtiyacımız apaçık ortada.
Dolayısıyla bianet’te çalışmak, bianet’ten çıkınca siyasi yayınlarla, sosyalist hareketin kendini yeniden kurması için yapılması gereken işlerle uğraşmak birbirine yabancı değil. Bunların hepsini birbiriyle ilişikilendirmek için de yeni bir iletişim düzeneği oluşturmak çok önemli. Tıpkı grev yapmak, politik parti kurmak, mahalle derneği oluşturmak kadar önemli.
Bence kapitalizmin hakimiyet ilişkilerine karşı getirilmiş her düzeydeki bütün itirazlar çok devrimcidir ve ancak bunları piyasanın dışında bir iletişim mekanizmasıyla birbirine bağladığımız zaman sonuç alabiliriz. (EZÖ/GG)
#92
Gönderim zamanı 06.05.2009 - 21:02
ulan ne kadar yararlı adamlara kıyılmış yok yere
siz sadece tipkphgdjkl herneyse o tipli bir sürü örgütle günümüzde terör eylemi sayılan bir sürü eylemi yapan için yazıklanıyosunuz, ölümünü efsaneleştiriyorsunuz.
üstelik bahsi geçen merhumun suçu mevcut rejimi silah kullanarak yok etmek, eylemleriyle de ortada hani
ne kim ne için üzülüyor, neyi efsaneleştiriyor yani hangi tavrı, ürünü, veya buluşu ben anlamıyorum,
belki de bendedir sorun neyse
sevgiler sevgiler sevgiler
#93
Gönderim zamanı 06.05.2009 - 21:12
#94
Gönderim zamanı 06.05.2009 - 22:05
daha üni öğrencisi iken hiç bir destek teçhizat falan olmadan meydan okumak bile bile lades olmaktır
Allah rahmet etsin ama devrim böyle birkjaç kişiyle olan bir şey değil
#95
Gönderim zamanı 07.05.2009 - 15:41
#96
Gönderim zamanı 07.05.2009 - 16:06
Evet yararlanıyorlar, bakınız günümüz siyaset ve bürokratları!
AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...
#97
Gönderim zamanı 07.05.2009 - 16:10
#98
Gönderim zamanı 07.05.2009 - 16:51
kitlelerin zihninde var olan sistemin yıkılmazlığına duyulan derin güven ya da yıkıldığında kendilerinin de dünyalarının çökeceğine dair mistik inanç.
birtakım ideallerin,bir çeşit idealizmin artık mümkünü olmayan,aptalca,çocukça,lüzumsuz
romantik bişey olduğuna dair bir nevi umutsuzluk,veya da umut tembelliği;ve de..
'böyle gelmiş böyle gider ve de gidecek..sistem budur,yesek de yemesek de,sevsek de
sevmesek de..bazı güçler öylesine güçlüdür ki artık hiç bi halt onları yerinden oynatamaz,
şekil budur,kimi iyi,naif,adil..şeyleri istemek bundan sonra abesle iştigaldir,güçlü güçsüzü
ezer,güçsüz de kanaatkar bi şekilde idare edip gider,arada yırtanlar olursa da eh artık;
şanslarına,becerebildiler diye alkışlarız,beceremeyenlere ölüm.. : p' şeklindeki düşünce
şekli belki,bi de..
ilgi ve zevkle izliyorum,hiç bişeye yaramasa insanın aklını fikrini geliştirir ve bir şeye
bir sürü açıdan bakılabilmesi de,bunun seyri de keyiflidir..ne bileyim ben seviyom.. : )
böyle mevzuların önünde sonunda şeyinin çıkarıldığını çok gördüm ama bu henüz
bozulmamış.. : )
ne giderim peşlerinden..ne ardımda devam olsun..
ne uyarım,ne hükmeder..kalanlara selam olsun...
Benzer Konular
Konu | Forum | Konuyu Açan | İstatistikler | Son Mesaj Bilgisi | |
---|---|---|---|---|---|
Gözle görülebiliyor! Güneş'ten 8 kat daha büyük |
Bilim & Teknoloji Haberleri | Haberci |
|
|
|
Deniz ve Güneş (2018) Fragman |
Sinema | hüfyaa |
|
|
|
Türkiye Dün Yoğun Bir Siber Saldırıya Maruz Kaldı! |
Bilim & Teknoloji Haberleri | hüfyaa |
|
|
|
Günün Sözleri |
Günün Sözü | WaLe |
|
|
|
89 yıllık tartışma tekrar gündemde |
Bilim & Teknoloji Haberleri | Haberci |
|
|
1 kullanıcı bu konuya bakıyor
0 üye, 1 ziyaretçi, 0 gizli