Ardından bir iki cümle
Tuhaf bir yaşantı bizim sürüklediğimiz. Yoksa sürüklendiğimiz mi desek. Galiba bu daha doğru olur. Gerçi doğru ne ki, var mı doğru kavramının doluluğu. İçi boş bardak gibi duruyor ‘doğru’ yaşantımda. Artık önemsizliğin serzenişinde bulunmak istemesem de önemli olanı elde edememek beni bozuyor. Yine de önemliliği her daim düşünmek gerektiğinden kendimi alamıyorum. Böyle işte saatler paronaya doğru ilerlediği vakitlerde neden yoksun ki veyahut neden olmadın. Şimdi dinle öyleyse, sesleri kapat da sessizliğe kulağını ver bana.
Her şeyi senin üzerine bina etmek, normaldi benim için. Bir yanımı işgal etmişken sen seni görmemezlikten gelmek olmazdı, olamazdı, olmadı. İçimi seninle doldurup ruhumu ruhunla bezerken aklıma gelmezdi hiç biliyor musun olumsuz tavırlara bürünüp gidişinin yoluna kalbimi koyup da üzerinden geçeçeğin. Ezdiğin ikimizden tevellüt benliğimizdi. Sen varken zira, ben kalbimi sana hediye etmiştim. Kiracı olarak vermemiştim çünkü yabancılığını çekmeni istemedim duygularıma. Duygularımın gerçekliğini anlayacağını ummuştum ama yanılmışım yine. Ancak sen ariyetvari akılla yüreğimde gezindin durdun sevdiğim. Hala da gezinmektesin.
Gömdüm geçtim denizlere sevdamı. Kabaran sulardan kendimi kurtarmak mümkün olmadı gülüm. Rıhtım aramaktayım. Yoksa alıp gidecek bu sular beni. Bir yanım gitmeli diyor aslında. Enginliğe bırakmalı her şeyi. Dibe vurduktan sonra kendime gelişlerin yazımını anlatırım sana. O an kırmızı kurdeleler parmağını çoktan bezemiş olabilir belki. Aklının ve kulaklarının benimle olup da dinleyemeyeceğini, yüreğininse başkalarına kiralanmış olacağını biliyorum ama olsun. Kırık bir hatıra olsun bana yazımlarım. Sonraları içimdeki sızıyı yüzüme acı bir tebessüm edip geçeceğim bu kırık hatıranın yanından. Aklımda kacaksın sen, ellerin kırmızılığı yansımış olacak yüzüne çıkacak ortaya utangaçlığın.
Başım çatlıyor ağrıdan. Düşüncelerim fink atarken beynimde , çıkışın yolunu arıyor gönlüm. Umutsuzluk perde perde kapatmış etrafımı. Sesime ses vermeyişinin yıldönümleri hicranlara gark oluyor bende. Odamın pencereleri siyaha boyanmış, gecenin hatrını kırmayarak. Sabahın bekçileri nerde , sormak isterim onlara gündüzümü çalan sen, nerelerdesin diye. Suçluluğun sindirilemediği akşamımda kimsecikler yok bana cevap verecek. Hayır bu ben değilim ben olamam. Kahrımın ağırlığı yetmezmiş gibi hediye etmiş olsan da yalnızlığı bana, ben yanız kalamam , seni yaşarım yine dakikalarımda sen olmasan da. Ne kadar basit değil mi bunları anlatmak. Ancak bunları yaşamak bir ömrün sabun köpüğü misali erimesidir, bir tanem. Ateşinle çevirdiğin gönül ormanımı kurtaramadım. Kurak bir arazi şimdi arta kalan. Bir de defter yapraklarında solmuş yazlara döndürmeye çalıştığım sevdan.
Artık dik başımı bir daha eymemecesine çekiliyorum bu oyun salonundan. Hiç bana göre değildi zaten bu oyun. Alışamamıştım yapmacıklığa, yapmacıklığına. Bir gün diyordum, bir gün gerçekliğe açarsın diye kapılarını bekledim. Lakin anladım ki bunun faydası yok. Seni senin dünyanda bırakıp gitmek en iyisi olacak. Yalnız buna katlanmak çok zor olacak. Vücudumu titreme alacak çoğu zaman. Ama olsun. Bir dakikan da bile hatırlamazken sen beni, benim sana gökyüzümde yer açmam adaletsizliğin zirveye vurması demek olur ki ben bunu yapamam. Ve de yapmayacağım.
Dileklerimin güzelliği ile uğurlamak isterdim seni. Fakat üzgünüm. Kindarlığımın doruk noktasında veda ediyorum sana. Yüzümü her hatırladığında, damlalar yanaklarında raks ediyor olsun. Karmakarışık sokaklarda kaybolmuşluğun hissiyatını duygularında da yaşamanı isterim. Şimdi güleceksin ve de anlamayacaksın, dediğim anları tattığında ise beni hatırlamak istemeyeceksin. Bense yüzünü çevirdiğin yerde sana gülerek bakıyor olacağım, seni ilk gördüğüm günkü heyecan yüzümde…