DANS ETMEK, ÖNSEVİŞME GİBİDİR DİLEK ÖNDER (VATAN 10.07.2006 )
Konyalı imam haklı galiba... Hani, Konya'da bir imam, "Düğünlerde dans etmek, yataktaki zinanın ayakta yapılmış halidir ve günahtır" demiş ya, itiraz edeceğimi sanıyorsunuz değil mi?
Sanırım etmeyeceğim...Etsem etsem, bu işin günah hanesine yazılmasına ederim.Bir de tabii, "Düğünlerde Dans etmek" ifadesine..Hepsini aynı kefeye koymak lazım. (Baba, kayınvalide gibi mecburi yapılanların dışında tabii...)
Şu bakımdan yani;
Şimdi, iki insan niye dans eder?
Samimi olalım; arkadaşla dans edilir mi?
"Ne var bunda?" deyip cinimi oynatmayın. Sanki ben kötüyüm, siz iyisiniz...
Yok öyle...
Taraflardan en az biri iyi niyetli değildir...
Eninde sonunda mutlaka ayakta ya da yatakta zina yapmak istiyordur.
Akşam yemeği gibi bir durum yani...
Ya da bir nevi ön sevişme...
Galiba imam haklı.
Dansın kendisi seksi zaten...
Sarılırsın, dizlerin belli bir ritmle birbirine değer, nefesini hissedersin...
E, ayakta zina da bunun gibi birşey zaten...
Ya, hâlâ itiraz etmeyin; romantik bir aşk şarkısında arkadaşınla boşu boşuna niye dans edilir ki?
O ana kadar kötü niyet yoksa bile danstan sonra olur. Şeytan dürter...
Eh, biraz da içmişsindir zaten; için bir hoş olur...
Slow danstan söz ediyorum, "eller havaya"dan değil. O başka...
Çünkü onda ille de bir partner gerekmiyor ve isteyen kendi ellerini kendi kaldırabilir. Temas falan da yok.
Rahat rahat dök içini...
Ama tabii, bazen onda bile tuhaf durumlar görüyoruz. Bodrum-Çeşme'deki diskolarda veya İbrahim Tatlıses'in programlarında dans eden kadınlar da ayakta seks yapar gibiler...
Böyle saçlarını ensesinden kaldırıp, dudaklarını büzüştüren, başlarına geleceklerden habersiz suratlarına "hazırım" ifadesi veren kadınlar...
Serpil Çakmaklı modeli...
Kıvırdığı anlaşılsın diye kalçalarına da birşey bağlarlar ya...
Kıvır kıvır, bir tuhaf...
Evet, dans ve seks birbirine çok yakındır.
Şöyle bir şifresi de vardır:
Seks yapan çiftler dans etmez, dans edenler henüz seks yapmamıştır...
Düşünün, neden evli çiftler dans etmez? (yeni evliler hariç)
Etseler bile zoraki halleri vardır?
Yaaa...
Ha, dans edilmesin mi?
Edilsin.
Kötü ne oluyorsa, ne kadar karmaşa, sinir varsa bu dans etmeyenler yüzünden değil mi?
Keşke herkes dans etse...
Hayat bayram olsa...
TANGO BİR GENELEV SÜRÜNGENİYDİ (HÜRRİYET : 17.01.2004)
Arjantinli yazar Jorge Luis Borges'in yazdığı ‘‘Tangonun Tarihçesi’’ adlı yazı, üç aylık sanat dergisi P'nin son sayısında yayımlandı. P Dergisi, bu sayısını ‘‘Dans ve Sanat’’ temasına ayırmış.
Borges'in tangoyla ilgili yazısına, yüz yıl önce Arjantin'de yapılan çeşitli tango afişleri eşlik ediyor. Ünlü yazar, 1929'da Evaristo Carriega adlı genç yaşta ölmüş bir şairin yaşam öyküsünü yazmaya karar veriyor. Ancak kitabı yazarken, Carriega'nın hayatından çok, onun dönemindeki Arjantin'le, özellikle de tangoyla ilgilenmeye başlıyor. Yirmi beş yıl sonra kitabın ikinci basımına Tangonun Tarihçesi adlı bir bölüm ekliyor. Bu yazıda, tangonun Buenos Aires'in gecekondu mahallelerinde değil, genelevlerinde ortaya çıktığını söylüyor. Borges'e göre tango, hem şehvet, hem de müthiş bir şiddetle dolu.
...Danıştığım kimselerin hepsi tangonun kökeninin genelevler olduğunda birleşiyordu. (Aynı görüş birliği tangonun doğuş tarihi için de geçerli; 1880'le 1890 arası.) Üstelik ilk tango orkestralarını oluşturan çalgıların (piyano, flüt, keman, daha sonraları bandoneon) yüksek maliyeti de bu tanıklığı doğruluyor. Bu da tangonun varoşlarda doğmamış olduğuna bir başka kanıt; kenar mahallelerde gitarın altı telinin yeterli olduğu herkesin bildiği bir gerçektir. Bu savı doğrulayan başka kanıtlar da var: Tangonun şehvet uyandıran figürleri, tango adlarının (El choclo-maval, El fierrazo-çelik darbesi) çağrıştırdıkları, çocukluğumda Palermo'da, yıllar sonra da Chacarita ve Boedo'da gördüklerim (kadınlar edepsiz buldukları bu dansa rağbet etmedikleri için erkeklerin sokak köşelerinde erkek erkeğe dans etmeleri).
BELA ARAYAN TANGO
Lugones (El Payador'da) tangoyu aşağılayıcı bir açıksözlülükle ‘‘şu genelev sürüngeni’’ diye tanımlar. Kuzey mahallesi tangoyu (o günlerde Paris'te çoktan temize çıktığı halde) sokaktan alıp evlere kabul ettirmek için uzun yıllar beklemek zorunda kaldı; hálá da tam başarılı olduğu söylenebilir mi, bilemiyorum. Eskiden tango şeytansı bir orjiydi, şimdilerde bir yürüme şekli oldu.
Tangonun cinsel niteliği birçoklarınca dile getirilmiştir, içerdiği şiddet içinse aynı şey söylenemez. Her iki niteliğin de aynı itkinin farklı şekilleri olduğu doğru. Erkek sözcüğü, bildiğim bütün dillerde cinsel gücü ve savaşçılığı simgeler; Latince'de ‘‘cesaret’’ anlamına gelen virtus sözcüğü de ‘‘vir’’, yani ‘‘erkek’’ten türemiştir. Kipling'in ‘‘Kim’’ adlı romanında bir Afgan, iki eylemin özünde aynı olduğunu vurgulamak istercesine şöyle der: ‘‘On beş yaşımda erkeğimi öldürdüm ve erkeğimi yarattım.’’
TANGO SÖZLERİNDE NE DENİYORDU?
İlk tangoların çoğunda söz yoktu, olanlardaysa sözler doğaçlama ve açık saçıktı. Kimi tango sözlerinde kırsal yaşam ağır basıyordu, çünkü kompozitörler halkın hoşlanacağı konular arıyordu ve o zamanlar kötü yaşam koşulları ve varoşlar şiirsel addedilmiyordu. Sonraki tangolar kimi Fransız natüralist romanlarında ya da Horgart'ın gravürlerinde olduğu gibi, yaşamın birbiri ardına gelen talihsizliklerini anlatmaya başladılar:
‘‘Sonra metresi oldun
/ yaşlı bir eczacının /
daha sonra da komiserin oğlu /
soluğunu kesti.’’
Daha sonra biraz da eskiye özlemle, yoksul ve kavgacı mahallelerin nasıl yola geldiğini anlattılar. İlk zamanlardan itibaren kaçak aşıklar ve duygusallıklar üzerine çok kalem oynatıldı:
‘‘Hatırlıyor musun /
bir şapka giymiştin /
ve o deri kemeri takmıştın /
öteki karıdan arakladığım.’’
Yakınmacı ve suçlayıcı tangolar, nefret tangoları, alay ya da hınç yüklü tangolar yazıldı; çoğu yazıya dökülmedi, birçoğu da belleklerden silinip gitti.
SİVRİ DİLLİ BİR ADAM ( VATAN : Zülfü Livaneli , 04.05.2004 )Zekâyı "yeni durumlara uyum gösterme yeteneği" diye tarif edenler vardır.Bana göre bu yetenek zekâ değil olsa olsa "kurnazlık" olarak tanımlanmalı.Yolun boş tarafında yürüme ya da kuyrukta öne geçme türünden bir uyum yeteneği bu.Zeki adamlar kurnaz değildir."Yeni durumlara" kolay kolay uyum gösteremezler.Ömürleri; aileye, okula, işyerine, kurumlara ve devlete kafa tutmakla geçer.Beyinsel ve duygusal zekâları onları sürüdeki kara koyun haline getirir.Bernard Shaw adlı dahi bunun en iyi örneklerinden birisi.Bakın neler diyor:
"Basın oyun yazarlarını öldürebilse, daha yirmi yıl önce ölmüş biri olurdum."
"Bir dram ozanının sanatı, yurtseverlik nedir bilmez."
"Sanatçıların sezgileriyle buldukları tüm gerçekleri, bilgin denilenler budalaca bir didinmeyle yeniden ortaya çıkarırlar; uzun süre sonra."
"Gazetecilik, bir bisiklet kazasıyla uygarlığın çöküşünü birbirinden ayıramayan bir alandır."
"Dans etmek, yatay bir isteğin dikey anlatımıdır." ...
Son olarak bir fıkra
Adamı hışım ile yerinden kalkmış, kızının kollarının arasından genç adamı almış ve suratına sert bir tokat atmış.Kız babasına bağırdıktan sonra genç adamı yerden kaldırmış ve demiş ki " kusura bakma, babam sağırdır , müzik sesini duymadı da...!"
TAMAM SİZİN İÇİNİZ TEMİZ DE KARŞINIZDA SARILDIÐINIZ KİŞİNİN KALBİNDEN KİŞİ NASIL EMİN OLABİLİR , ONU BİLEMİYORUM...!