İçerik değiştir



- - - - -

Arap - İsrail Savaşları


  • Yanıtlamak için giriş yapın
bu konuya 7 yanıt verildi

#1 LaHesis

LaHesis

    Baş Yazar

  • Üyeler
  • 1.142 Mesaj
  • Cinsiyet:Belirtilmedi

Gönderim zamanı 06.12.2006 - 14:28


Arap-İsrail Savaşları, 21. yüzyılın ikinci yarısında Ortadoğu bölgesinde yaşanan savaşları dizisidir. İkinci Dünya Savaşı'nın bitmesinin ardından kurulan İsrail ile çevresindeki Arap Devletleri (başlıca Mısır, Suriye, Ürdün ve Filistin) arasında yapılmıştır. Bu savaşların sonucunda doğan Filistin Sorunu hala çözülememiş ve günümüze kadar gelmiştir.

Bu savaşlardan başlıcaları şunlardır:

1948 Arap-İsrail Savaşı
Süveyş Krizi
Altı Gün Savaşı
Yom Kippur (Ramazan) Savaşı
Lübnan sorunu
2006 İsrail-Lübnan Krizi


14 Mayıs 1948'de İsrail Devleti'nin kurulmasından hemen sonra genel bir Arap taarruzu ve dolayısıyla Arap-İsrail Savaşı başladı. Gerilla mücadelesi şeklinde başlayan savaş, Mısır, Suriye, Ürdün, Lübnan, Irak ve Suudi Arabistan'ın da katılmasıyla büyümüş ve sekiz ay kadar devam ettikten sonra 7 Ocak 1949'da Rodos Adası'nda imzalanan ateşkes anlaşmasıyla son bulmuştur

#2 LaHesis

LaHesis

    Baş Yazar

  • Üyeler
  • 1.142 Mesaj
  • Cinsiyet:Belirtilmedi

Gönderim zamanı 06.12.2006 - 14:29

Süveyş Krizi, 1956 yılında İsrail, İngiltere ve Fransa'nın oluşturduğu gizli ittifak ile Mısır arasında yapılan savaştır. Mısır lideri Nasır'ın Süveyş Kanalını millileştirdiğini açıklamasından sonra çıkan savaş, Sovyetler Birliği'nin Londra ve Paris'e atom bombası atma tehditi karşısında İngiltere ve Fransa'nın geri adım atmasıyla sonlanmıştır. Süveyş Krizi, İkinci Dünya Savaşı öncesinde dünyaya egemen olan Batı Avrupalı devletlerin mutlak egemenliğinin son bulduğunu ve artık Amerika'nın desteği olmadan hareket edemeyeceklerini göstermiştir..

Çatışmanın Temeli
1950'lere gelindiğinde Mısır’da egemen bir devlet kurulmuş olmasına rağmen Süveyş Kanalı’nın denetimi Batılı Devletler’in kontrol ettiği Kanal Şirketi’ndeydi. Şüveyş kanalı yoluyla başta İngiltere ve Fransa olmak üzere pekçok Batı Avrupa devleti, Körfez ülkelerinden petrol alıyordu.

Mısır’da 1952 yılında iktidara gelen Cemal Abdulnasır, ülkesini askeri yönden güçlendirmeye ve İsrail karşısında üstün duruma geçmeye çok önem verdi. Bu amaçla, Sovyetler Birliği’ne yaklaşmaya ve Çekoslavakya üstünden silah almaya başladı. Ayrıca, Asuan Barajı’nı bitirip, ülkenin ekonomik kalkınmasını sağlamak istiyordu. Fakat bunlar için büyük miktarda mali yardıma ihtiyacı vardı. ABD ve İngiltere’den kredi almayı denediyse de, bu iki ülke Mısır’ın Doğu Bloğu’ndan silah alması ve İsrail karşıtı militanları desteklemesi sebebiyle kredi vermediler.

Bunun üzerine Nasır, ihtiyacı olan mali gücü sağlamak için Süveyş Kanalı’nı işleten Kanal Şirketi’ni milleştirdiğini açıkladı. Kanal Şirketi’nin hisselerinin değerini sahip devletlere ödeyeceğini açıkladıysada, bu karar İngiltere ve Fransa’dan çok büyük tepki aldı. Çünkü, bu iki devlet için Süveyş Kanalı, Basra Körfezi'ndeki devletlerden aldıkları petrolün taşınması için çok önemliydi. Bu nedenle burada, Sovyetler’e yanaşmaya başlayan Mısır’ın denetim kurması tehlikeliydi. Ayrıca çok karlı olan Kanal Şirketi hisselerini Mısır’a devretmek istemiyorlardı.



İngiltere, Fransa ve İsrail Anlaşması
Anlaşmazlığı çözmek için toplanan Londra Konferansı’ndan sonuç çıkmadı. Bunun üzerine İngiltere başbakanı Antony Eden Paris’e gitti. Paris dışındaki Sevr’de toplanan İngiltere, Fransa ve İsrail Mısır’a askeri müdahele kararı aldı. Buna göre İsrail Mısır’a saldıracak, İngiltere ve Fransa ise savaşanları ayırmak bahanesiyle bölgeye asker çıkartıp kanalı işgal edeceklerdi. İki ülke arasındaki çatışmalar durdurulduktan sonra ise, “daha başka çatışmaları önlemek ve dünya ticaretinin bölge savaşlarından etkilenmemesini sağlamak” amacıyla bölgede kalıcı bir İngiliz-Fransız birliği konuşlandırılacaktı.


İngiltere ve Fransa’nın Saldırısı
Anlaşmaya göre İsrail 29 Ekim 1956’da Sina yarımadasını işgale başladı. Derhal harekete geçen İngiltere ve Fransa, Mısır’a bölgeye asker yollayarak “savaşı durdurmayı” önerdi. Nasır’ın bunu reddetmesinin ardından ise iki devlet askeri harekata başladı. İngiltere’den ve Fransa’dan birçok uçak gemisinin katıldığı harekat 5 Kasım’a kadar hava saldırısı; sonrasında ise paraşütçü birliklerin indirilmesi şeklinde gerçekleşti. Taktik açıdan harekat çok başarılı oldu. İngiliz ve Fransız birlikleri, Mısır birliklerini yenip kolayca kanalı ele geçirdi ve bölgeye hakim oldu.


Savaşın Bitişi ve Barış

Sovyetler ve Amerika’nın Tepkisi
Hem Sovyetler Birliği, hemde Amerika Birleşik Devletleri bu saldırıya karşı cephe aldılar. Amerika ve Sovyetler’in savaşa karşı ortak tavır koymaları, Soğuk Savaş’ın ender olaylarından biridir. Sovyetler’in, Mısır’dan çekilmemeleri durumunda Paris ve Londra’ya nükleer saldırı yapma tehdidi sonrasında İngiltere ve Fransa ateşkes ilan edip geri çekilmek zorunda kaldı. Kasım’da başlayan geri çekilme Aralık ayında tamamlandı.

Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetler’in Doğu Avrupa’da yayılmasına büyük tepki gösterdiği halde kendi müttefiklerinin benzer emperyalist amaçlar için savaşması karşısında hem kendi içinde hemde uluslararası ortamda tepki görmüştü. Bu nedenle harekata karşı çıkmış ve Sovyetler’in saldırı tehdidi karşısında İngiltere ve Fransa’yı yalnız bırakmıştır. Ayrıca Amerika Birleşik Devletleri, Süveyş Krizi’nin daha büyük bir çatışmaya dönüşmesi ve Doğu/Batı Blokları arasında bir savaş şeklini korkuyordu.

ABD’nin bu harekata karşı olmasındaki diğer bir neden ise, bu savaşla bölgedeki Batı karşıtı akımların güçlenip Arap ülkelerinin Sovyetler’e yanaşmasıydı. Petrol sebebiyle çok önemli olan bu bölgede Sovyet ektisi, Amerika için kabul edilemez olurdu.



Birleşmiş Milletler Barış Gücü
Savaş’ın sonlanmasıyla, Kanada Dışişleri Bakanı Lester Pearson, Birleşmiş Milletler Barış Gücü kurularak Gazze Şeridi’ne ve Sina Yarımadası’na yerleştirilmesini önerdi. Birçok ülkenin katılımıyla oluşturulan bu gücün “barış sağlanıncaya kadar Mısır ve İsrail'in savaşmasını engellemek” sorumluluğunu üstlenmesi gerekiyordu.

1967’ye kadar bölgede kalan Barış Gücü, bu tarihte çekilmiş ve hemen ardından Altı Gün Savaşı çıkmıştır.



Savaşın Sonuçları
Süveyş Krizi’nin en önemli sonucu, Avrupa Devletleri’nin zayıflığını göstermesi oldu. Yarım yüzyıl öncesinde dünyaya mutlak egemen olan İngiltere ve Fransa’nın artık Amerika’nın askeri desteği olmadan hareket edemeyeceği ortaya çıkmıştı. Bu, dünya hakimiyetinin Avrupa’dan Amerika ve Sovyetler’e geçtiğinin ilanı olmuştur.

Süveyş Krizi, İngiltere’nin Falkland Adaları Savaşı’na kadar Amerika’nın desteği olmadan yaptığı son harekattır. Bu süre içinde İngiltere, askeri harekatlarında hep Amerika’nın desteğini arayacaktır.

Fransa’da ise General de Gaulle, Fransa’nın dış politika amaçları için Amerika’ya güvenemeyeceğini anlamıştır. İktidara geldikten sonra de Gaulle, Fransa’nın bağımsız bir politika izleyebilmesi için nükleer silah geliştirilmesine başlayacak ve Fransa'yı NATO'nun askeri kanadından çekecektir.

Süveyş Krizi’nden Nasır, Arap dünyasının en güçlü lideri olarak çıktı. Mısır, savaşı kaybetmiş ve büyük asker kaybı vermiş olmasına rağmen Süveyş Kanalı üzerinde denetimini kurmuştu. Mısır’da 1881 yılından beri var olan İngiliz etkisi ortadan kaldırılmıştı.

Süveyş Krizi sonrasında Nasır yükselirken, İngiltere’de başbakan Antony Eden istifa etmek zorunda kalıyordu.

İngiltere ve Fransa’nın zayıflığının ortaya çıkması ve Mısır’ın ayakta kalması kolonilerin bağımsızlaşma sürecini hızlandırdı. Bu iki devletin kalan kolonileri ileriki yıllarda bağımsız oldular.

Mısır’ı kurtaran, İngiltere ve Fransa’yı geri çekilmeye zorlayan, Sovyetler Birliği’ydi. Bu tarihten sonra bölgede Sovyetler’in prestiji hızla artmaya başladı.

Bu mesaj LaHesis tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 06.12.2006 - 14:30


#3 LaHesis

LaHesis

    Baş Yazar

  • Üyeler
  • 1.142 Mesaj
  • Cinsiyet:Belirtilmedi

Gönderim zamanı 06.12.2006 - 14:32

Altı gün savaşı

1967'de İsrail ile Arap İttifakı arasında yapılan savaş. Savaş 6 gün sürmüştür. İsrail'in kesin üstünlüğü ile bitmiştir. Şu an ki bir çok sorunun aslında temelini oluşturur. İsrail topraklarını 4 katına çıkarmıştır. İsrail'in BM Kararını uygulamaması sonraki dönemde büyük sıkıntı oluşturmuştur


Yom Kippur (Ramazan) Savaşı

Savaş Öncesi Siyasi Durum
1967 Arap İsrail Savaşı'ndan sonra ümitlerini; BM toplantılarına ve ABD-Rus görüşmelerine bağlamış olan Araplar, sorunun sürüncemede kaldığını anlamışlar ve ümitsizliğe düşmüşlerdir.

Bu gelişmeler ve geçmişte yapılan hatalar, işgal edilen Arap topraklarının kurtarılması için tek yolun, topyekün mücadele olduğu görüşünde birleşmelerine yol açmıştır. Başta Mısır, Suriye ve Ürdün olmak üzere Araplar bu düşünce altında askeri hazırlıklarını artırmaya başladılar.



Askeri Hazırlıklar
1967 Savaşından yenilerek ve toprak kaybedilerek çıkan Mısır, Ürdün ve Suriye savaştan sonra aldıkları silah ve gereçler ile ordularını yeniden donattılar ve teşkilatlandırdılar. İsrail'de aynı dönem içinde, ABD ve Fransa'dan aldığı modern silah ve teçhizat yanında bunların bir kısmını kendi imkanlarıyla imalata başladı. Mısır, kanalı geçme güçlükleri sebebiyle sulardan geçme eğitimlerine ağırlık veriyordu. İsrail ise, Kanalın hemen doğusunda 1967 yılından beri güçlendirdiği "BAR LEV HATTI" ile bu kesimde oyalama muharebeleriyle gereken zamanı kazanacağını ve bu süre içinde Suriye-Lübnan kesimindeki Arap ordularına taarruz ederek bunları süratle savaş dışı bırakacağını ümit ediyordu. Mısır ile Suriye arasındaki uzaklığın 300 km. oluşu ve Mısır-İsrail arasında Kanal ile çölün bulunuşu İsrail'e iç hat manevrasını uygulama olanağını veriyordu. İsrail; Golan Tepeleri, Ürdün Nehri batı yakası, Gazze Şeridi ve Şarm El Şeyh üzerindeki isteklerinden ödün vermiyordu. Bunun üzerine barış çabalarından ümidini kesen Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat ile Suriye Devlet Başkam Esat, l Nisan 1973'de buluşarak İsrail'e karşı uygulanacak askeri harekatın planları hakkında görüş birliği sağladılar. Mısır ve Suriye savaş hazırlıklarını gizleyebilmek için, 1973 sonbahar tatbikatlarının çapını büyük tuttular ve tatbikat maskesi altında birliklerin yığınaklarını tamamladılar, seferberlik ilan etmeden ihtiyatlarım silah altına aldılar.

Mısır ve Suriye'de bulunan Sovyet askeri görevlilerinin ve ailelerinin havayolu ile tahliyesinden şüphelenen İsrail, 6 Ekim 1973 saat 03.00'de İsrail Silahlı Kuvvetlerini alarma geçirdi.



Tarafların Kuvveti ve Harekatın Cereyan Tarzı
6 Ekim 1973'te, Kara Kuvvetleri personel mevcudu, Mısır'ın 325. 000, Suriye'nin 112. 000 olmak üzere 473. 000 iken; İsrail'in barış mevcudu 105. 000 idi. Ancak, İsrail etkin seferberlik sistemiyle 48-72 saat zarfında personel mevcudunu 300. 000'e çıkardı. Bu savaş, hukuken Mısır, Suriye ve İsrail arasında cereyan etti. Lübnan ve Ürdün savaşa hukuken katılmaktan kaçındılar. Ancak bu savaşta tüm Arap ülkeleri tam bir dayanışma içinde Mısır ve Suriye'ye mali, siyasi ve askeri yardımda bulundular.

Mısır ve Suriye orduları, İsrail'in en büyük bayramını kutladığı gün (Yom Kippur), yani 6 Ekim 1973 günü saat 14:00'de taarruza Suriye Cephesi'ndeki taarruzları Golan mevzii derinliklerinde durduran ve iç hat harekatı yapan İsrail, önceliği Suriye Cephesi'ne verdi ve 9 Ekim sabahı Golan Cephesi'nde 11 Tugay toplayarak karşı taarruza geçti. 22 Ekim 1973'de İsrail, Hermon Dağı'nın en hakim yeri olan 2201 Rakımlı tepe bölgesini ele geçirdi ve Suriye topraklannda 20 Km. derinlik, 40 Km. genişlikteki araziyi işgal etti.

Sina Cephesi'nde kanalı geçmeye muvaffak olan Mısır l ve 2 nci orduları, BAR-LEV savunma hattını ele geçirdiler ve Kanalın 10-15 km. kadar doğusuna ilerlediler. 14 Ekim günü 5 piyade tümeni, l mekanize tümen ve dört zırhlı tugay (70. 000 personel, 700 tank) ile İsrail'in ikinci savunma mevzilerine taarruza geçtiler. Ancak, Suriye Cephesi'nde durumu lehine çevirmeye başaran ve 4 zırhlı tugayını Sina Cephesi'ne kaydıran İsrail, kısa sürede bu cephede de durum üstünlüğü sağlamaya muvaffak oldu. 16 Ekim 1973'de Sina Cephesi'nde genel karşı taarruza geçen İsrail, 18/19 Ekim gecesi Süveyş Kanalı batısına 2 tugay kadar kuvveti geçirmeyi başardı. Mısır, İsrail taarruzlarını İsmailiye-Kahire yolunun 5 Km. kadar doğusunda durdurabildi.

BM. 'in 22 Ekim ve 24 Ekim tarihli Ateşkes kararlarına uymayan İsrail, 26 Ekim günü Barış Gücünün gelmesiyle ateşkese uydu. Bunda SSCB. 'nin bölgeye tek taraflı kuvvet gönderme kararlılığı da etkili oldu. Ateşkes kararı yürürlüğe girdiğinde, Mısır 3 ncü ordusuna mensup 20. 000 kişi ile 200 tanktan müteşekkil birliklerinin Anavatanları ile bağlantısı kesilmiş bulunuyordu. Bu savaş sonunda Mısır 500, Suriye 500, Irak 120 tank, İsrail ise 600 tank kaybetmiştir. Savaş sırasında Mısır- Suriye kuvvetleri 8500, İsrail ise 6000 kayıp verdi.


Yom Kippur Savaşı İsrail'i; askeri, diplomatik ve ekonomik alanlarda ABD'ye eskisinden daha bağımlı kıldı. Savaşın hemen ardından başlayan, başını Suudi Arabistan'ın çektiği ve İsrail'i destekleyen ülkeleri hedef alan petrol ambargosu Mart 1974'e kadar sürdü. Ambargo sonucu petrol fiyatları yükselirken, dünya çapında benzin sıkıntısı başgösterdi.



Arap-İsrail Savaşlarının Sonuçları:
Kökü tarihin derinliklerine inen ve yaklaşık 3500 yıllık bir geçmişe sahip bulunan Arap-İsrail Sorunu; 1850 yıllık bir aradan sonra, 1917 yılından itibaren tekrar başlamış ve 1948 yılında İsrail Devleti'nin kurulmasıyla şiddetlenmiştir. Taraflar amaçlarını gerçekleştirmek için Milli Güç Unsurlarını her alanda ve fırsatta kullanmışlarsa da; bu konuda verilen 4 savaş dahi kesin sonuç almalarına yetmemiştir. Keza Mısır'ın ABD. 'nin yanında yer alması ve Camp David Antlaşmaları dahi soruna kesin ve kalıcı çözüm getirememiştir

Sorunun halihazır ve gelecekteki muhtemel gelişmesi ve objektif bir değerlendirme yapabilmek için; tekrar amaç kavramına bakmakta yarar görülmektedir. İsrail için amaç tahakkuk etmiş olup, tespit edilen amaç doğrultusunda İsrail Devleti kurulmuş, bekası için gerekli şartlar önemli ölçüde sağlanmıştır. Araplar ise; başlangıçta tespit edilen amaçları gerçekleştirememişlerdir. Diğer bir ifade ile İsrail Devleti'nin kurulmasını engelleyememişler ve bekasının devamlılığını sağlayan şartları ortadan kaldıramamışlardır


#4 LaHesis

LaHesis

    Baş Yazar

  • Üyeler
  • 1.142 Mesaj
  • Cinsiyet:Belirtilmedi

Gönderim zamanı 06.12.2006 - 14:34

Lübnan İç Savaşı, (1975 - 1991) uzmanlarca dünya tarihinin en karmaşık olaylarından biri sayılan sorun.

Mısır işgali (1840), 1860 yılında Dürzilerin, Maruni Hıristiyanların ve Grek Ortodoksların arasında meydana gelen iç çatışmaların ve bu çatışmaların ardından uluslararası güçlerin gözetiminde kurulan mutasarrıflık idaresi ile başlayan tarihsel olayların devamı.

1 Eylül 1920’de Lübnan’da Fransız egemenliği altında bir yapı oluşturulmuş, 21 Eylül 1943’te ise Lübnan bağımsız bir devlet haline gelmiştir.

Lübnan, karışık dini yapıya sahip bir devlet olmasına rağmen sosyal yapının gerektirdiği politik dengenin kurulumamasıyla, Orta Doğu'nun en düzenli ve yaşam koşulları oldukça yüksek olan ülkelerinden biri olmuştur.

Ülke istikrarı, Arap-İsrail çatışması sonucu Lübnan'a gelen Filistinliler'in çoğalmasıyla bozulmaya başladı. Özellikle 1970'lerden itibaren Müslümanlar, demografik üstünlüğü elde ettiler ve bu üstünlüğü egemenlik faktörüne yansıtarak ülke yönetimini Hristiyanlardan alma mücadelesini başlattılar. Sonuçta; ülkede başlayan Müslüman- Hristiyan ayırımı ve mücadelesi, 13 Nisan 1975'den itibaren iç savaşa dönüştü.



Riyad Toplantısı
1975-1991 Lübnan iç savaşı; Lübnan, Suriye, Mısır, Kuveyt ve Suudi Arabistan devlet başkanlarının 17-18 Ekim 1976'da Riyad Toplantısında aldıkları kararlarla yeni bir boyut kazandı. Bu antlaşmanın üç ana unsuru şöyle idi:

a. Lübnan'da 21 Ekim'den itibaren ateşkes yürürlüğe girecek ve savaşan taraflar, 1975 Nisan'ından önceki hatlara çekileceklerdir.

b. Lübnan için 30. 000 kişilik bir Arap Barış Gücü teşkil olunacaktır. Bu güç esas itibari ile Suriye askerlerinden oluşmuştur.

c. FKÖ gerillaları Lübnan'da kalmaya devam etmekle beraber, Lübnan'ın egemenlik ve güvenliğine saygı göstereceklerdir.



Güvenlik Bölgesi
Bu sonuncu şarta FKÖ gerillaları hiçbir zaman uymadıkları gibi, İsrail'de bunu bildiğinden, Litani Nehrine kadar olan Güney Lübnan topraklarını kendi kontrolü altına alıp, bu toprakları kendisi için "Güvenlik Bölgesi" ilan etmiştir.

İsrail kuvvetleri daha sonra Beyrut'u kuşattılar ve bunun sonucunda, Filistin Kurtuluş Örgütü Lübnan'ı terk etmek zorunda kalmıştır. FKÖ unsurları, Lübnan'a çıkan Amerikan, Fransız ve İtalyan askerlerinden oluşan 2. 000 kişilik Barış Gücü himayesinde, 21 Ağustos 1982'de Beyrut'tan ayrıldılar.

FKÖ'yü Lübnan'ı terke muvaffak olan İsrail, 1985 yılında kademeli olarak bölgeden çekilmeye başladı, israil'in çekilmesi Müslüma- Hristiyan mücadelesini tekrar başlattı. Bunun üzerine, Suriye Lübnan'a müdahale etmek için harekete geçti. Ayrıca, İran'da dolaylı olarak müdahaleye katıldı. 1989 yılı sonlarından itibaren ise, FKÖ tekrar Güney Lübnan'a yerleşmeye başladı. Sonuç olarak; 1970 yılında başlayan Lübnan sorunu ve 1975 yılında başlayan Lübnan iç savaşı, çeşitli aşamalardan geçti. İç savaş Lübnan'da çok ağır maddi hasara ve can kaybına yolaçtı. Savaş 1991 yılında resmen sona erdiğinde Lübnan ve Beyrut bir harabeye dönüşmüştü ve 150.000 Lübnalı can vermişti. 1992 yılından itibaren İsrail ile FKÖ arasında başlayan olumlu gelişmeler üzerine de olaylar şiddetini kaybetmeye başladı. Fakat, Lübnan, 1976 Riyad Antlaşması ile bölgeye 30 bin kişilik bir askeri güç göndermeye muvaffak olan Suriye'nin belirli ölçüde eyaleti durumuna geldi


#5 LaHesis

LaHesis

    Baş Yazar

  • Üyeler
  • 1.142 Mesaj
  • Cinsiyet:Belirtilmedi

Gönderim zamanı 06.12.2006 - 14:37

2006 İsrail-Lübnan Krizi, Hizbullah'ın askeri kanadı ile İsrail silahlı kuvvetleri arasında Lübnan toprakları ve İsrail'in kuzeyinde, 12 Temmuz - 14 Ağustos 2006 tarihleri arasında sürmüş olan silahlı çatışmadır.

Kriz, Lübnan'da yerleşmiş Hizbullah Örgütü'nün, 12 Temmuz 2006 tarihinde 2 İsrail askerini kaçırması ve 8'ini öldürmesiyle başlamıştır. Askerlerin kaçırılmasına ek olarak güney Lübnan'daki Hizbullah militanlarının İsrail topraklarına Katyuşya füzeleri ateşlemesi; İsrail tarafından Lübnan'ın bir savaş hareketinde ("act of war") bulunduğu şeklinde yorumlanmıştır. Bunun üzerine İsrail, Lübnan'a hava ve kara saldırıları yapmış ve ülkenin limanlarını denizden ablukaya almıştır. İsrail'in bu davranışına karşılık olarak Hizbullah, güney Lübnan'dan İsrail'in kuzeyine yaptığı füze saldırılarını şiddetlendirmiştir.

Bir aydan fazla süren çatışmaların ardından, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin aldığı 1701 sayılı karar uyarınca 14 Ağustos'da taraflar saldırılarını durdurmuştur. İsrail Lübnan'a uyguladığı ablukayı 7 Eylül 2006 yerel saatle 18:00'e kadar kaldırmayı taahhüt etmiştir. Litanni Nehri'ne kadar olan Güney Lübnan topraklarını işgal etmiş olan İsrail, Lübnan ve UNIFIL askerlerinin konuşlandırılmasına paralel olarak birliklerini geri çekmektedir.

Krizin ilk günlerinden beri aralıksız süren İsrail saldırılarının 1000'ün üzerinde Lübnanlı'yı öldürmüş olması İsrail'in uluslararası ortamda çok ağır eleştirilere maruz kalmasına sebep olmuştur.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Louise Arbour, kriz sırasında savaş suçlarının işlenmiş olabileceğini söylemiştir.


Krizin Başlaması
İsrail-Lübnan arasındaki kriz Hizbullah'ın yaptığı saldırıyla başlamış olsa da, Ortadoğu'da İslami militanlar ile İsrail arasındaki savaşın tekrar alevlenmesi bir ay kadar önce olmuştur. 9 Haziran'da İsrail'in Gazze Şeridi'ne yaptığı bir saldırıda aynı aileden sekiz kişiyi öldürmesi, Filistin'de iktidarda olan Hamas örgütünün İsrail ile yaptığı ateşkesi sonlandırmasına yol açmıştır. Aynı zamanda 2006 Gazze Krizi'ni başlatan bu olay başta İslam dünyası olmak üzere birçok kesimden tepki almıştır.


Hizbullah'ın Saldırısı
12 Temmuz 2006 günüde, yerel saate göre sabah saat 9.05'de, Hizbullah militanları güney Lübnan'daki mevzilerinden İsrail askeri birliklerine ve sınır kasabalarına havan ve füze saldırısında bulundular. Daha sonra ise İsrail ordusunu bağlı iki Humvee personel taşıyıcılarına da saldıran Hizbullah militanları, sekiz askeri öldürdü ve iki tanesini esir aldı.

Hizbullah ve Lübnan polisi, esir alınan İsrail askerlerinin Lübnan topraklarına sızmış olduğunu iddia etmektelersede, İsrail bu iddiaları reddetmektedir.


İsrail'in Tepkisi
Hizbullah'ın Lübnan'da hiçbir engelle karşılaşmadan var olabilmesi ve kaçan militanların Lübnan'da saklanması sebebiyle İsrail hükümeti bu davranışı bir savaş ilanı olarak kabul etmiş ve Lübnan hükümetini sorumlu tutmuştur. Saldırılardan çok kısa bir süre sonra İsrail birlikleri sınırı geçerek takibe başladı ve güney Lübnan'daki yerleşim merkezlerine hava saldırısı yaptı.

Kaçırılan askerleri kurtarmak için takibe başlayan İsrail birliklerinden bir Merkava Tankı bir Hizbullah bombasının üzerinde geçti ve bombanın patlamasıyla havaya uçtu, tankın dört mürettebatı öldü. Hizbullah militanlarıyla çıkan çatışmada, saat öğlen üç sularında bir İsrail askeri daha öldü.

Lübnan'ın bu saldırıdan dolayı çok ağır bir bedel ödeyeceğini söyleyen İsrail genelkurmay Başkanı Korgeneral Dan Halutz, "Lübnan'ı 20 yıl öncesine geri döndürebiliriz" dedi.



Lübnan'ın Tutumu
İsrail'in Beyrut hükümetini krizden sorumlu tutmasına rağmen Lübnan başbakanı Fuad Sinyora saldırıdan hükümetinin haberi olmadığını ve Lübnan'ın sorumlu tutulamayacağını söylemiştir. Kriz boyunca ateşkes çağrıları yapmak birlikte, Beyrut hükümeti edilgen bir tutum sergilemiş ve Lübnan silahlı kuvvetleri İsrail birlikleri ile çatışmaya girmekten kaçınmıştır.

Sinyora'nın uluslararası arabulucuların çatışmayı sonlandırması için çağrıda bulunmasına rağmen çatışmalar hala devam etmektedir.



İsrail'in Saldırıları

12 Temmuz tarihi ile 13 Ağustos 2006 tarihleri arasında İsrail tarafından Lübnan'da bombalanan yerler.İsrail hava kuvvetleri, Hizbullah militanları ve liderlerinin bulunduğunu tahmin ettikleri bölgelere hava saldırıları yapmaya başladı. Ayrıca, Suriye ve İran'ın Hizbullah'ı desteklemesini engellemek iddiasıyla Beyrut ve çevresindeki altyapı tesislerine ve yollara saldırılar düzenledi.

13 Temmuz'da yapılan saldırılar sonucu Beyrut Havalimanı hasar gördü ve uçuşlara kapatıldı. Bunun yanı sıra İsrail uçaklarının dört haftayı aşan yoğun bombardımanı sonucunda Beyrut'ta ve çoğunluğunu Şiilerin oluşturduğu köy ve kasabalarda 1000'den fazla sivil öldürüldü. Başta Beyrut'ta olmak üzere Lübnan'da büyük derecede maddi hasar meydana geldi. Hastaneler, yollar ve televizyon/radyo istasyonları da İsrail saldırıları sonucunda yıkıldı. Lübnan hükümeti, Lübnan'da meydana gelen maddi zararın yaklaşık 2.5 milyar dolar civarında olduğunu söylemiştir.

Saldırılarda ölenler arasında Lübnan'da bulunan yabancılar da bulunuyor. Fakat, kısa bir süre içinde birçok devlet kendi vatandaşlarını deniz yoluyla tahliye etti. Bu tahliyelerin çoğunluğunda Türkiye önemli roller oynamış, taşımacılık ve ev sahipliği yapmıştır. Buna karşın İsrail, Avustralyalıları taşıyan gemiye taciz atışları gerçekleştirmiştir.

İsrail hava saldırıları sırasında Birleşmiş Milletler'e bağlı bir gözlemleme tesisi füzeler tarafından vuruldu ve 4 silâhsız Birleşmiş Milletler personeli hayatını kaybetti. 25 Temmuz'da gerçekleşen bu saldırının sonrasında Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, İsrail'in kasten bu saldırıyı gerçekleştirdiğini söylemişse de, İsrail bu iddiayı reddetmiş ve olaydan derin üzüntü duyulduğunu söylemiştir. Saldırıya rağmen Birleşmiş Milletler, ABD'nin veto hakkını kullanmasıyla İsrail'e karşı bir "kınama" kararı alamamıştır.



Hizbullah'ın Saldırıları
Hizbullah'ın roket saldırılarına uğrayan İsrail yerleşim merkezleri 7 Ağustos.
Hizbullah Lideri Nasrallah, 26 Temmuz 2006 tarihinde al-Manar televizyonunda roket saldırılarının süreceğini açıklarken.İsrail'in ilk tepkisinden sonra açıklama yapan Hizbullah, ellerinde İsrail'i vurabilecekleri 13,000 füze olduğunu söylemiştir. Kriz boyunca Hizbullah, güney Lübnan'daki mevzilerinden İsrail'in kuzeyindeki şehir kasaba ve köylere 3.970 roket fırlatıldı. Bu füzelerden bazıları İsrail'in orta kesiminde yer alan Hadera şehrine kadar ulaştı.Hizbullah'ın roket saldırılarında 40'ın üstünde İsrailli öldü. İsrail Savunma bakanı Hizbullah'ın saldırılarının başlamasından sonra yaklaşık 1.000.000 sivilin ülkenin değişik bölgelerine yerleştirildiğini açıkladı.

Hizbullah, Katyuşa füzelerine ek olarak İran yapımı Fajr-3 ve Ra'ad 1 füzelerini ile de İsrail topraklarına bombalamıştır.

Bunlara ek olarak, İsrail donanmasının savaş gemilerinden biri olan Saar-5, radarla çalışan Çin yapımı C-802 tipi bir füzeye hedef olmuştur.



Barış Girişimleri
Krizin başlangıcından beri birçok barış girişimi olmuşsa da çatışmalar ancak krizin başlamasından bir ay sonra durmuştur. Tarafların ateşkesin koşulları üzerinde anlaşamaması çatışmaların durmasını geciktiren en önemli unsur olmuştur.

Hizbullah ve Lübnan, çatışmaların derhal ve koşulsuz olarak durması gerektiğini savunurken İsrail ateşkes yapılmadan önce bazı koşulların yerine gelmesi gerektiğini söylemiştir. İsrail başbakanı Ehud Olmert, kaçırılan İsrail askerleri iade edilmeden ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin aldığı 1559 numaralı karar gereğince Hizbullah silahsızlandırılıp Lübnan ordusu İsrail sınırına yerleşmeden ateşkes olmayacağını söylemiştir.

15 Temmuz'de Birleşmiş Miletler Güvenlik Konseyi, gündemine aldığı ateşkes çağrısını ABD'nin karşı oy kullanmasıyla reddetmiştir.

Kriz, Roma'da yapılan; Suriye ve İran dışındaki Arap ulusları, Avrupa Birliği, ABD ve Rusya'nın temsil edildiği bir konferans ile çözümlenmeye çalışılmış olsada bu konferans sonucunda taraflar arasında ateşkes sağlanamamıştır.[9] Konferans sırasında Lübnan başbakanı Fuat Sinyora, kendi hükümetinin hazırladığı ateşkes planını sunmuşsada, plan kabul edilmemiştir.



Ateşkes
Bu alt başlığın ana maddesi: 1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı
4 Ağustos ABD ile Fransa ortak hazırladıkları ateşkes önerisini Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne iletti. Tasarıda, çatışmaların durması istendiği halde Lübnan topraklarındaki İsrail askerlerinin çekilmesi istenmediğinden Lübnan hükümeti önerinin kabul edilemez olduğunu savunmuştur. Görüşmeler sonucunda Sinyora Planı'da dikkate alınarak tasarıda değişiklikler yapılmasının ardından 11 Ağustos'ta 1701 sayılı karar Güvenlik Konseyinde kabul edilerek taraflar "şiddet eylemlerini durdurmaya" çağrılmıştır. Tarafların öneriyi kabul etmesinin ardından 14 Ağustos 2006 yerel saat ile sabah 8.00'de ateşkes yürürlüğe girmiştir. Ateşkesden 15 dakika öncesine kadar İsrail'in hava saldırıları devam etmiştir.



Ateşkes sonrası
Ateşkes kararınca hem İsrail, hemde Hizbullah saldırılarını durdurmuştur. Ancak İsrail hükümeti uluslararsı bir güç bölgeye yerleşinceye kadar güney Lübnan'dan askerlerini çekmeyeceğini söylemiştir.

Ateşkesin ardından Lübnan hükümeti aldığı karar uyarınca ülkenin güneyine askerlerini sevketmeye başlamış, ancak ordunun Hizbullah'ın silahsızlandırılması için kullanılmayacağını vurgulamıştır. Lübnan hükümeti, güneye yerleştirilecek birliklerin 15,000 asker gücünde olacağını söylemiştir. Lübnan ordusunun yerleşmesiyle, İsrail işgal ettiği bölgelerden çekilmeye başlamıştır.

İsrail, Lübnan'a uyguladığı ablukayı ise 7 Eylül 2006'ya kadar devam ettirmiş ve bu tarihte yerel saatle 18:00'de kaldırmıştır.

19 Ağustos 2006'da İsrailli komandolar, Bekaa Vadisi'nin doğusundaki bir köye saldırı düzenledi. Saldırı sırasında bir İsrailli asker öldü. Saldırı, Beyrüt hükümetinden büyük tepki aldı ve başbakan Fuat Sinyora İsrail'i ateşkes kararını ihlal etmekle suçladı. Suçlamaları reddeden İsrail, saldırının Suriye ve İran'dan Hizbullah'a sağlanmakta olan silahların taşınmasını engellemek için gerçekleştirildiğini söyledi.


Barış Gücü
1701 sayılı karar ile, Lübnan'da görevli olan UNIFIL barış gücünün mevcudunun 15,000 kişiye çıkarılıp görevinin genişletilmesine karar verilmiştir. Bu sebeple başta Fransa, İtalya, Türkiye, Malezya, Bangladesh ve İspanya olmak üzere birçok devletten asker göndermeleri istenmiştir. UNIFIL'in bölgedeki görevi barışı korumak ve Lübnan ordusunun Lübnan toprakları üzerinde tam hakimiyet kurmasına yardımcı olmak olacaktır.

Uluslararası Tutum ve Tepkiler

Birleşmiş Milletler
BM Genel Sekreteri Kofi Annan, İsrail'in 30 Temmuz'daki Kana Katliamı ile "uluslararası hukuku ve uluslararası insan hakları yasalarını çiğnediğini" söyledi. Kana Katliamı'nda 16'sı çocuk 28 sivil öldürülmüştü. Raporunda İsrail'i "Kana saldırısı, uluslararası hukuk ile insan hakları hukukunun çiğnenmesine örnek görülmeli. Mevcut çatışmanın Lübnan ve İsrail'deki siviller üzerindeki etkisi, uluslararası hukuk ile insan hakları hukukunun olası ihlali dahil, Kana soruşturmasının daha ayrıntılı sürdürülmesini gerektiriyor. sözleriyle suçlayan Annan, tüm tarafları uluslararası yükümlülüklerine uymaya çağırdı.


Amerika Birleşik Devletleri
Amerika Birleşik Devletleri dışişleri bakanı Condoleezza Rice, "Ortadoğu'nun çektiği acılardan üzüntü duyduklarını" belirtmiş olsa da ABD, ateşkesin sorunu çözmeyeceğini söylemiştir. Sık sık İsrail'in kendini savunma hakkı olduğunu yineleyen Bush hükümeti krizin başlamasındaki sorumluluğun Hizbullah'ı destekleyen İran ve Suriye'de olduğunu belirtmiştir.

ABD'nin İsrail'e desteği sadece diplomatik alanla sınırlı kalmamış, kriz boyunca ABD'nin İsrail'e silah satışı kesilmeden devam etmiştir.



Avrupa Birliği
AB dönem başkanlığını yapan Finlandiya, İsrail'in orantısız güç kullandığından dolayı kınamış ve Lübnan'a uyguladığı ablukanın kabul edilemez olduğunu söylemiştir.

Buna rağmen bazı Avrupa ülkeleri, başta İngiltere olmak üzere, İsrail'in kendini savunma hakkı olduğunu vurgulamış ve İsrail'in Lübnan'a yaptığı saldırıların haklı olduğunu söylemiştir.

4 Ağustos tarihinde ise AB ülkelerinden Fransa, ABD ile birlikte hazırladığı bir ateşkes önerisini Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne sunmuştur.



Türkiye
Türkiye başbakanı Tayyip Erdoğan, İsrail'in orantısız güç kullandığını söylemiştir. 5 Eylül 2006 günü Birleşmiş Milletler barış gücüne katılmak üzere bir Türk askeri birliğinin Lübnan’a gönderilmesine yönelik Başbakanlık tezkeresi TBMM Genel Kurulu’nda 192 red oyuna karşı 344 'evet' oyuyla kabul edilmiştir.


İran
Hizbullah'ı hem maddi olarak hem de diplomatik alanda destekleyen Tahran hükümeti, İsrail'in haritadan silinmesi fikrini savunmaktadır.

Buna ek olarak İranlı bazı gençler, Hizbullah'ın yanında İsrail'e karşı savaşmak için Lübnan'a gitmişlerdir.



Venezuelâ
Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez, İsrail’in Lübnan ve Filistin’deki saldırılarını protesto amacıyla İsrail’deki büyükelçisini geri çağırmıştır.

#6 LaHesis

LaHesis

    Baş Yazar

  • Üyeler
  • 1.142 Mesaj
  • Cinsiyet:Belirtilmedi

Gönderim zamanı 06.12.2006 - 14:39

Hizbullah, Arapça: حزب الله‎, Allah'ın partisi) Lübnan'da bulunan, hem sivil hem de askeri kanadı olan Şii inançlı siyasi bir partidir. 1982 yılında İsrail'i, o zamanlar işgal etmekte olduğu Güney Lübnan'dan çıkartmak amacıyla kurulmuştur. Hizbullah'ın şu andaki genel başkanı Hasan Nasrallah'dır.

Hizbullah 1982 yılında İran'daki İslam Devriminden esinlenerek kuruldu. Amacı İsrail'i işgal etmekte olduğu Güney Lübnan'dan atmaktı. Ayetullah Humeyni taraftarlarının İran'daki devrimini bölgede yayma amacı da taşıyordu.

Hizbullah siyasi ve silahlı mücadele kanatlarının yanısıra fakir Lübnan halkına yardım amacıyla birçok kurumlar da işletmektedir. Bunların arasında 4 hastane, 12 klinik, 12 okul ve 2 tane de tarım yardım derneği bulunmaktadır.

Genelde Arap ve Müslüman dünyasında yasal bir direniş örgütü olarak kabul edilen Hizbullah ABD, Kanada, İsrail ve Avustralya tarafından terörist ilan edilmiştir. Avrupa Konseyi ise bu konuda kesin bir tutum almamayı tercih etmiştir.



İç Savaş Dönemi
Hizbullah'ın kendine has bir örgüt olarak ortaya çıktığı tarih kesin olarak bilinmemektedir. Bazı araştırmacılar 1982 tarihini esas almaktayken, diğer araştırmacılar ise 1985 yılına kadar Hizbullah'ın çok sayıda küçük grubun ortak adı olarak kullanıldıldığını kabul etmektedirler. Zamanla bu küçük gruplar tek bir bayrak altında toplanarak Hizbullah'ı oluşturdular.

Lübnan İç Savaşı boyunca Hizbullah ABD ve Avrupa askerlerinin Lübnan'dan atılması amacıyla birçok bombalama eyleminde bulundu. 1983 yılında ABD Elçiliğine yapılan bir intihar eylemi sonucu 17'si Amerikalı 63 kişi öldü. Aynı yıl içinde ABD kışlalarına yapılan saldırıda 241 Amerikalı asker öldü. ABD tamamen kanıtlanmamış olduğu halde Hizbullah'a para yardımı yaptığı gerekçesiyle bu saldırılardan İran'ı sorumlu tuttu. Bu saldırılardan kısa bir süre sonra ABD bütün askerlerini Lübnan'dan geri çekti.



İç Savaştan sonraki dönem

Güney Lübnan'da Hizbullah'ın şehitlerini anma amaçlı afişi1990 yılında Lübnan'da imzalanan Taif anlaşmasıyla iç savaş son buldu. Ancak Taif antlaşmasında Lübnan'daki bütün silahlı grupların silahlarını bırakması öngörülmesine rağmen Hizbullah silahları bırakmadı. Güney Lübnan ordusu ve İsrail'e karşı gerilla savaşını sürdürdü. 15 Mayıs 2000 tarihinde İsrail Lübnan'dan tamamen geri çekildi. Fakat Suriye ordusu Lübnan'daki varlığını sürdürdü.

14 Şubat 2005 tarihinde eski Lübnan başbakanı Refik Hariri suikast sonucu öldürüldü. Suikastın sorumluları kesin olarak belirlenemedi. Ancak olayda Suriye'nin parmağı olduğu görüşü ağırlık kazandı ve halkın tepkisi ve uluslararası baskı sonucu Suriye Nisan 2005'te Lübnan'dan geri çekilmek zorunda kaldı.

Mayıs 2005'te yapılan seçimlerde Hizbullah oylarını büyük ölçüde arttırdı ve Temmuz 2005 yılında kurulan Milli Birlik hükümetinde yer aldı. Ancak Hizbullah ile İsrail arasında sınır bölgelerinde çatışmalar zaman zaman devam etti. Olaylar Hizbullah'ın 12 Temmuz 2006 tarihinde 2 İsrail askerini kaçırması ile tekrar alevlendi ve İsrail Güney Lübnan'ı işgale başladı


kaynak:bernard lewis_ortadoğu ve wikipedia

#7 JoHoR

JoHoR

    Approved

  • Üyeler
  • 808 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • İlgi Alanları:İllustrasyon, Sinema, Astroloji, Felsefe Tarihi, Siyaset.

Gönderim zamanı 06.12.2006 - 17:53

Tebrik ediyorum LaHesis seni. Çok sağol paylaştığın bilgiler için.
Salih Gönüller

#8 pikaçu

pikaçu

    Onun için takıntı haline geldik

  • Üyeler
  • 2.230 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:gurup şurup
  • İlgi Alanları:bıdı bıdı

Gönderim zamanı 30.07.2009 - 19:53

gerçekten helal olsun!irail ile camp david anlaşmasını yapıp arap lara arkasını dönen mısırıda unutmayalım *vava
SABIRRRR SABIRRR SABIR........





Benzer Konular Daralt

  Konu Forum Konuyu Açan İstatistikler Son Mesaj Bilgisi

7 kullanıcı bu konuya bakıyor

0 üye, 7 ziyaretçi, 0 gizli