0
Hepimiz Ermeniyiz Diyenlere !
Konuyu açan
L1Square
, 30.01.2007 16:27
bu konuya 151 yanıt verildi
#141
Gönderim zamanı 16.10.2007 - 13:18
ABD ve Ermeni Sorunu
Ermeni soykırım iddialarını kabul etmiş devletler arasında sayılmamasına rağmen ABD’nin bu konuda özel bir yeri vardır. Protestan misyonerlerin Anadolu’daki faaliyeti nedeniyle ABD’nin Ermenilerle ilgisi ve ilişkisi çok eskidir. Amerikan Senatosunun Ermeniler lehindeki ilk kararının tarih 1894’tür. Tehcirden sonra Amerikalıların Ermenilere ilgisi daha da artmıştır. Halen ABD’deki Ermeni azınlığı bir milyon civarında olup Ermenilerin ülkeye iyi uyum sağlamış oldukları görülmektedir. Kaliforniya, Massachusetts ve New Jersey gibi eyaletlerde de ciddi oy potansiyeline sahiptirler.
Ermeni terörizmi başladıktan sonra Ermeniler Amerikan Kongresinden sözde Ermeni soykırımının tanınması için bir karar çıkartmaya uğraşmışlardır. Amerikan Kongresi 1975 ve 1984 yıllarının 24 Nisan gününü “İnsanın insana insanlık dışı davranışlarını anma günü” ilan etmiştir. Bu kararların metinlerinde Ermenilerin 1915 yılında soykırıma uğradığı belirtilmektedir. 1984 kararında ise bu soykırımın Türkiye tarafından yapıldığı öne sürülmektedir. Ne var ki bu kararlar 1975 ve 1984 yıllarıyla sınırlı kaldığı için Ermenileri memnun etmemiştir. 1996 yılında Amerikan Temsilciler Meclisi Ekonomik Yardım Fonundan Türkiye’ye 22 milyon dolar verilmesi hakkındaki bir kararın içine sözde Ermeni soykırımını da sokuşturarak Türkiye’nin bu yardımı alabilmesini “1915-1923 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu tarafından Ermeni halkına yapılan Mezalim”i tanımasına ve “Ermeni soykırımı kurbanlarının anısını onurlandırmak için uygun önlemler” almasına bağlamıştır. Ancak Türkiye bu koşullar altında yardımı istememesi kararı sonuçsuz bırakmıştır.
Ermenilerin bir diğer propaganda girişimleri de her yıl 24 Nisan münasebetiyle ABD Başkanından bir mesaj yayınlamalarını istemek olmuştur. İlk mesaj, Kaliforniya’da valilik yapmış olması nedeniyle Ermenilerle yakın teması olan Başkan Ronald Reagan tarafından 1981 yılında yayınlanmış ancak bu mesaj Ermenilere temas etmekle beraber temelde Yahudi Holokostunu konu almıştır. Diğer yandan Başkan Reagan 1988’e kadar görevde kalmasına rağmen başka mesaj yayınlanmıştır. Onu izleyen Başkan George Bush ise dört yıllık görev süresinde bir kez, 1990 yılında mesaj yayınlamıştır. Başkan Bill Clinton ise sekiz yıl içinde, 1994’ten itibaren her yıl olmak üzere, altı mesaj yayınlamıştır. Başkan George W. Bush ise artık gelenek haline geldiği görülen bu mesajlara her yıl devam etmiştir [43].
2000 yılında, Ermeni iddialarının hemen tümünü içeren bir karar tasarısının Komisyonlardan geçerek Temsilciler Meclisi genel kuruluna gelmesi Türkiye’ye dikkatle izlenen ve itiraz edilen bir olay olmuştur. Tasarının kabulüne kesin gözüyle bakılırken Başkan Bill Clinton Temsilciler Meclisi Başkanı Dennis Hastert’e 19 Ekim 2000 tarihinde bir mektup göndererek ABD’nin bu bölgede önemli çıkarları bulunduğunu, söz konusu tasarının bu sırada ele alınmasının bu çıkarları olumsuz yönde etkileyeceğini, Ermenistan ile Türkiye arasındaki ilişkilerin iyileştirme çabalarını engelleyeceğini bildirmiş ve tasarının ele alınmamasını istemiştir. Temsilciler Meclis Başkanı buna dayanarak tasarıyı gündemden çıkartmıştır.
11 Eylül 2001’de New York’ta yapılan terörist saldırı ve 2003 yılında da Irak’a bir askeri müdahale yapılması Türkiye’nin, esasen var olan stratejik önemini dolayısıyla ABD’nin çeşitli alanlarda Türkiye’nin işbirliğine olan ihtiyacını arttırmış ve o nispette de Amerikan Kongresinden Ermenilerin istekleri doğrultusunda bir karar çıkması olasılığını azaltmıştır. Nitekim bu tarihten sonra Ermenilerin bir süre doğrudan sözde soykırımını konu alan bir kararı hedeflemedikleri buna karşın Yahudi Holokostunu ile ilgili bir kararda isimlerini geçiremeye çalıştıkları görülmüştür.
ABD’nin Irak operasyonu için Türkiye’nin geçiş izni vermemesi ile iki ülke arasında bir süre yaşanan soğukluk döneminde Ermenilerin yeniden bir karar tasarısı sunmaları beklenmişse de bu husustaki girişimler sözde soykırımın 90 yılı anma tören ve faaliyetlerinden sonra 2005 yılı yaz aylarında vuku bulmuş ve “soykırım” konusunda Temsilciler Meclisine iki tasarı sunulmuştur.
Bunlardan H. Con. Res. 195 numarasını taşıyan tasarı 2000 yılı tasarısının aynıdır. Giriş bölümünde akla gelen tüm Ermeni iddialarını sıraladıktan sonra işlem bölümünde, özetle, Kongrenin her yıl Ermeni “soykırımını” anması, Başkanın , Amerikan halkı adına her yıl Ermeni “soykırımını” anması, Türk Hükümetinin, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ermeni “soykırımı” konusundaki suçunu kabul etmesi, böyle yaptığı taktirde Türkiye’nin AB üyeliğinin desteklenmesi, ayrıca “adil bir çözüm için” Tür hükümetinin Ermenistan ve Ermeni halkıyla bir yakınlaşma başlatması istenmektedir.
H. Res. 316 sayıyı taşıyan diğer bir karar tasarısında ise, yine Ermeni iddiaları olduğu gibi sıralanıp kabul edildikten sonra Amerikan dış siyasetinin Ermeni soykırıma ait sorunları yansıtması ve ABD Başkanın her yıl 24 Nisan’da yayınladığı mesajda soykırımı deyimini kullanması istenmektedir.
Her iki tasarı da komisyonlardan geçtikten sonra Temsilciler Meclisine gönderilmiştir. Genel kanı ABD Başkanın bir müdahalesi olmadığı taktirde bu tasarıların kabul edileceği merkezindedir.
ABD Temsilciler Meclisindeki Ermeni Çıkarlarını Koruma Grubu (Armenian Caucus) tarafından sunulan H.R.3103 sayılı bir diğer tasarıda Türkiye’nin Ermenistan’a uyguladığı ambargoyu kaldırması için ABD tarafından atılan adımlar ve yapılan planlar hakkında ABD dışişleri bakanın her yıl Kongreye bir rapor sunması istenmektedir.
Aynı Grubun H.R.3361 sayı ile Temsilciler Meclisine sunduğu bir başka tasarı, Kars ile Gürcistan’ın Ahalkelek şehri arasında yapılması öngörülen demiryolu hattı için ABD’nin yardım sağlamamasına dairdir.
Görüldüğü üzere, bu tasarılar soykırım iddialarının kabulü, Türkiye’nin Ermenistan sınırını açması ve Kars–Ahalkelek demiryolunun yapılmaması şeklinde özetlenebilecek olan Ermeni taleplerini Amerikan Kongresine kabul ettirmek amacını gütmektedir.
ABD için değinilmesi gereken bir diğer konu da çok sayıda eyaletin sözde Ermeni soykırımını tanıyan kararlar almış olmasıdır[44]. ABD’de eyalet meclislerinin, valilerin ve belediye başkanlarının seçmenlerinin önem verdikleri konularda beyanlarda bulunmaları veya mesajlar yayınlamaları bir gelenektir. Ermeniler bundan yararlanarak oy potansiyelleri olan eyaletlerde bu tür kararlar alınmasını sağlamış bulunmaktadırlar. ABD’de yaşayan soydaşlarımızın sayıları, dolayısıyla siyasi güçleri, Ermenilere nazaran çok az olduğundan bu gibi eyalet kararlarının önlenmesi pek mümkün olamamıştır.
Ermeni soykırım iddialarını kabul etmiş devletler arasında sayılmamasına rağmen ABD’nin bu konuda özel bir yeri vardır. Protestan misyonerlerin Anadolu’daki faaliyeti nedeniyle ABD’nin Ermenilerle ilgisi ve ilişkisi çok eskidir. Amerikan Senatosunun Ermeniler lehindeki ilk kararının tarih 1894’tür. Tehcirden sonra Amerikalıların Ermenilere ilgisi daha da artmıştır. Halen ABD’deki Ermeni azınlığı bir milyon civarında olup Ermenilerin ülkeye iyi uyum sağlamış oldukları görülmektedir. Kaliforniya, Massachusetts ve New Jersey gibi eyaletlerde de ciddi oy potansiyeline sahiptirler.
Ermeni terörizmi başladıktan sonra Ermeniler Amerikan Kongresinden sözde Ermeni soykırımının tanınması için bir karar çıkartmaya uğraşmışlardır. Amerikan Kongresi 1975 ve 1984 yıllarının 24 Nisan gününü “İnsanın insana insanlık dışı davranışlarını anma günü” ilan etmiştir. Bu kararların metinlerinde Ermenilerin 1915 yılında soykırıma uğradığı belirtilmektedir. 1984 kararında ise bu soykırımın Türkiye tarafından yapıldığı öne sürülmektedir. Ne var ki bu kararlar 1975 ve 1984 yıllarıyla sınırlı kaldığı için Ermenileri memnun etmemiştir. 1996 yılında Amerikan Temsilciler Meclisi Ekonomik Yardım Fonundan Türkiye’ye 22 milyon dolar verilmesi hakkındaki bir kararın içine sözde Ermeni soykırımını da sokuşturarak Türkiye’nin bu yardımı alabilmesini “1915-1923 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu tarafından Ermeni halkına yapılan Mezalim”i tanımasına ve “Ermeni soykırımı kurbanlarının anısını onurlandırmak için uygun önlemler” almasına bağlamıştır. Ancak Türkiye bu koşullar altında yardımı istememesi kararı sonuçsuz bırakmıştır.
Ermenilerin bir diğer propaganda girişimleri de her yıl 24 Nisan münasebetiyle ABD Başkanından bir mesaj yayınlamalarını istemek olmuştur. İlk mesaj, Kaliforniya’da valilik yapmış olması nedeniyle Ermenilerle yakın teması olan Başkan Ronald Reagan tarafından 1981 yılında yayınlanmış ancak bu mesaj Ermenilere temas etmekle beraber temelde Yahudi Holokostunu konu almıştır. Diğer yandan Başkan Reagan 1988’e kadar görevde kalmasına rağmen başka mesaj yayınlanmıştır. Onu izleyen Başkan George Bush ise dört yıllık görev süresinde bir kez, 1990 yılında mesaj yayınlamıştır. Başkan Bill Clinton ise sekiz yıl içinde, 1994’ten itibaren her yıl olmak üzere, altı mesaj yayınlamıştır. Başkan George W. Bush ise artık gelenek haline geldiği görülen bu mesajlara her yıl devam etmiştir [43].
2000 yılında, Ermeni iddialarının hemen tümünü içeren bir karar tasarısının Komisyonlardan geçerek Temsilciler Meclisi genel kuruluna gelmesi Türkiye’ye dikkatle izlenen ve itiraz edilen bir olay olmuştur. Tasarının kabulüne kesin gözüyle bakılırken Başkan Bill Clinton Temsilciler Meclisi Başkanı Dennis Hastert’e 19 Ekim 2000 tarihinde bir mektup göndererek ABD’nin bu bölgede önemli çıkarları bulunduğunu, söz konusu tasarının bu sırada ele alınmasının bu çıkarları olumsuz yönde etkileyeceğini, Ermenistan ile Türkiye arasındaki ilişkilerin iyileştirme çabalarını engelleyeceğini bildirmiş ve tasarının ele alınmamasını istemiştir. Temsilciler Meclis Başkanı buna dayanarak tasarıyı gündemden çıkartmıştır.
11 Eylül 2001’de New York’ta yapılan terörist saldırı ve 2003 yılında da Irak’a bir askeri müdahale yapılması Türkiye’nin, esasen var olan stratejik önemini dolayısıyla ABD’nin çeşitli alanlarda Türkiye’nin işbirliğine olan ihtiyacını arttırmış ve o nispette de Amerikan Kongresinden Ermenilerin istekleri doğrultusunda bir karar çıkması olasılığını azaltmıştır. Nitekim bu tarihten sonra Ermenilerin bir süre doğrudan sözde soykırımını konu alan bir kararı hedeflemedikleri buna karşın Yahudi Holokostunu ile ilgili bir kararda isimlerini geçiremeye çalıştıkları görülmüştür.
ABD’nin Irak operasyonu için Türkiye’nin geçiş izni vermemesi ile iki ülke arasında bir süre yaşanan soğukluk döneminde Ermenilerin yeniden bir karar tasarısı sunmaları beklenmişse de bu husustaki girişimler sözde soykırımın 90 yılı anma tören ve faaliyetlerinden sonra 2005 yılı yaz aylarında vuku bulmuş ve “soykırım” konusunda Temsilciler Meclisine iki tasarı sunulmuştur.
Bunlardan H. Con. Res. 195 numarasını taşıyan tasarı 2000 yılı tasarısının aynıdır. Giriş bölümünde akla gelen tüm Ermeni iddialarını sıraladıktan sonra işlem bölümünde, özetle, Kongrenin her yıl Ermeni “soykırımını” anması, Başkanın , Amerikan halkı adına her yıl Ermeni “soykırımını” anması, Türk Hükümetinin, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ermeni “soykırımı” konusundaki suçunu kabul etmesi, böyle yaptığı taktirde Türkiye’nin AB üyeliğinin desteklenmesi, ayrıca “adil bir çözüm için” Tür hükümetinin Ermenistan ve Ermeni halkıyla bir yakınlaşma başlatması istenmektedir.
H. Res. 316 sayıyı taşıyan diğer bir karar tasarısında ise, yine Ermeni iddiaları olduğu gibi sıralanıp kabul edildikten sonra Amerikan dış siyasetinin Ermeni soykırıma ait sorunları yansıtması ve ABD Başkanın her yıl 24 Nisan’da yayınladığı mesajda soykırımı deyimini kullanması istenmektedir.
Her iki tasarı da komisyonlardan geçtikten sonra Temsilciler Meclisine gönderilmiştir. Genel kanı ABD Başkanın bir müdahalesi olmadığı taktirde bu tasarıların kabul edileceği merkezindedir.
ABD Temsilciler Meclisindeki Ermeni Çıkarlarını Koruma Grubu (Armenian Caucus) tarafından sunulan H.R.3103 sayılı bir diğer tasarıda Türkiye’nin Ermenistan’a uyguladığı ambargoyu kaldırması için ABD tarafından atılan adımlar ve yapılan planlar hakkında ABD dışişleri bakanın her yıl Kongreye bir rapor sunması istenmektedir.
Aynı Grubun H.R.3361 sayı ile Temsilciler Meclisine sunduğu bir başka tasarı, Kars ile Gürcistan’ın Ahalkelek şehri arasında yapılması öngörülen demiryolu hattı için ABD’nin yardım sağlamamasına dairdir.
Görüldüğü üzere, bu tasarılar soykırım iddialarının kabulü, Türkiye’nin Ermenistan sınırını açması ve Kars–Ahalkelek demiryolunun yapılmaması şeklinde özetlenebilecek olan Ermeni taleplerini Amerikan Kongresine kabul ettirmek amacını gütmektedir.
ABD için değinilmesi gereken bir diğer konu da çok sayıda eyaletin sözde Ermeni soykırımını tanıyan kararlar almış olmasıdır[44]. ABD’de eyalet meclislerinin, valilerin ve belediye başkanlarının seçmenlerinin önem verdikleri konularda beyanlarda bulunmaları veya mesajlar yayınlamaları bir gelenektir. Ermeniler bundan yararlanarak oy potansiyelleri olan eyaletlerde bu tür kararlar alınmasını sağlamış bulunmaktadırlar. ABD’de yaşayan soydaşlarımızın sayıları, dolayısıyla siyasi güçleri, Ermenilere nazaran çok az olduğundan bu gibi eyalet kararlarının önlenmesi pek mümkün olamamıştır.
AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...
#142
Gönderim zamanı 16.10.2007 - 13:19
Parlamento Kararlarının Hukuki Değeri, Siyasi Etkisi
Söz konusu ülke parlamentolarının aldığı bu kararların etkisi nedir?
Türkiye’nin (veya herhangi bir başka bağımsız ülkenin) yabancı devletler parlamentolarının kararına uymaları gerekli değildir. O nedenle bu kararların Türkiye bakımından hukuksal bir sonucu bulunmamaktadır. Ancak bu söz konusu kararların Türkiye bakımından sakıncalı yaratmadığı şeklinde anlaşılmamalıdır.
Türkiye seksenli yılların başından bu yana insan haklarına uymadığı gerekçesiyle çok eleştirilmiştir. Şimdi bunlara Türklerin insanlığa karşı en büyük suç olan soykırımını işlemiş olduğu gibi bir inancını eklenmesi Türkiye’nin imajını daha da zedeleyecek, bu ise Türkiye’ye karşı bir güvensizlik duygusu yaratılmasına yardımcı olacaktır. Böyle bir durumun turizmin gelişmesinden yabancı sermaye yatırımlarına kadar uzanan geniş bir alanda olumsuz etkileri görülecek ve ayrıca Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılmasına karşı olan Avrupa’daki bazı çevreler tarafından bir koz olarak kullanılacaktır.
Diğer yandan sadece yukarıda bahsedilen hususlar için değil ve fakat tarihi gerçeklere uymadığı ve ecdadımıza leke sürülmeye çalışıldığı için de soykırım iddialarına karşı çıkmak ve olayların gerçek niteliğini duyurmaya çalışmak gerekmektedir.
Parlamentoların kararlarının önlenmesi için Türkiye’nin başvurduğu usul diplomatik girişimde bulunarak tarihi olayların gerçek niteliğini anlatmak ve ayrıca bu kararların Türkiye’nin toprak bütünlüğünün sorgulanmasına kadar giden bazı siyasi amaçları olduğunu belirtmektir. Türkiye büyükelçiliklerinin bu konuda yapmış oldukları girişimlerden az sayıda ülkede sonuç alınabilmiştir. Bunun nedeni parlamentoların diplomatik ilişkilerden kedilerinin değil hükümetin sorumlu olduğunu düşünmeleridir. Diğer bir deyimle bir kararın önlenmesi ancak ilgili hükümetin parlamentoda yapacağı girişimlerle mümkün olabilir. İlgili hükümetlerin böyle bir girişimde bulunmaları ise Türkiye ile çok iyi ilişkiler içinde olmasına veya Türkiye ile ihtilaflı durum içine girmekten çekinmesine ve aynı zamanda parlamentoda çoğunluğu elinde bulundurmasına bağlıdır.
Türklerin Ermenilere nazaran daha fazla olduğu ülkelerde böyle karararların önlenebilmesi ise Türk toplumlarının o ülkelerdeki siyasi ağırlığına bağlıdır. Ancak bir ülkede fazla sayıda Türk olması Türklerin siyasi ağırlığa sahip olunduğu anlamına gelmemektedir. Siyasi ağırlık o ülke koşullarına tam uyum sağlamak, ülke dilinin iyi bilmek ve o ülke siyasetine aktif bir şekilde katılmak ile mümkündür.
Söz konusu ülke parlamentolarının aldığı bu kararların etkisi nedir?
Türkiye’nin (veya herhangi bir başka bağımsız ülkenin) yabancı devletler parlamentolarının kararına uymaları gerekli değildir. O nedenle bu kararların Türkiye bakımından hukuksal bir sonucu bulunmamaktadır. Ancak bu söz konusu kararların Türkiye bakımından sakıncalı yaratmadığı şeklinde anlaşılmamalıdır.
Türkiye seksenli yılların başından bu yana insan haklarına uymadığı gerekçesiyle çok eleştirilmiştir. Şimdi bunlara Türklerin insanlığa karşı en büyük suç olan soykırımını işlemiş olduğu gibi bir inancını eklenmesi Türkiye’nin imajını daha da zedeleyecek, bu ise Türkiye’ye karşı bir güvensizlik duygusu yaratılmasına yardımcı olacaktır. Böyle bir durumun turizmin gelişmesinden yabancı sermaye yatırımlarına kadar uzanan geniş bir alanda olumsuz etkileri görülecek ve ayrıca Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılmasına karşı olan Avrupa’daki bazı çevreler tarafından bir koz olarak kullanılacaktır.
Diğer yandan sadece yukarıda bahsedilen hususlar için değil ve fakat tarihi gerçeklere uymadığı ve ecdadımıza leke sürülmeye çalışıldığı için de soykırım iddialarına karşı çıkmak ve olayların gerçek niteliğini duyurmaya çalışmak gerekmektedir.
Parlamentoların kararlarının önlenmesi için Türkiye’nin başvurduğu usul diplomatik girişimde bulunarak tarihi olayların gerçek niteliğini anlatmak ve ayrıca bu kararların Türkiye’nin toprak bütünlüğünün sorgulanmasına kadar giden bazı siyasi amaçları olduğunu belirtmektir. Türkiye büyükelçiliklerinin bu konuda yapmış oldukları girişimlerden az sayıda ülkede sonuç alınabilmiştir. Bunun nedeni parlamentoların diplomatik ilişkilerden kedilerinin değil hükümetin sorumlu olduğunu düşünmeleridir. Diğer bir deyimle bir kararın önlenmesi ancak ilgili hükümetin parlamentoda yapacağı girişimlerle mümkün olabilir. İlgili hükümetlerin böyle bir girişimde bulunmaları ise Türkiye ile çok iyi ilişkiler içinde olmasına veya Türkiye ile ihtilaflı durum içine girmekten çekinmesine ve aynı zamanda parlamentoda çoğunluğu elinde bulundurmasına bağlıdır.
Türklerin Ermenilere nazaran daha fazla olduğu ülkelerde böyle karararların önlenebilmesi ise Türk toplumlarının o ülkelerdeki siyasi ağırlığına bağlıdır. Ancak bir ülkede fazla sayıda Türk olması Türklerin siyasi ağırlığa sahip olunduğu anlamına gelmemektedir. Siyasi ağırlık o ülke koşullarına tam uyum sağlamak, ülke dilinin iyi bilmek ve o ülke siyasetine aktif bir şekilde katılmak ile mümkündür.
AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...
#143
Gönderim zamanı 16.10.2007 - 13:20
b. Avrupa Parlamentosu Kararları
Günümüzde uluslararası kuruluş sayısı çok fazladır. Bizim inceleme alanımıza giren kuruluşlar devletlerin üye olduğu ve siyasi alanda önem taşıyan kuruluşlardır.
Diaspora Ermenilerin öteden beri sürdürdüğü ve son beş yıllarda Ermenistan’ın da katıldığı gayretlere rağmen şimdiye kadar soykırım iddialarını kabul eden tek uluslararası kuruluş Avrupa Parlamentosudur. Bir çok Ermeni kaynağı soykırım iddialarının Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi tarafından da kabul edildiğini yazarsa da bu doğru değildir [45].
Avrupa Parlamentosu ilk kez bu konuyu 1987 yılında ele almıştır. Bunda Türkiye’nin tam üyelik için 14 Nisan 1987 tarihinde Avrupa Birliğine başvurması ve Ermeni terörünün de kısa süre önce sona ermiş bulunması etken olmuştur. Ekte İngilizce metni sunulan Avrupa Parlamentosu’nun 16 Temmuz 1987 tarihli kararının (Ek. 5) özellikle önem arz eden hususlar şunlardır:
a. 1915-1917 sevk ve iskânı bir soykırım olarak kabul edilmiştir.
b. Türkiye’nin Ermeni soykırımını tanımamayı sürdürmesinin tam üyeliği için bir engel oluşturacağı belirtilmiştir.
c. Türkiye’nin söz konusu olaylardan sorumlu tutulamayacağı ifade edilmiştir.
d. Türkiye’nin soykırımını tanımasının siyasi, hukuki ve maddi talepler doğurmayacağı vurgulanmıştır.
e. Ermeni terörizmi kınanmıştır.
Görüldüğü üzere yukarıda a ve b maddeleri Ermenilerin istediği buna karşın Türkiye’nin reddettiği; c, d ve e maddeleri ise Türkiye’nin kabul edebileceği ancak Ermenilerin istemediği hususları içermektedir. Böylelikle kararın iki tarafın arasında bir tür denge kurmayı amaçladığı görülmektedir.
O yıllarda Türkiye’nin Avrupa Birliğine adaylığı konusunda ilerleme olmayınca yukarıda değindiğimiz karar da önemini kaybetmiş ve Ermeni propagandası tarafından zaman zaman kullanılma ötesinde bir işlevi olmamıştır.
Türkiye’nin adaylığının 1999 Helsinki zirvesi ile beraber tekrar gündeme gelmesi Avrupa Parlamentosu içindeki bazı çevrelere Ermeni soykırımı konusunu tekrar ortaya atmaları fırsatını vermiş ve bu konu, genellikle, Türkiye hakkındaki Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan raporların Parlamento’da incelenmesi sırasında ele alınmıştır.
Avrupa Komisyonu’nun Türkiye’nin adaylığı hakkındaki 2000 yılı İlerleme Raporunun Avrupa Parlamentosu’nda incelenmesi sonucunda kabul edilen bir çok konuya değinen kararında Ermeni “soykırımının” açıkça tanınması Türk Hükümeti’nden ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden istenmiş, Ermenistan ile Türkiye arasında normal diplomatik ve ticari ilişkilerin kurulması ve ambargonun kaldırılması için Ermenistan ile bir diyalog başlatması ayrıca Türk Hükümeti’nden talep edilmiştir.
2001 yılı İlerleme Raporu hakkındaki Avrupa Birliği kararında ise “soykırım” konusundan bahis yoktur. Buna karşın Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki diyalogun tekrar tesisi için Türkiye’nin aktif bir rol üstlenmesi ve Ermenistan’a uygulanan ambargonun kaldırılması istenmektedir.
Buna karşın “soykırım” konusu 2002 yılında Avrupa Parlamentosu’nun Güney Kafkasya ülkeleri ile ilişkileri inceleyen bir başka raporunda ortaya çıkmıştır. Bu rapor yukarıda değindiğimiz 1987 tarihli karara “ 1915 Ermeni soykırımını tanıyan 18 Haziran 1987 tarihli karar” olarak atıf yapılmıştır. Diğer taraftan Ermenistan’a uygulanan ambargonun kaldırılması da Türkiye’den istenmiştir. Rapor Türkiye’de tepki ile karşılanmış ve TBMM’de grubu bulunan partiler, bu kararın kabul edildiği gün olan 28 Şubat 2002 tarihinde bir bildiri yayınlayarak, Avrupa Parlamentosu’nun tarihi gerçekleri bilinçli bir şekilde inkar ettiğini bildirmişlerdir .
2002 yılı İlerleme Raporu hakkındaki Avrupa Parlamentosu kararında ise [46] “Kıbrıs sorununun çözümü ve Ermenistan ile ilişkilerin normalleştirilmesi de elbette Kopenhag kriterlerinin yerine getirilmesini öngördüğü hususlar arasındadır” ibaresini koymak suretiyle “soykırım” konusunu Kopenhag kriterleriyle irtibatlandırmaya çalışmıştır. Ancak bu hususta esas olan katılım görüşmelerini yürüten Avrupa Komisyonu’nun tutumudur.
Bu raporda ayrıca, 1987 yılı kararına atıf yapılmış, Ermeni dilinin kullanımı, Ermeni ve Süryani kültürel eserlerine saygı gösterilmesi ve bunların değerlendirilmesi, Türk okullarında sözde Ermeni “soykırımı” hakkındaki eğitimin kaldırılması gibi hususlar vardır. Diğer yandan Türkiye’den Ermenistan ile iyi komşuluk ilişkileri geliştirmesi istenmekte ve bunun ilk adımı olarak da sınırların açılması ve diplomatik ilişkilerin kurulması talep edilmektedir.
Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye ile ilgili 2003 yılı İlerleme Raporu hakkında kabul ettiği kararda “soykırım”a doğrudan atıf yoktur. Parlamento’daki Ermeni taraftarlarının ısrarı üzerine, 17 Haziran 1987 tarihli karara atıfta bulunulmakla yetinmiş buna karşın kararda Türkiye’den Ermenistan ile olan sınırını açması ve Ermenistan ile iyi ilişkileri teşvik etmesi ve “tarihi barışma” ya engel olabilecek hareketlerden kaçınması istenmiştir.
Avrupa Birliği Komisyonu’nun 6 Ekim 2004 tarihli raporunun Türkiye’nin Birliğe katılmasının etkileri bölümünde Türkiye’nin katılmasının Birliğin sınırlarını Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan’a kadar uzatacağı, Avrupa Birliği’nin Türkiye aracılığıyla Güney Kafkasya’da istikrarı sağlayıcı bir etki yapabileceği, ancak bunun için Türkiye’nin komşularıyla olan sorunlarını Birliğe katılmadan çözmesi gerektiği bildirilmiştir.
Raporda bu bağlamda, özellikle, diplomatik ilişkilerin kurulması ve kara sınırının açılmasıyla Türkiye’nin Ermenistan ile olan ilişkilerinin geliştirilmesi gerektiğine işaret olunmuştur.
Rapor, trajik olayların, özellikle de bu bölgede 1915-1916 yıllarında yaşanan insani ızdırapların yorumlanmasının önemli bir konu olduğunu, Türkiye’nin Birliğe katılması beklentisinin Ermenistan ile olan ikili ilişkilerin iyileştirilmesini ve söz konusu olaylar hakkında da bir uzlaşma yapılmasını da içermesi gerektiği ifade olunmuştur. Görüldüğü gibi rapor 1915/1916 tehciri için Ermeniler tarafından kullanılan “soykırım” deyimi yerine “trajik olaylar” demeyi tercih etmiş ve bu nedenle de diaspora tarafından eleştirilmiştir [47]. Diğer yandan bu konu ilk defa bir Komisyon belgesinde yer almıştır. Komisyon bu “trajik olaylar” hakkında Türkiye’nin bir uzlaşma yapmasını istemektedir. Uzlaşmanın kiminle ve ne zaman yapılacağı hakkında bir açıklık yoktur. Ancak, Ermeni diasporaları uluslararası bir kimlik taşımadığına göre uzlaşmanın Ermenistan ile yapılması gerekecektir. Diğer yandan uzlaşmanın Türkiye’nin tam üyeliğinden önce gerçekleşmesinin beklendiği de anlaşılmaktadır.
Komisyon ayrıca Türkiye’nin Karabağ sorunu sebebiyle Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki gerginliğin hafifletilmesine katkıda bulunmasının önemine de işaret etmiştir. Burada dikkati çeken husus Türkiye’den Karabağ sorunun çözümü için değil, bu sorunun yarattığı gerginliğin hafifletilmesi için katkı beklenmesidir. Diğer bir deyimle Türkiye’nin Azerbaycan’ı desteklemesinin mevcut gerginliği arttırabileceği alaylı bir şekilde ifade olunmaktadır.
Komisyon Raporunun en önemli bölümü Komisyon’un AB ülkeleri Hükümet ve Devlet başkanlarına (Doruk Toplantısına) Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılımındaki ilerlemeler hakkında yapmış olduğu tavsiyelerdir. Söz konusu tavsiyelerde Ermeniler veya Ermenistan konuları yer almamıştır. Buna uygun olarak da 17 Aralık Zirve Toplantısı Sonuç Bildirgesinde bu konulara değinilmemiştir. Böylelikle Türkiye ile müzakerelere başlanması için, Ermenilerin ön şart olmasını ısrarla istediği “soykırımın” tanınması ve sınırların açılması hususları gerçekleşmemiştir.
Avrupa Parlamentosu Avrupa Komisyonu’nun yukarıda değindiğimiz İlerleme Raporunu ve tavsiyelerini inceledikten sonra bu konuda 15 Aralık 2004 tarihinde bir tavsiye kararı kabul etmiştir. Bu kararda, Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırın hala açılmamış olmasının Ermenistan ile iyi ilişkiler kurulması için Türk yöneticileri tarafından kaçırılmış bir fırsat olduğu belirtilmekte ve Türk makamlarının 18 Temmuz 1987 tarihli Avrupa Parlamentosu kararında yer alan Ermeni sorunu hakkındaki diğer hususları da yerine getirmemiş olduğu vurgulanmaktadır. 1987 yılı kararında, özet olarak, Avrupa Parlamentosu’nun sözde Ermeni soykırımını tanıması, Türkiye’den de tanımasını istemesi ve tanımadığı taktirde de bunun Avrupa Birliğine üyelik yolunda aşılamaz bir engel oluşturacağının ifade edildiğini yukarıda bildirmiştik.
Avrupa Parlamentosu bu kararında, ayrıca, Ermenilere karşı uygulanmış olan “soykırımı” tanımak suretiyle Ermeni halkı ile barışma sürecini desteklemesini Türkiye’den istemiştir. Bundan başka kararda, “soykırım” tarihi gerçeğini resmen tanımasını ve Ermenistan ile sınırlarını en kısa zamanda açmasını Türkiye’den talep etmeleri Avrupa Komisyonu ve Avrupa Konseyi’nden (Devlet ve Hükümet başkanlarından) talep edilmiştir.
Kararda, Ani’deki Ermeni kiliselerinin ziyarete açılmasının, Türk tarihçi Halil Berktay’ın soykırım hakkındaki dikkate değer çalışmasının ve Ermenistan Cumhuriyeti’yle devlet düzeyindeki ilişkilerin yeniden tesisinin ileriye doğru yaşamsal adımlar olduğu ancak bu sürecin Türkiye ve Ermenistan arasındaki sınırların açılması suretiyle mantıki sonucuna ulaşması gerektiği ifade olunmaktadır Bu arada Halil Berktay’ın soykırım konusunda kitabı bulunmadığını, fikirlerini daha ziyade verdiği mülakatlarda da ifade ettiğini, bu nedenle de Halil Berktay’ın olmayan çalışmalarının neden yaşamsal bir adım olarak görüldüğünün anlaşılamadığını belirtelim. Diğer yandan Ermenistan ile devlet düzeyinde yeniden ilişki kurulması hakkındaki ifadeler de anlaşılamamaktadır. Zira, Türkiye Ermenistan devletini 1991 yılında tanımış olup, iki taraf, birbirlerinin ülkesinde diplomatik temsilci bulundurmamakla beraber, gerektiğinde her düzeyde resmi temas yapılmakta ve iki ülke arasında “yeniden” kulmuş herhangi bir ilişki bulunmamaktadır.
Avrupa Parlamentosu’nun sözünü ettiğimiz kararında Türkiye ve Ermenistan’ın, geçmişin trajik deneyimlerinin açıklıkla üstesinden gelinmesi amacıyla, mümkünse, bağımsız eksperlerden kurulu bir komitenin yardımıyla, barışma sürecini devam ettirmelerine inanıldığı belirtilmekte ve Türkiye’den mümkün olan en kısa zamanda Ermenistan ile olan sınırlarını açması talep olunmaktadır.
Görüldüğü gibi Avrupa Parlamentosu kararı Avrupa Komisyonu raporlarından çok daha ileri bir şekilde Ermeni görüşlerini yansıtmaktadır. Bu arada Türkiye’nin sözde Ermeni soykırımını tanıması ve Ermenistan ile olan sınırlarını açması için ısrar edilmesi dikkat çekmektedir.
Kararın Ermenilerin hoşuna gitmeyecek tek yönü “geçmişin trajik deneyimlerinin, diğer bir deyimle soykırımı iddialarının, bağımsız, iki taraflı bir eksperler komitesi tarafından incelenmesidir. Ermeniler “soykırımın” yeter derecede kanıtlandığı iddiasında oldukları için bir incelemeye taraftar değildir. Başbakan Erdoğan’ın 13 Nisan 2005 tarihinde Başkan Koçaryan’a bir mektup göndererek iki ülkenin tarihçi ve diğer uzmanlarından oluşan bir grubun 1915 dönemine ait gelişme ve olayları tüm arşivlerde araştırarak, bulgularını uluslararası kamuoyuna açıklamaları hakkındaki önerisi Avrupa Parlamentosu kararındaki bağımsız eksperler komitesi kurulması fikrine uymaktadır.
Türkiye’nin üyelik müzakerelerine birkaç gün kala, 28 Eylül 2005 tarihinde, Avrupa Parlamentosu, başta Güney Kıbrıs’ın tanınması olmak üzere, Avrupa Birliği ülkelerinin Türkiye’den olan taleplerini ve şikayetlerini dile getiren karar kabul etmiştir. Bu kararda Ermeni soykırım iddiaları da yer almıştır.
Kararın giriş bölümünde J maddesinde “Türk makamlarının, Avrupa Parlamentosu’nun 18 Haziran 1987 tarihli kararında belirtilen Ermeni sorunları hakkındaki talepleri henüz yerine getirmediği” kayıtlıdır. Kararın işlem bölümünün 5. maddesinde ise Türkiye Ermeni soykırımını tanımaya davet edilmekte ve bu tanımanın Avrupa Birliğine katılması için bir ön şart olduğu belirtilmektedir.
Avrupa Parlamentosu böylelikle Ermeni soykırımı iddialarını kabul eden tutumunu bir kez daha teyit etmiştir. Ne var ki Avrupa Parlamentosu’nun kararları bağlayıcı olmayıp tavsiye niteliğindedir ve Parlamento’nun eğilimlerini gösterir. Kopenhag kriterleri arasında bulunmadığı gibi Türkiye’nin adaylığı ile ilgili diğer belgelerde ve son olarak da Müzakere Çerçeve Belgesinde Türkiye’nin soykırım iddialarını tanıması gerektiği kayıtlı değildir. Buna göre AB, bir teşkilat olarak, müzakerelerde Türkiye’nin soykırım iddialarını tanımasını istemeyecektir. Ancak, müzakereler üye ülkelerle de yapıldığından, üye ülkeler “kişisel” olarak istedikleri konuları masaya getirebileceklerdir. Nitekim Fransa, Hollanda ve Avusturya daha şimdiden Ermeni “soykırımını” müzakerelerde ele alacaklarını söylemişlerdir. Müzakerelerde Türkiye’nin bu konuyu görüşmek istememesi veya soykırımı iddialarını tanımayacağını belirtmesi gibi hallerde bu ülkelerin Türkiye’nin AB üyeliğini “veto” kullanmak dışında yapabilecekleri yoktur. Bu da Avrupa Birliği ülkelerinin birlikte hareket etmeye geleneğine ters düşecektir. Normal koşullarda sadece “soykırım” konusu için Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinin durdurulabileceğini düşünmek zordur. Avrupa Parlamentosuna gelince, ilerde, en az on yıl sonra, Türkiye müzakereleri başarı ile tamamlayabildiği ve bir katılım antlaşması hazırlanabildiği taktirde Avrupa Parlamentosu’nun bu antlaşmanın tasdiki sırasında 1987 yılı kararı ile o tarihten sonra aynı konuda aldığı diğer kararları dikkate alması ve Türkiye sözde Ermeni soykırımını tanımadığı sürece katılım antlaşmasını onaylamaması olasılığı vardır.
Günümüzde uluslararası kuruluş sayısı çok fazladır. Bizim inceleme alanımıza giren kuruluşlar devletlerin üye olduğu ve siyasi alanda önem taşıyan kuruluşlardır.
Diaspora Ermenilerin öteden beri sürdürdüğü ve son beş yıllarda Ermenistan’ın da katıldığı gayretlere rağmen şimdiye kadar soykırım iddialarını kabul eden tek uluslararası kuruluş Avrupa Parlamentosudur. Bir çok Ermeni kaynağı soykırım iddialarının Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi tarafından da kabul edildiğini yazarsa da bu doğru değildir [45].
Avrupa Parlamentosu ilk kez bu konuyu 1987 yılında ele almıştır. Bunda Türkiye’nin tam üyelik için 14 Nisan 1987 tarihinde Avrupa Birliğine başvurması ve Ermeni terörünün de kısa süre önce sona ermiş bulunması etken olmuştur. Ekte İngilizce metni sunulan Avrupa Parlamentosu’nun 16 Temmuz 1987 tarihli kararının (Ek. 5) özellikle önem arz eden hususlar şunlardır:
a. 1915-1917 sevk ve iskânı bir soykırım olarak kabul edilmiştir.
b. Türkiye’nin Ermeni soykırımını tanımamayı sürdürmesinin tam üyeliği için bir engel oluşturacağı belirtilmiştir.
c. Türkiye’nin söz konusu olaylardan sorumlu tutulamayacağı ifade edilmiştir.
d. Türkiye’nin soykırımını tanımasının siyasi, hukuki ve maddi talepler doğurmayacağı vurgulanmıştır.
e. Ermeni terörizmi kınanmıştır.
Görüldüğü üzere yukarıda a ve b maddeleri Ermenilerin istediği buna karşın Türkiye’nin reddettiği; c, d ve e maddeleri ise Türkiye’nin kabul edebileceği ancak Ermenilerin istemediği hususları içermektedir. Böylelikle kararın iki tarafın arasında bir tür denge kurmayı amaçladığı görülmektedir.
O yıllarda Türkiye’nin Avrupa Birliğine adaylığı konusunda ilerleme olmayınca yukarıda değindiğimiz karar da önemini kaybetmiş ve Ermeni propagandası tarafından zaman zaman kullanılma ötesinde bir işlevi olmamıştır.
Türkiye’nin adaylığının 1999 Helsinki zirvesi ile beraber tekrar gündeme gelmesi Avrupa Parlamentosu içindeki bazı çevrelere Ermeni soykırımı konusunu tekrar ortaya atmaları fırsatını vermiş ve bu konu, genellikle, Türkiye hakkındaki Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan raporların Parlamento’da incelenmesi sırasında ele alınmıştır.
Avrupa Komisyonu’nun Türkiye’nin adaylığı hakkındaki 2000 yılı İlerleme Raporunun Avrupa Parlamentosu’nda incelenmesi sonucunda kabul edilen bir çok konuya değinen kararında Ermeni “soykırımının” açıkça tanınması Türk Hükümeti’nden ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden istenmiş, Ermenistan ile Türkiye arasında normal diplomatik ve ticari ilişkilerin kurulması ve ambargonun kaldırılması için Ermenistan ile bir diyalog başlatması ayrıca Türk Hükümeti’nden talep edilmiştir.
2001 yılı İlerleme Raporu hakkındaki Avrupa Birliği kararında ise “soykırım” konusundan bahis yoktur. Buna karşın Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki diyalogun tekrar tesisi için Türkiye’nin aktif bir rol üstlenmesi ve Ermenistan’a uygulanan ambargonun kaldırılması istenmektedir.
Buna karşın “soykırım” konusu 2002 yılında Avrupa Parlamentosu’nun Güney Kafkasya ülkeleri ile ilişkileri inceleyen bir başka raporunda ortaya çıkmıştır. Bu rapor yukarıda değindiğimiz 1987 tarihli karara “ 1915 Ermeni soykırımını tanıyan 18 Haziran 1987 tarihli karar” olarak atıf yapılmıştır. Diğer taraftan Ermenistan’a uygulanan ambargonun kaldırılması da Türkiye’den istenmiştir. Rapor Türkiye’de tepki ile karşılanmış ve TBMM’de grubu bulunan partiler, bu kararın kabul edildiği gün olan 28 Şubat 2002 tarihinde bir bildiri yayınlayarak, Avrupa Parlamentosu’nun tarihi gerçekleri bilinçli bir şekilde inkar ettiğini bildirmişlerdir .
2002 yılı İlerleme Raporu hakkındaki Avrupa Parlamentosu kararında ise [46] “Kıbrıs sorununun çözümü ve Ermenistan ile ilişkilerin normalleştirilmesi de elbette Kopenhag kriterlerinin yerine getirilmesini öngördüğü hususlar arasındadır” ibaresini koymak suretiyle “soykırım” konusunu Kopenhag kriterleriyle irtibatlandırmaya çalışmıştır. Ancak bu hususta esas olan katılım görüşmelerini yürüten Avrupa Komisyonu’nun tutumudur.
Bu raporda ayrıca, 1987 yılı kararına atıf yapılmış, Ermeni dilinin kullanımı, Ermeni ve Süryani kültürel eserlerine saygı gösterilmesi ve bunların değerlendirilmesi, Türk okullarında sözde Ermeni “soykırımı” hakkındaki eğitimin kaldırılması gibi hususlar vardır. Diğer yandan Türkiye’den Ermenistan ile iyi komşuluk ilişkileri geliştirmesi istenmekte ve bunun ilk adımı olarak da sınırların açılması ve diplomatik ilişkilerin kurulması talep edilmektedir.
Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye ile ilgili 2003 yılı İlerleme Raporu hakkında kabul ettiği kararda “soykırım”a doğrudan atıf yoktur. Parlamento’daki Ermeni taraftarlarının ısrarı üzerine, 17 Haziran 1987 tarihli karara atıfta bulunulmakla yetinmiş buna karşın kararda Türkiye’den Ermenistan ile olan sınırını açması ve Ermenistan ile iyi ilişkileri teşvik etmesi ve “tarihi barışma” ya engel olabilecek hareketlerden kaçınması istenmiştir.
Avrupa Birliği Komisyonu’nun 6 Ekim 2004 tarihli raporunun Türkiye’nin Birliğe katılmasının etkileri bölümünde Türkiye’nin katılmasının Birliğin sınırlarını Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan’a kadar uzatacağı, Avrupa Birliği’nin Türkiye aracılığıyla Güney Kafkasya’da istikrarı sağlayıcı bir etki yapabileceği, ancak bunun için Türkiye’nin komşularıyla olan sorunlarını Birliğe katılmadan çözmesi gerektiği bildirilmiştir.
Raporda bu bağlamda, özellikle, diplomatik ilişkilerin kurulması ve kara sınırının açılmasıyla Türkiye’nin Ermenistan ile olan ilişkilerinin geliştirilmesi gerektiğine işaret olunmuştur.
Rapor, trajik olayların, özellikle de bu bölgede 1915-1916 yıllarında yaşanan insani ızdırapların yorumlanmasının önemli bir konu olduğunu, Türkiye’nin Birliğe katılması beklentisinin Ermenistan ile olan ikili ilişkilerin iyileştirilmesini ve söz konusu olaylar hakkında da bir uzlaşma yapılmasını da içermesi gerektiği ifade olunmuştur. Görüldüğü gibi rapor 1915/1916 tehciri için Ermeniler tarafından kullanılan “soykırım” deyimi yerine “trajik olaylar” demeyi tercih etmiş ve bu nedenle de diaspora tarafından eleştirilmiştir [47]. Diğer yandan bu konu ilk defa bir Komisyon belgesinde yer almıştır. Komisyon bu “trajik olaylar” hakkında Türkiye’nin bir uzlaşma yapmasını istemektedir. Uzlaşmanın kiminle ve ne zaman yapılacağı hakkında bir açıklık yoktur. Ancak, Ermeni diasporaları uluslararası bir kimlik taşımadığına göre uzlaşmanın Ermenistan ile yapılması gerekecektir. Diğer yandan uzlaşmanın Türkiye’nin tam üyeliğinden önce gerçekleşmesinin beklendiği de anlaşılmaktadır.
Komisyon ayrıca Türkiye’nin Karabağ sorunu sebebiyle Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki gerginliğin hafifletilmesine katkıda bulunmasının önemine de işaret etmiştir. Burada dikkati çeken husus Türkiye’den Karabağ sorunun çözümü için değil, bu sorunun yarattığı gerginliğin hafifletilmesi için katkı beklenmesidir. Diğer bir deyimle Türkiye’nin Azerbaycan’ı desteklemesinin mevcut gerginliği arttırabileceği alaylı bir şekilde ifade olunmaktadır.
Komisyon Raporunun en önemli bölümü Komisyon’un AB ülkeleri Hükümet ve Devlet başkanlarına (Doruk Toplantısına) Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılımındaki ilerlemeler hakkında yapmış olduğu tavsiyelerdir. Söz konusu tavsiyelerde Ermeniler veya Ermenistan konuları yer almamıştır. Buna uygun olarak da 17 Aralık Zirve Toplantısı Sonuç Bildirgesinde bu konulara değinilmemiştir. Böylelikle Türkiye ile müzakerelere başlanması için, Ermenilerin ön şart olmasını ısrarla istediği “soykırımın” tanınması ve sınırların açılması hususları gerçekleşmemiştir.
Avrupa Parlamentosu Avrupa Komisyonu’nun yukarıda değindiğimiz İlerleme Raporunu ve tavsiyelerini inceledikten sonra bu konuda 15 Aralık 2004 tarihinde bir tavsiye kararı kabul etmiştir. Bu kararda, Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırın hala açılmamış olmasının Ermenistan ile iyi ilişkiler kurulması için Türk yöneticileri tarafından kaçırılmış bir fırsat olduğu belirtilmekte ve Türk makamlarının 18 Temmuz 1987 tarihli Avrupa Parlamentosu kararında yer alan Ermeni sorunu hakkındaki diğer hususları da yerine getirmemiş olduğu vurgulanmaktadır. 1987 yılı kararında, özet olarak, Avrupa Parlamentosu’nun sözde Ermeni soykırımını tanıması, Türkiye’den de tanımasını istemesi ve tanımadığı taktirde de bunun Avrupa Birliğine üyelik yolunda aşılamaz bir engel oluşturacağının ifade edildiğini yukarıda bildirmiştik.
Avrupa Parlamentosu bu kararında, ayrıca, Ermenilere karşı uygulanmış olan “soykırımı” tanımak suretiyle Ermeni halkı ile barışma sürecini desteklemesini Türkiye’den istemiştir. Bundan başka kararda, “soykırım” tarihi gerçeğini resmen tanımasını ve Ermenistan ile sınırlarını en kısa zamanda açmasını Türkiye’den talep etmeleri Avrupa Komisyonu ve Avrupa Konseyi’nden (Devlet ve Hükümet başkanlarından) talep edilmiştir.
Kararda, Ani’deki Ermeni kiliselerinin ziyarete açılmasının, Türk tarihçi Halil Berktay’ın soykırım hakkındaki dikkate değer çalışmasının ve Ermenistan Cumhuriyeti’yle devlet düzeyindeki ilişkilerin yeniden tesisinin ileriye doğru yaşamsal adımlar olduğu ancak bu sürecin Türkiye ve Ermenistan arasındaki sınırların açılması suretiyle mantıki sonucuna ulaşması gerektiği ifade olunmaktadır Bu arada Halil Berktay’ın soykırım konusunda kitabı bulunmadığını, fikirlerini daha ziyade verdiği mülakatlarda da ifade ettiğini, bu nedenle de Halil Berktay’ın olmayan çalışmalarının neden yaşamsal bir adım olarak görüldüğünün anlaşılamadığını belirtelim. Diğer yandan Ermenistan ile devlet düzeyinde yeniden ilişki kurulması hakkındaki ifadeler de anlaşılamamaktadır. Zira, Türkiye Ermenistan devletini 1991 yılında tanımış olup, iki taraf, birbirlerinin ülkesinde diplomatik temsilci bulundurmamakla beraber, gerektiğinde her düzeyde resmi temas yapılmakta ve iki ülke arasında “yeniden” kulmuş herhangi bir ilişki bulunmamaktadır.
Avrupa Parlamentosu’nun sözünü ettiğimiz kararında Türkiye ve Ermenistan’ın, geçmişin trajik deneyimlerinin açıklıkla üstesinden gelinmesi amacıyla, mümkünse, bağımsız eksperlerden kurulu bir komitenin yardımıyla, barışma sürecini devam ettirmelerine inanıldığı belirtilmekte ve Türkiye’den mümkün olan en kısa zamanda Ermenistan ile olan sınırlarını açması talep olunmaktadır.
Görüldüğü gibi Avrupa Parlamentosu kararı Avrupa Komisyonu raporlarından çok daha ileri bir şekilde Ermeni görüşlerini yansıtmaktadır. Bu arada Türkiye’nin sözde Ermeni soykırımını tanıması ve Ermenistan ile olan sınırlarını açması için ısrar edilmesi dikkat çekmektedir.
Kararın Ermenilerin hoşuna gitmeyecek tek yönü “geçmişin trajik deneyimlerinin, diğer bir deyimle soykırımı iddialarının, bağımsız, iki taraflı bir eksperler komitesi tarafından incelenmesidir. Ermeniler “soykırımın” yeter derecede kanıtlandığı iddiasında oldukları için bir incelemeye taraftar değildir. Başbakan Erdoğan’ın 13 Nisan 2005 tarihinde Başkan Koçaryan’a bir mektup göndererek iki ülkenin tarihçi ve diğer uzmanlarından oluşan bir grubun 1915 dönemine ait gelişme ve olayları tüm arşivlerde araştırarak, bulgularını uluslararası kamuoyuna açıklamaları hakkındaki önerisi Avrupa Parlamentosu kararındaki bağımsız eksperler komitesi kurulması fikrine uymaktadır.
Türkiye’nin üyelik müzakerelerine birkaç gün kala, 28 Eylül 2005 tarihinde, Avrupa Parlamentosu, başta Güney Kıbrıs’ın tanınması olmak üzere, Avrupa Birliği ülkelerinin Türkiye’den olan taleplerini ve şikayetlerini dile getiren karar kabul etmiştir. Bu kararda Ermeni soykırım iddiaları da yer almıştır.
Kararın giriş bölümünde J maddesinde “Türk makamlarının, Avrupa Parlamentosu’nun 18 Haziran 1987 tarihli kararında belirtilen Ermeni sorunları hakkındaki talepleri henüz yerine getirmediği” kayıtlıdır. Kararın işlem bölümünün 5. maddesinde ise Türkiye Ermeni soykırımını tanımaya davet edilmekte ve bu tanımanın Avrupa Birliğine katılması için bir ön şart olduğu belirtilmektedir.
Avrupa Parlamentosu böylelikle Ermeni soykırımı iddialarını kabul eden tutumunu bir kez daha teyit etmiştir. Ne var ki Avrupa Parlamentosu’nun kararları bağlayıcı olmayıp tavsiye niteliğindedir ve Parlamento’nun eğilimlerini gösterir. Kopenhag kriterleri arasında bulunmadığı gibi Türkiye’nin adaylığı ile ilgili diğer belgelerde ve son olarak da Müzakere Çerçeve Belgesinde Türkiye’nin soykırım iddialarını tanıması gerektiği kayıtlı değildir. Buna göre AB, bir teşkilat olarak, müzakerelerde Türkiye’nin soykırım iddialarını tanımasını istemeyecektir. Ancak, müzakereler üye ülkelerle de yapıldığından, üye ülkeler “kişisel” olarak istedikleri konuları masaya getirebileceklerdir. Nitekim Fransa, Hollanda ve Avusturya daha şimdiden Ermeni “soykırımını” müzakerelerde ele alacaklarını söylemişlerdir. Müzakerelerde Türkiye’nin bu konuyu görüşmek istememesi veya soykırımı iddialarını tanımayacağını belirtmesi gibi hallerde bu ülkelerin Türkiye’nin AB üyeliğini “veto” kullanmak dışında yapabilecekleri yoktur. Bu da Avrupa Birliği ülkelerinin birlikte hareket etmeye geleneğine ters düşecektir. Normal koşullarda sadece “soykırım” konusu için Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinin durdurulabileceğini düşünmek zordur. Avrupa Parlamentosuna gelince, ilerde, en az on yıl sonra, Türkiye müzakereleri başarı ile tamamlayabildiği ve bir katılım antlaşması hazırlanabildiği taktirde Avrupa Parlamentosu’nun bu antlaşmanın tasdiki sırasında 1987 yılı kararı ile o tarihten sonra aynı konuda aldığı diğer kararları dikkate alması ve Türkiye sözde Ermeni soykırımını tanımadığı sürece katılım antlaşmasını onaylamaması olasılığı vardır.
AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...
#144
Gönderim zamanı 16.10.2007 - 13:22
Hepimiz Hrant'ız dimi
Atatürk olmak varken hrant olalım.
Atatürk olmak varken hrant olalım.
2 metre bez
2 kürek kum
var mı ötesi?
2 kürek kum
var mı ötesi?
#145
Gönderim zamanı 16.10.2007 - 13:23
1. Sevr Antlaşması (Ermenistan’ın kurulması, Azınlıkların Korunması ve savaş suçlularının cezalandırılmasına dair maddeler)
ERMENİSTAN
MADDE 88.
Türkiye, öteki Müttefik Devletlerin yapmış oldukları gibi, Ermenistan’ı özgür ve bağımsız bir Devlet olarak tanıdığını bildirir.
MADDE 89.
Öteki Bağıtlı Yüksek Taraflar gibi, Türkiye ile Ermenistan da, Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlis İllerinde, Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırın saptanması işini Amerika Birleşik Devletleri Başkanın hakemliğine sunmayı ve bu konudaki kararını olduğu kadar, Ermenistan’ın denize çıkışı ile sözü geçen sınıra bitişik bütün Osmanlı topraklarının askersizleştirilmesine ilişkin ileri sürebileceği bütün , hükümleri kabul etmeyi kararlaştırmışlardır.
MADDE 90.
89. Madde uyarınca sinir saptanması, sözü geçen İller topraklarının tümünün ya da bir kesiminin Ermenistan’a aktarılmasına yol açacak olursa, Türkiye, aktarılan toprak üzerindeki bütün haklarından ve sıfatlarından, karar tarihinden başlamak üzere geçerli olarak, vazgeçtiğini şimdiden bildirir. İşbu Antlaşmanın, Türkiye’den ayrılan topraklara uygulanacak hükümleri, o andan başlayarak, bu topraklara da uygulanacaktır.
Ermenistan’ın, kendi egemenliği altına girmiş topraklar nedeniyle üstlenmesi gerekecek, Türkiye’ye ait malî yükümlülüklerin ya da hakların oranı ve niteliği, işbu Antlaşmanın VIII. Bölümünün (Malî Hükümler) 241. . Maddesinden 244. Maddesine kadarki Maddeleri uyarınca saptanacaktır.
İşbu Antlaşma ile çözüme bağlanamayan ve sözü geçen toprağın aktarılmasından doğabilecek bütün sorunlar, gerekirse, daha sonra yapılacak sözleşmelerle çözüme bağlanacaktır.
MADDE 91.
89. Maddede belirtilen toprağın bir kesiminin Ermenistan’a aktarılması durumun-da, sözü geçen Maddede öngörülen karardan sonra üç ay içinde, Ermenistan ile Türkiye arasında, bu kararın ortaya çıkaracağı sınırı toprak [arazi] üzerinde çizmek için, kuruluş biçimi daha sonra saptanacak, bir Sınırlandırma Komisyonu kurulacaktır.
MADDE 92.
Ermenistan’ın, Azerbaycan ve Gürcistan ile sınırları, ilgili Devletler arasında, her biriyle ortaklaşa anlaşma yoluyla saptanacaktır.
89. Maddede öngörülen karar alındığında, ilgili Devletler, iki durumdan birinde, sınırlarını ortaklaşa anlaşmayla saptayamamışlarsa, bu sınır, Başlıca Müttefik Devletlerce saptanacak ve sınırın toprak [arazi] üzerinde çizilmesini de bu Devletler yapacaklardır. .
MADDE 93.
Ermenistan, Ermenistan’da oturanların çoğunluğundan soy, dil ya da din bakımından ayrı olanların çıkarlarını korumak için, Başlıca Müttefik Devletlerin gerekli görecekleri hükümleri, bunları bu Devletlerle yapacağı bir Antlaşmaya da geçirmeğe rıza göstererek, kabul eder.
Ermenistan, ayrıca, transit özgürlüğünü ve öteki ulusların ticareti için hak gözetir bir rejimi korumak üzere Başlıca Müttefik Devletlerce gerekli görülecek hükümlerin bu Devletlerle yapılacak bir Antlaşmaya konulmasını kabul eder.
AZINLIKLARIN KORUNMASI
MADDE 140.
Türkiye, 141 ., 145. ve 147. Maddelerin kapsadığı hükümlerin temel yasalar olarak tanınmasını ve hiçbir yasanın, hiçbir tüzüğün ve hiçbir Padişah Buyruğunun ya da resmi işlemin, bu hükümlere aykırı ya da bunlarla çelişir olmamasını, hiçbir yasanın, hiçbir tüzüğün, hiçbir Padişah Buyruğunun ve hiçbir resmî işlemin söz konusu hükümlerden üstün sayılmamasını yükümlenir.
MADDE 141.
Türkiye, Türkiye’de oturan herkesin, doğum, bir ulusal topluluktan olmak, dil, soy ya da din ayrımı yapılmaksızın, yaşamlarını ve özgürlüklerini korumayı, tam ve eksiksiz olarak sağlamayı yükümlenir.
Türkiye’de oturan herkes, her inancın, dinin ya da mezhebin gereklerini, ister açıkta ister özel olarak, özgürce yerine getirme hakkına sahip olacaktır.
Yukarıdaki paragrafta öngörülen hakkın özgürce yerine getirilmesine karşı herhangi bir saldırı, ilgili mezhep hangisi olursa olsun, aynı cezalarla cezalandırılacaktır.
MADDE 142.
1 Kasım 1914’den beri Türkiye’de bir ürkü (tedhiş) rejimi bulunduğu için, İslam dinine geçişlerden hiçbiri olağan koşullar altında gerçekleşmiş olamayacağından bu tarihten sonraki İslam’ı benimsemelerin tanınmaması ve, 1 Kasım 1914’den önce Müslüman olmayan bir kimsenin, özgürlüğüne kavuştuktan sonra, kendi isteğiyle İslam’ı benimsemesi için gerekli işlemleri yerine getirmedikçe Müslüman sayılmaması süre gidecektir. ,
Osmanlı Hükümeti, savaş süresince Türkiye’de yapılan topluca öldürmeler sırasında kişilere verilen zararları en geniş ölçüde karşılamak için, 1 Kasım 1914’den beri herhangi bir soydan ya da dinden olursa olsun, ortadan yok olmuş, zorla götürülmüş, gözaltı [enterne] edilmiş ya da tutuklanmış kişilerin aranması ve kurtarılması için, kendisinin ve Osmanlı makamlarının tüm desteğini sağlamayı yükümlenir.
Osmanlı Hükümeti, zarar görenlerin, ailelerinin ve yakınlarının yakın malarını dinlemek, gerekli soruşturmalarda bulunmak ve sözü edilen kişileri özgürlüklerine kavuşturmaları için buyruk çıkarmak amacıyla, Milletler Cemiyeti Konseyince atanacak karma komisyonların çalışmalarını kolaylaştırmağı yükümlenir.
Osmanlı Hükümeti, bu komisyonların kararlarına saygı gösterilmesini ve özgürlükleri geri verilmiş herkesin güvenliğini ve özgürlüğünü sağlamayı yükümlenir.
MADDE 143.
Türkiye, soy azınlıklarından olan kişilerin karşılıklı ve gönüllü göçlerine ilişkin olarak Müttefik Devletlerin uygun görecekleri hükümleri tanımayı yükümlenir.
Türkiye, karşılıklı göç konusunda, Yunanistan’la Bulgaristan arasında 27 Kasım 1919’da Neuilly-sur-Seine’de imzalanan Sözleşmenin 16. Maddesinden yararlanmamayı yükümlenir. İşbu Antlaşmanın yürürlüğe girişini izleyecek altı ay içinde, Yunanistan ile Türkiye, Yunanistan’a aktarılan ya da Osmanlı kalan topraklardaki Türk ve Yunan soylu halkın karşılıklı ve gönüllü göçüne ilişkin özel bir anlaşma yapacaklardır.
Bir anlaşmaya varılamaması durumunda, Yunanistan ve Türkiye, Milletler Cemiyeti Konseyine başvurmak hakkına sahip olacaklar ve Konsey sözü edilen anlaşmanın koşullarını saptayacaktır.
MADDE 144.
Osmanlı Hükümeti, Bırakılmış Mallar [Emval-i Metrûke] konusundaki 1915 tarihli yasa ile ek hükümlerin haksızlığını kabul eder ve bunların tümüyle hükümsüz ve, gelecekte olduğu gibi geçmişte de, geçersiz olduklarını bildirir.
Osmanlı Hükümeti, 1 Ocak 1914’den’ beri, topluca öldürülme korkusuyla ya da başka herhangi bir zorlama yüzünden, yurtlarından kovulmuş, Türk soyundan olmayan Osmanlı uyruklarının yurtlarına dönüşlerini ve yeniden işlerine başlayabilmelerini, olabildiği ölçüde kolaylaştırmağı resmen yükümlenir. Sözü edilen Osmanlı uyruklarıyla, bunların üyesi bulundukları toplulukların malı olan ve yeniden bulunabilecek taşınır ya da taşınmaz malların, kimin elinde bulunurlarsa bulunsunlar, bir an önce geri verilmesi gerektiğini Osmanlı Hükümeti kabul eder. Bu mallar, onlara yükletilmiş olabilecek her türlü kısıtlamadan ve vergiden sıyrılmış olarak ve bugün onlara sahip olanlara ya da onları ellerinde tutanlara hiçbir ödence [tazminat] ödenmeksizin, geri verilecektir; şu kadar ki, bunların, mülkiyet ya da elde bulundurma hakkını kendilerinden edindikleri kimselere karşı dâva hakları saklı tutulacaktır.
Osmanlı Hükümeti, gerekli görülecek her yerde, Milletler Cemiyeti Konseyince hakemlik komisyonları atanmasını kabul eder. Bu komisyonların her biri, Osmanlı Hükümetinin bir temsilcisi ile, zarara uğradığını öne süren ya da üyelerinden birinin zarara uğradığı savında bulunan topluluğun bir temsilcisinden ve Milletler Cemiyeti Konseyince atanan bir Başkandan oluşacaktır. Hakemlik komisyonları, işbu Maddede öngörülen. bütün istemleri inceleyecek ve bunları basit yöntemle karara bağlayacaktır.
Sözü edilen hakemlik komisyonları aşağıdaki konularda buyurma yetkisine sahip olacaklardır:
1.Gerekli görecekleri her çeşit yenden yapım ve onarım işleri için Osmanlı Hükümetince işgücü sağlanması. Bu işgücü, hakemlik komisyonunca sözü geçen işlerin yapılmasına gerek gördüğü topraklarda yaşayan soylardan kişiler arasından sağlanacaktır;
2.Soruşturma sonucu, topluca öldürmeler ya da zorla yerinden etmelere eylem-sel olarak katıldığı, ya da bunlara yol açtığı kanıtlanan her kişinin görevinden uzaklaştırılması; bu gibi kimselerin malları konusunda alınacak önlemleri komisyon gösterecektir;
3.Bir topluluğun, 1 Ocak 1914’den beri, mirasçısız olarak ölmüş ya da yitik bulunan üyelerinin bütün taşınır ya da taşınmaz malların kime aktarılacağı. Bu mallar, Devlet yerine, topluluğa aktarılabilecektir;
4.1 Ocak 1914’den sonra, taşınmaz mallar üzerinde yapılan bütün satış işlemleriyle, hak yaratan işlemlerin geçersiz sayılması. Bu malları ellerinde bulunduranlara ödence [tazminat] ödenmesi, geri vermenin geciktirilmesine bahane olarak kullanılamayacak biçimde, Osmanlı Hükümetinin yükümlülüğünde olacaktır. Ancak, sözü edilen malları şimdi ellerinde bulunduranlarca bir ödemede bulunulmuşsa, hakemlik komisyonunun ilgililer arasında hak gözetirliğe uygun bir çözüm yolu kabul ettirme yetkisi olacaktır.
Osmanlı Hükümeti, komisyonların işleyişini ve kesin nitelikte olacak kararlarının yerine getirilmesini, olanak ölçüsünde, kolaylaştırmayı yükümlenir. Bunlara karşı, yargısal ya da yönetimsel, hiçbir Osmanlı makamının kararı öne sürülmeyecektir.
MADDE 145.
Bütün Osmanlı uyrukları, yasa önünde eşit olacaklar ve soy, dil ya da din ayrılığı gözetilmeksizin aynı yurttaşlık [medenî] haklarıyla siyasal haklardan yararlanacaklardır.
Din, inanç ya da mezhep ayrılığı, hiçbir Osmanlı uyruğunun yurttaşlık haklarıyla [medenî haklarıyla] siyasal haklardan yararlanmasına, özellikle kamu hizmetleri ne ve görevlerine kabul edilme, yükseltilme, onurlanma ya da çeşitli mesleklerde ve iş kollarında çalışma bakımından, bir engel sayılmayacaktır.
Osmanlı Hükümeti, işbu Antlaşmanın yürürlüğe girmesinden başlayarak iki yıllık bir süre içinde, Müttefik Devletlere, soy azınlıklarının orantılı temsili ilkesine dayalı bir seçim sistemi düzenlenmesi tasarısı sunacaktır.
Herhangi bir Osmanlı uyruğunun, gerek özel gerekse ticaret ilişkilerinde, din, basın ya da her çeşit yayın konularıyla açık toplantılarında, dilediği bir dili kullanma-sına karşı hiçbir kısıtlama konulmayacaktır. Türkçe’den başka bir dil konuşan Osmanlı uyruklarına, mahkemelerde, ister sözlü ister yazılı olsun, kendi dillerini kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır.
MADDE 146.
Osmanlı Hükümeti, tanınmış yabancı üniversitelerden ve okullardan verilen diplomaların geçerliliğini tanımayı ve, bunları almış olanların, bu diplomaların tamlığı yeteneği gerektiren mesleklerde ve sanatlarda özgürce çalışmalarını kabul etmeyi yükümlenir.
Bu hüküm, Türkiye’de oturan Müttefik Devletler uyruklarına da uygulanacaktır.
MADDE 147.
Soy, din ya da dil azınlıklarından olan Osmanlı uyrukları, hem hukuk bakımından hem de uygulamada, öteki Osmanlı uyruklarıyla aynı işlemlerden ve aynı güvencelerden yararlanacaklardır. Bunların, özellikle, bağımsız olarak ve Osmanlı makamları hiçbir biçimde karışmaksızın, giderlerini kendileri ödemek üzere, her türlü hayır kurumlarıyla, dinsel ya da sosyal kurumlar, ilk, orta ve yüksek okullarla, başka her çeşit öğretim kurumları —buralarda kendi dillerini özgürce kullanmak ve kendi dinlerini özgürce uygulamak hakkına da sahip olarak— kurmak, yönetmek ve denetlemek konularında eşit hakka sahip olacaklardır.
MADDE 148.
Soy, dil ya da din bakımından azınlıklardan olan Osmanlı uyruklarının önemli bir oranda bulundukları kentlerde ya da bölgelerde, söz konusu azınlıklar, Devlet bütçesi ile, belediyeler bütçesi ya da öteki bütçelerce eğitim ya da hayır işlerine genel gelirlerden [kamu gelirlerinden] sağlanacak paralardan yararlanmaya hak gözetirliğe uygun bir ölçüde katılacaklardır.
Söz konusu bu paralar, ilgili toplulukların yetkili temsilcilerine verilecektir.
MADDE 149.
Osmanlı Hükümeti, Türkiye’deki bütün soy azınlıklarının kilise ve okul konularında özerkliğini tanımayı ve buna saygı göstermeyi yükümlenir. Osmanlı Hükümeti, bu amaçla ve işbu Antlaşmanın aykırı düşen hükümleri saklı kalmak üzere, Müslüman olmayan soylara kilise, okul ya da adalet konularında Sultanlarca verilmiş fermanlar, hatlar, beratlar ve bu gibi özel buyruklar ya da fermanlarla, Bakanlık ya da.Sadrazamlık buyrukları ile tanınmış ayrıcalıklarla bağışıklıkları tümüyle doğrular ve gelecekte de destekleyeceğini bildirir.
Osmanlı Hükümetinin çıkardığı ve sözü edilen ayrıcalıklarla bağışıklıkların kaldırılmasını, kısıtlanmasını ya da değiştirilmesini öngören bütün kararnameler, yasalar, yönetmelikler ya da genelgeler geçersiz sayılacaktır.
İşbu Antlaşma hükümlerine uygun olarak Osmanlı adalet rejiminde yapılacak her değişiklik —bu değişiklik soy azınlıklarından kişileri etkilemekte ise— işbu Madde hükümlerinden üstün sayılacaktır.
MADDE 150.
Hıristiyan ya da Yahudi dininden Osmanlı uyruklarının önemli oranda oturdukları kentlerde ve bölgelerde, Osmanlı Hükümeti, bu Osmanlı uyruklarının inançlarına ya da dinsel uygulamalarına bir saldırı sayılabilecek herhangi bir eylemi yapmağa zorlanmamalarını, ve hafta tatili günlerinde mahkemelerde hazır bulunmamaları ya da yasal bir işlemi yerine getirmemeleri yüzünden, haklarını hiçbir biçimde yitirme melerini yükümlenir. Bununla birlikte, bu hüküm, bu Hıristiyan ya da Yahudi Osmanlı uyruklarını, kamu düzeninin korunması için, bütün öteki Osmanlı uyruklarına yükletilen yükümlülükler dışında tutar anlamına gelmeyecektir.
MADDE 151.
Başlıca Müttefik Devletler, bu Bölümdeki hükümlerin yerine getirilmesini güvence altına almak için ne gibi önlemler alınması gerektiğini, Milletler Cemiyeti Konseyi ile birlikte inceledikten sonra saptayacaklardır. Osmanlı Hükümeti, bu konuda alınacak bütün kararları şimdiden kabul ettiğini bildirir.
YAPTIRIMLAR
MADDE 226.
Osmanlı Hükümeti, Müttefik Devletlere, savaş yasalarına ve yapılageliş [teamül] kurallarına aykırı eylemlerde bulunmakla suçlanan kişileri, kendi askerî mahkemeleri-ne vermek hakkını tanır. Suçluluğu kanıtlanan kişilere, yasaların öngördüğü cezalar uygulanacaktır. Bu hüküm, Türkiye’nin ya da Müttefiklerinin mahkemeleri önün deki her çeşit kovuşturmalar ya da dâvalardan ayrı olarak, uygulanacaktır’.
Osmanlı Hükümeti, savaş yasalarına ve yapılageliş kurallarına aykırı bir eylem işlemiş bulunmakla suçlanmış olup, adıyla, ya da Osmanlı makamlarınca kendilerine verilmiş rütbe, görev ya da iş tanımlanarak belirtilmiş olan bütün kişileri, Müttefik Devletlere ya da Müttefik Devletlerden bu kimseleri istemiş olduğunu bildirmiş olana teslim edecektir.
MADDE 227.
Müttefik Devletlerden birinin uyruklarına karşı [suç sayılacak bir] eylemde bulunanlar, bu Devletin askerî mahkemelerinde yargılanacaklardır.
Müttefik Devletlerden birkaçının uyruklarına karşı [suç sayılacak bir] eylem işlemiş olanlar, ilgili Devletlerin askerî mahkemeleri üyelerinden kurulu askerî mahkemelerde yargılanacaklardır.
Bütün bu durumlarda, sanık, kendi avukatını seçmek hakkına sahip olacaktır.
MADDE 228.
Osmanlı Hükümeti, suçlama konusu olan olayların tam bilinmesi, suçluların aranması ve sorumlulukların kesinlikle saptanması için ortaya konulması gerekli görülebilecek, ne çeşit olursa olsun, bütün bilgileri ve belgeleri sağlamayı yükümlenir.
MADDE 229.
226. Maddeden 228. Maddeye kadar olan Maddelerin hükümleri, savaş yasalarına ve yapılageliş [teamül] kurallarına aykırı eylemler işlemiş olmakla suçlanan ve kendi topraklarında ya da buyrukları altında bulunan kişiler bakımından, eski Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları kendilerine verilen ya da verilecek olan Devletlerin Hükümetlerine de uygulanacaktır.
Sözü edilen kişiler, bu Devletlerden birinin uyrukluğunu almışsa, ilgili Devletin istemesi üzerine ve onunla anlaşarak, ya da bütün Müttefik Devletlerin topluca iste meleri üzerine, bu kişilerin kovuşturulmasını ve cezalandırılmasını sağlamak için gerekli bütün önlemleri almayı, bu Devletin Hükümeti yükümlenir.
MADDE 230.
Osmanlı Hükümeti, 1 Ağustos 1914 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu’nun parçası bulunan herhangi bir toprak üzerinde, savaş durumu sırasında işlenen topluca öldürmelerden sorumlu olan Müttefik Devletlerce istenen kişileri kendilerine teslim etmeyi yükümlenir.
Müttefik Devletler, bu nedenle suçlanan kişileri yargılamakla görevlendirilecek mahkemeyi göstermek hakkını saklı tutarlar ve Osmanlı Hükümeti bu Mahkemeyi tanımayı yükümlenir.
Uygun bir süre içinde, Milletler Cemiyeti, sözü edilen topluca öldürmeleri yargılamaya yetkili bir mahkeme kurarsa, Müttefik Devletler, sözü geçen sanıkları bu mahkemeye vermek haklarını saklı tutarlar ve Osmanlı Hükümeti bu mahkemeyi tanımayı da yükümlenir.
228. Madde hükümleri, bu Maddede öngörülen durumlara da uygulanır.
ERMENİSTAN
MADDE 88.
Türkiye, öteki Müttefik Devletlerin yapmış oldukları gibi, Ermenistan’ı özgür ve bağımsız bir Devlet olarak tanıdığını bildirir.
MADDE 89.
Öteki Bağıtlı Yüksek Taraflar gibi, Türkiye ile Ermenistan da, Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlis İllerinde, Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırın saptanması işini Amerika Birleşik Devletleri Başkanın hakemliğine sunmayı ve bu konudaki kararını olduğu kadar, Ermenistan’ın denize çıkışı ile sözü geçen sınıra bitişik bütün Osmanlı topraklarının askersizleştirilmesine ilişkin ileri sürebileceği bütün , hükümleri kabul etmeyi kararlaştırmışlardır.
MADDE 90.
89. Madde uyarınca sinir saptanması, sözü geçen İller topraklarının tümünün ya da bir kesiminin Ermenistan’a aktarılmasına yol açacak olursa, Türkiye, aktarılan toprak üzerindeki bütün haklarından ve sıfatlarından, karar tarihinden başlamak üzere geçerli olarak, vazgeçtiğini şimdiden bildirir. İşbu Antlaşmanın, Türkiye’den ayrılan topraklara uygulanacak hükümleri, o andan başlayarak, bu topraklara da uygulanacaktır.
Ermenistan’ın, kendi egemenliği altına girmiş topraklar nedeniyle üstlenmesi gerekecek, Türkiye’ye ait malî yükümlülüklerin ya da hakların oranı ve niteliği, işbu Antlaşmanın VIII. Bölümünün (Malî Hükümler) 241. . Maddesinden 244. Maddesine kadarki Maddeleri uyarınca saptanacaktır.
İşbu Antlaşma ile çözüme bağlanamayan ve sözü geçen toprağın aktarılmasından doğabilecek bütün sorunlar, gerekirse, daha sonra yapılacak sözleşmelerle çözüme bağlanacaktır.
MADDE 91.
89. Maddede belirtilen toprağın bir kesiminin Ermenistan’a aktarılması durumun-da, sözü geçen Maddede öngörülen karardan sonra üç ay içinde, Ermenistan ile Türkiye arasında, bu kararın ortaya çıkaracağı sınırı toprak [arazi] üzerinde çizmek için, kuruluş biçimi daha sonra saptanacak, bir Sınırlandırma Komisyonu kurulacaktır.
MADDE 92.
Ermenistan’ın, Azerbaycan ve Gürcistan ile sınırları, ilgili Devletler arasında, her biriyle ortaklaşa anlaşma yoluyla saptanacaktır.
89. Maddede öngörülen karar alındığında, ilgili Devletler, iki durumdan birinde, sınırlarını ortaklaşa anlaşmayla saptayamamışlarsa, bu sınır, Başlıca Müttefik Devletlerce saptanacak ve sınırın toprak [arazi] üzerinde çizilmesini de bu Devletler yapacaklardır. .
MADDE 93.
Ermenistan, Ermenistan’da oturanların çoğunluğundan soy, dil ya da din bakımından ayrı olanların çıkarlarını korumak için, Başlıca Müttefik Devletlerin gerekli görecekleri hükümleri, bunları bu Devletlerle yapacağı bir Antlaşmaya da geçirmeğe rıza göstererek, kabul eder.
Ermenistan, ayrıca, transit özgürlüğünü ve öteki ulusların ticareti için hak gözetir bir rejimi korumak üzere Başlıca Müttefik Devletlerce gerekli görülecek hükümlerin bu Devletlerle yapılacak bir Antlaşmaya konulmasını kabul eder.
AZINLIKLARIN KORUNMASI
MADDE 140.
Türkiye, 141 ., 145. ve 147. Maddelerin kapsadığı hükümlerin temel yasalar olarak tanınmasını ve hiçbir yasanın, hiçbir tüzüğün ve hiçbir Padişah Buyruğunun ya da resmi işlemin, bu hükümlere aykırı ya da bunlarla çelişir olmamasını, hiçbir yasanın, hiçbir tüzüğün, hiçbir Padişah Buyruğunun ve hiçbir resmî işlemin söz konusu hükümlerden üstün sayılmamasını yükümlenir.
MADDE 141.
Türkiye, Türkiye’de oturan herkesin, doğum, bir ulusal topluluktan olmak, dil, soy ya da din ayrımı yapılmaksızın, yaşamlarını ve özgürlüklerini korumayı, tam ve eksiksiz olarak sağlamayı yükümlenir.
Türkiye’de oturan herkes, her inancın, dinin ya da mezhebin gereklerini, ister açıkta ister özel olarak, özgürce yerine getirme hakkına sahip olacaktır.
Yukarıdaki paragrafta öngörülen hakkın özgürce yerine getirilmesine karşı herhangi bir saldırı, ilgili mezhep hangisi olursa olsun, aynı cezalarla cezalandırılacaktır.
MADDE 142.
1 Kasım 1914’den beri Türkiye’de bir ürkü (tedhiş) rejimi bulunduğu için, İslam dinine geçişlerden hiçbiri olağan koşullar altında gerçekleşmiş olamayacağından bu tarihten sonraki İslam’ı benimsemelerin tanınmaması ve, 1 Kasım 1914’den önce Müslüman olmayan bir kimsenin, özgürlüğüne kavuştuktan sonra, kendi isteğiyle İslam’ı benimsemesi için gerekli işlemleri yerine getirmedikçe Müslüman sayılmaması süre gidecektir. ,
Osmanlı Hükümeti, savaş süresince Türkiye’de yapılan topluca öldürmeler sırasında kişilere verilen zararları en geniş ölçüde karşılamak için, 1 Kasım 1914’den beri herhangi bir soydan ya da dinden olursa olsun, ortadan yok olmuş, zorla götürülmüş, gözaltı [enterne] edilmiş ya da tutuklanmış kişilerin aranması ve kurtarılması için, kendisinin ve Osmanlı makamlarının tüm desteğini sağlamayı yükümlenir.
Osmanlı Hükümeti, zarar görenlerin, ailelerinin ve yakınlarının yakın malarını dinlemek, gerekli soruşturmalarda bulunmak ve sözü edilen kişileri özgürlüklerine kavuşturmaları için buyruk çıkarmak amacıyla, Milletler Cemiyeti Konseyince atanacak karma komisyonların çalışmalarını kolaylaştırmağı yükümlenir.
Osmanlı Hükümeti, bu komisyonların kararlarına saygı gösterilmesini ve özgürlükleri geri verilmiş herkesin güvenliğini ve özgürlüğünü sağlamayı yükümlenir.
MADDE 143.
Türkiye, soy azınlıklarından olan kişilerin karşılıklı ve gönüllü göçlerine ilişkin olarak Müttefik Devletlerin uygun görecekleri hükümleri tanımayı yükümlenir.
Türkiye, karşılıklı göç konusunda, Yunanistan’la Bulgaristan arasında 27 Kasım 1919’da Neuilly-sur-Seine’de imzalanan Sözleşmenin 16. Maddesinden yararlanmamayı yükümlenir. İşbu Antlaşmanın yürürlüğe girişini izleyecek altı ay içinde, Yunanistan ile Türkiye, Yunanistan’a aktarılan ya da Osmanlı kalan topraklardaki Türk ve Yunan soylu halkın karşılıklı ve gönüllü göçüne ilişkin özel bir anlaşma yapacaklardır.
Bir anlaşmaya varılamaması durumunda, Yunanistan ve Türkiye, Milletler Cemiyeti Konseyine başvurmak hakkına sahip olacaklar ve Konsey sözü edilen anlaşmanın koşullarını saptayacaktır.
MADDE 144.
Osmanlı Hükümeti, Bırakılmış Mallar [Emval-i Metrûke] konusundaki 1915 tarihli yasa ile ek hükümlerin haksızlığını kabul eder ve bunların tümüyle hükümsüz ve, gelecekte olduğu gibi geçmişte de, geçersiz olduklarını bildirir.
Osmanlı Hükümeti, 1 Ocak 1914’den’ beri, topluca öldürülme korkusuyla ya da başka herhangi bir zorlama yüzünden, yurtlarından kovulmuş, Türk soyundan olmayan Osmanlı uyruklarının yurtlarına dönüşlerini ve yeniden işlerine başlayabilmelerini, olabildiği ölçüde kolaylaştırmağı resmen yükümlenir. Sözü edilen Osmanlı uyruklarıyla, bunların üyesi bulundukları toplulukların malı olan ve yeniden bulunabilecek taşınır ya da taşınmaz malların, kimin elinde bulunurlarsa bulunsunlar, bir an önce geri verilmesi gerektiğini Osmanlı Hükümeti kabul eder. Bu mallar, onlara yükletilmiş olabilecek her türlü kısıtlamadan ve vergiden sıyrılmış olarak ve bugün onlara sahip olanlara ya da onları ellerinde tutanlara hiçbir ödence [tazminat] ödenmeksizin, geri verilecektir; şu kadar ki, bunların, mülkiyet ya da elde bulundurma hakkını kendilerinden edindikleri kimselere karşı dâva hakları saklı tutulacaktır.
Osmanlı Hükümeti, gerekli görülecek her yerde, Milletler Cemiyeti Konseyince hakemlik komisyonları atanmasını kabul eder. Bu komisyonların her biri, Osmanlı Hükümetinin bir temsilcisi ile, zarara uğradığını öne süren ya da üyelerinden birinin zarara uğradığı savında bulunan topluluğun bir temsilcisinden ve Milletler Cemiyeti Konseyince atanan bir Başkandan oluşacaktır. Hakemlik komisyonları, işbu Maddede öngörülen. bütün istemleri inceleyecek ve bunları basit yöntemle karara bağlayacaktır.
Sözü edilen hakemlik komisyonları aşağıdaki konularda buyurma yetkisine sahip olacaklardır:
1.Gerekli görecekleri her çeşit yenden yapım ve onarım işleri için Osmanlı Hükümetince işgücü sağlanması. Bu işgücü, hakemlik komisyonunca sözü geçen işlerin yapılmasına gerek gördüğü topraklarda yaşayan soylardan kişiler arasından sağlanacaktır;
2.Soruşturma sonucu, topluca öldürmeler ya da zorla yerinden etmelere eylem-sel olarak katıldığı, ya da bunlara yol açtığı kanıtlanan her kişinin görevinden uzaklaştırılması; bu gibi kimselerin malları konusunda alınacak önlemleri komisyon gösterecektir;
3.Bir topluluğun, 1 Ocak 1914’den beri, mirasçısız olarak ölmüş ya da yitik bulunan üyelerinin bütün taşınır ya da taşınmaz malların kime aktarılacağı. Bu mallar, Devlet yerine, topluluğa aktarılabilecektir;
4.1 Ocak 1914’den sonra, taşınmaz mallar üzerinde yapılan bütün satış işlemleriyle, hak yaratan işlemlerin geçersiz sayılması. Bu malları ellerinde bulunduranlara ödence [tazminat] ödenmesi, geri vermenin geciktirilmesine bahane olarak kullanılamayacak biçimde, Osmanlı Hükümetinin yükümlülüğünde olacaktır. Ancak, sözü edilen malları şimdi ellerinde bulunduranlarca bir ödemede bulunulmuşsa, hakemlik komisyonunun ilgililer arasında hak gözetirliğe uygun bir çözüm yolu kabul ettirme yetkisi olacaktır.
Osmanlı Hükümeti, komisyonların işleyişini ve kesin nitelikte olacak kararlarının yerine getirilmesini, olanak ölçüsünde, kolaylaştırmayı yükümlenir. Bunlara karşı, yargısal ya da yönetimsel, hiçbir Osmanlı makamının kararı öne sürülmeyecektir.
MADDE 145.
Bütün Osmanlı uyrukları, yasa önünde eşit olacaklar ve soy, dil ya da din ayrılığı gözetilmeksizin aynı yurttaşlık [medenî] haklarıyla siyasal haklardan yararlanacaklardır.
Din, inanç ya da mezhep ayrılığı, hiçbir Osmanlı uyruğunun yurttaşlık haklarıyla [medenî haklarıyla] siyasal haklardan yararlanmasına, özellikle kamu hizmetleri ne ve görevlerine kabul edilme, yükseltilme, onurlanma ya da çeşitli mesleklerde ve iş kollarında çalışma bakımından, bir engel sayılmayacaktır.
Osmanlı Hükümeti, işbu Antlaşmanın yürürlüğe girmesinden başlayarak iki yıllık bir süre içinde, Müttefik Devletlere, soy azınlıklarının orantılı temsili ilkesine dayalı bir seçim sistemi düzenlenmesi tasarısı sunacaktır.
Herhangi bir Osmanlı uyruğunun, gerek özel gerekse ticaret ilişkilerinde, din, basın ya da her çeşit yayın konularıyla açık toplantılarında, dilediği bir dili kullanma-sına karşı hiçbir kısıtlama konulmayacaktır. Türkçe’den başka bir dil konuşan Osmanlı uyruklarına, mahkemelerde, ister sözlü ister yazılı olsun, kendi dillerini kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır.
MADDE 146.
Osmanlı Hükümeti, tanınmış yabancı üniversitelerden ve okullardan verilen diplomaların geçerliliğini tanımayı ve, bunları almış olanların, bu diplomaların tamlığı yeteneği gerektiren mesleklerde ve sanatlarda özgürce çalışmalarını kabul etmeyi yükümlenir.
Bu hüküm, Türkiye’de oturan Müttefik Devletler uyruklarına da uygulanacaktır.
MADDE 147.
Soy, din ya da dil azınlıklarından olan Osmanlı uyrukları, hem hukuk bakımından hem de uygulamada, öteki Osmanlı uyruklarıyla aynı işlemlerden ve aynı güvencelerden yararlanacaklardır. Bunların, özellikle, bağımsız olarak ve Osmanlı makamları hiçbir biçimde karışmaksızın, giderlerini kendileri ödemek üzere, her türlü hayır kurumlarıyla, dinsel ya da sosyal kurumlar, ilk, orta ve yüksek okullarla, başka her çeşit öğretim kurumları —buralarda kendi dillerini özgürce kullanmak ve kendi dinlerini özgürce uygulamak hakkına da sahip olarak— kurmak, yönetmek ve denetlemek konularında eşit hakka sahip olacaklardır.
MADDE 148.
Soy, dil ya da din bakımından azınlıklardan olan Osmanlı uyruklarının önemli bir oranda bulundukları kentlerde ya da bölgelerde, söz konusu azınlıklar, Devlet bütçesi ile, belediyeler bütçesi ya da öteki bütçelerce eğitim ya da hayır işlerine genel gelirlerden [kamu gelirlerinden] sağlanacak paralardan yararlanmaya hak gözetirliğe uygun bir ölçüde katılacaklardır.
Söz konusu bu paralar, ilgili toplulukların yetkili temsilcilerine verilecektir.
MADDE 149.
Osmanlı Hükümeti, Türkiye’deki bütün soy azınlıklarının kilise ve okul konularında özerkliğini tanımayı ve buna saygı göstermeyi yükümlenir. Osmanlı Hükümeti, bu amaçla ve işbu Antlaşmanın aykırı düşen hükümleri saklı kalmak üzere, Müslüman olmayan soylara kilise, okul ya da adalet konularında Sultanlarca verilmiş fermanlar, hatlar, beratlar ve bu gibi özel buyruklar ya da fermanlarla, Bakanlık ya da.Sadrazamlık buyrukları ile tanınmış ayrıcalıklarla bağışıklıkları tümüyle doğrular ve gelecekte de destekleyeceğini bildirir.
Osmanlı Hükümetinin çıkardığı ve sözü edilen ayrıcalıklarla bağışıklıkların kaldırılmasını, kısıtlanmasını ya da değiştirilmesini öngören bütün kararnameler, yasalar, yönetmelikler ya da genelgeler geçersiz sayılacaktır.
İşbu Antlaşma hükümlerine uygun olarak Osmanlı adalet rejiminde yapılacak her değişiklik —bu değişiklik soy azınlıklarından kişileri etkilemekte ise— işbu Madde hükümlerinden üstün sayılacaktır.
MADDE 150.
Hıristiyan ya da Yahudi dininden Osmanlı uyruklarının önemli oranda oturdukları kentlerde ve bölgelerde, Osmanlı Hükümeti, bu Osmanlı uyruklarının inançlarına ya da dinsel uygulamalarına bir saldırı sayılabilecek herhangi bir eylemi yapmağa zorlanmamalarını, ve hafta tatili günlerinde mahkemelerde hazır bulunmamaları ya da yasal bir işlemi yerine getirmemeleri yüzünden, haklarını hiçbir biçimde yitirme melerini yükümlenir. Bununla birlikte, bu hüküm, bu Hıristiyan ya da Yahudi Osmanlı uyruklarını, kamu düzeninin korunması için, bütün öteki Osmanlı uyruklarına yükletilen yükümlülükler dışında tutar anlamına gelmeyecektir.
MADDE 151.
Başlıca Müttefik Devletler, bu Bölümdeki hükümlerin yerine getirilmesini güvence altına almak için ne gibi önlemler alınması gerektiğini, Milletler Cemiyeti Konseyi ile birlikte inceledikten sonra saptayacaklardır. Osmanlı Hükümeti, bu konuda alınacak bütün kararları şimdiden kabul ettiğini bildirir.
YAPTIRIMLAR
MADDE 226.
Osmanlı Hükümeti, Müttefik Devletlere, savaş yasalarına ve yapılageliş [teamül] kurallarına aykırı eylemlerde bulunmakla suçlanan kişileri, kendi askerî mahkemeleri-ne vermek hakkını tanır. Suçluluğu kanıtlanan kişilere, yasaların öngördüğü cezalar uygulanacaktır. Bu hüküm, Türkiye’nin ya da Müttefiklerinin mahkemeleri önün deki her çeşit kovuşturmalar ya da dâvalardan ayrı olarak, uygulanacaktır’.
Osmanlı Hükümeti, savaş yasalarına ve yapılageliş kurallarına aykırı bir eylem işlemiş bulunmakla suçlanmış olup, adıyla, ya da Osmanlı makamlarınca kendilerine verilmiş rütbe, görev ya da iş tanımlanarak belirtilmiş olan bütün kişileri, Müttefik Devletlere ya da Müttefik Devletlerden bu kimseleri istemiş olduğunu bildirmiş olana teslim edecektir.
MADDE 227.
Müttefik Devletlerden birinin uyruklarına karşı [suç sayılacak bir] eylemde bulunanlar, bu Devletin askerî mahkemelerinde yargılanacaklardır.
Müttefik Devletlerden birkaçının uyruklarına karşı [suç sayılacak bir] eylem işlemiş olanlar, ilgili Devletlerin askerî mahkemeleri üyelerinden kurulu askerî mahkemelerde yargılanacaklardır.
Bütün bu durumlarda, sanık, kendi avukatını seçmek hakkına sahip olacaktır.
MADDE 228.
Osmanlı Hükümeti, suçlama konusu olan olayların tam bilinmesi, suçluların aranması ve sorumlulukların kesinlikle saptanması için ortaya konulması gerekli görülebilecek, ne çeşit olursa olsun, bütün bilgileri ve belgeleri sağlamayı yükümlenir.
MADDE 229.
226. Maddeden 228. Maddeye kadar olan Maddelerin hükümleri, savaş yasalarına ve yapılageliş [teamül] kurallarına aykırı eylemler işlemiş olmakla suçlanan ve kendi topraklarında ya da buyrukları altında bulunan kişiler bakımından, eski Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları kendilerine verilen ya da verilecek olan Devletlerin Hükümetlerine de uygulanacaktır.
Sözü edilen kişiler, bu Devletlerden birinin uyrukluğunu almışsa, ilgili Devletin istemesi üzerine ve onunla anlaşarak, ya da bütün Müttefik Devletlerin topluca iste meleri üzerine, bu kişilerin kovuşturulmasını ve cezalandırılmasını sağlamak için gerekli bütün önlemleri almayı, bu Devletin Hükümeti yükümlenir.
MADDE 230.
Osmanlı Hükümeti, 1 Ağustos 1914 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu’nun parçası bulunan herhangi bir toprak üzerinde, savaş durumu sırasında işlenen topluca öldürmelerden sorumlu olan Müttefik Devletlerce istenen kişileri kendilerine teslim etmeyi yükümlenir.
Müttefik Devletler, bu nedenle suçlanan kişileri yargılamakla görevlendirilecek mahkemeyi göstermek hakkını saklı tutarlar ve Osmanlı Hükümeti bu Mahkemeyi tanımayı yükümlenir.
Uygun bir süre içinde, Milletler Cemiyeti, sözü edilen topluca öldürmeleri yargılamaya yetkili bir mahkeme kurarsa, Müttefik Devletler, sözü geçen sanıkları bu mahkemeye vermek haklarını saklı tutarlar ve Osmanlı Hükümeti bu mahkemeyi tanımayı da yükümlenir.
228. Madde hükümleri, bu Maddede öngörülen durumlara da uygulanır.
AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...
#146
Gönderim zamanı 16.10.2007 - 13:33
türkten ermeni olmaz hepimiz türküz ermeni olamayız
Koş saraylarima bulabilirsen beni
Konuş ve dertleş eskisi gibi
Bul seni getir bana hediyem ol
Aklımın odaları senle doldu taştı
Konuş ve dertleş eskisi gibi
Bul seni getir bana hediyem ol
Aklımın odaları senle doldu taştı
#147
Gönderim zamanı 16.10.2007 - 13:40
Ankara, 7 Ağustos 1982; Esenboğa havaalanı: İki Ermeni teröristin eylemi sonucu 9 kişi öldü, 82 kişi yaralandı. Bir yıl sonra ise Paris'in Orly havaalanında gerçekleştirilen benzer bir saldırı tüm dünya basınında yankılandı.
Mustafa Kemal'in 1922 Eylülü'ndeki zaferle bir anda İzmir, Çanakkale ve İstanbul'a varmasına karşılık, Selanik'e kadar ilerlemesi itmelerine direnerek, dünyaca onaylanacak bir barışla durumu çözme kararlılığıyla ordularını frenlemesi, Osmanlı'dan doğan sorunları tamamen sona erdirme arzusunun ürünüydü.
Türkiye Cumhuriyeti'nin bir daha bu sorunlarla uğraşması istenmiyordu. 'Yurtta sulh, cihanda sulh' ilkesi ve kesin olarak 'Misakı Milli' sınırlarının dışına taşmama kararlılığı nedeniyle, Ankara Hükümeti, Ermeni sorunlarına eğilmeyi düşünmemiştir.
Bu nedenle II. Dünya Savaşı sonrasında konu yeniden gündeme getirildiğinde, hemen herkes 'Ankara'nın hazırlıksız yakalandığını' söylemiştir.
Gerçekten çoğu kez, tarihe gömülmüş konuları tartışırken Türk temsilcilerinin, 'Böyle bir sorun mu vardı?' şeklindeki tepkileri ve 'Türkiye Cumhuriyeti'ni ilgilendirmez' yanıtları, karşı tarafın istediği gibi at koşturmasına zemin hazırlamıştır.
SAVAŞ SONRASI
II. Dünya Savaşı ertesinde sömürgeciliğin tasfiyesi ve bütün ulusların bağımsızlığını kazanması rüzgarları esmeğe başladığında, bundan Ermeniler de etkilendiler.
l965'te Erivan sokaklarında, 'Topraklarımız, topraklarımız' feryatları arasında yapı gösterilere ve soykırım anıtı dikilmesine, Sovyet rejimi de karşı çıkmadı. Bolşeviklerin suçlu ilan edilmemesi ve sadece Türklerin 'günahkar' gösterilmesi koşuluyla, Batı'da başlayan akımın NATO'nun ortağı Türkiye'yi hedef alması işlerine geliyordu. 'Düşman cephesini' parçalamış oluyorlardı.
İKİ KUTUPLU DÜNYADA ERMENİ SORUNU
ASALA terörizmine varacak bu başlangıç dönemi konusunda, 1970 yılında Beyrut'ta Basın Ateşesi iken tanığı olduğum olaylar konusunda o zaman yazdığım bir yazıyı, geçerliliğini hâlâ kaybetmediği için, aynen aktarmayı yararlı buluyorum:
"Lübnan'da yayımlanan bir Ermeni dergisinin kapağındaki 'Ünlü Ermeniler' kompozisyonu dikkatimi çekti. Mikoyan ile Gülbenkyan'ı en öne ve yan yana koymuşlardı. Birincisi en eski Bolşeviklerdendi ve Sovyetler Birliği'nin cumhurbaşkanlığını bile yapmıştı. İkincisi ise İngilizlerle işbirliği içinde petrol oyunlarına dalmış ve dünyanın en zenginlerinden biri olmuştu.
Dünyanın iki cepheye bölündüğü bu aşamada, Ermenilere, her ikisiyle de övünmekten başka çıkar yol kalmamıştı. Çünkü anavatanlarındaki göstermelik cumhuriyet, tamamen Moskova'nın güdümündeydi, diyasporadakiler ise Fransız, İngiliz, Amerikan vatandaşı olmuşlardı. Bağımsızlık iddiasıyla ayaklandırılmalarının sonucu, asıl kimliklerini kaybetmeleri ve bölük pörçük bütün dünyaya yayılmaları olmuştu. Bir bakıma kendilerini Yahudilere benzetiyorlardı.
Bu dağınıklığın etkisi, partilerinin ilişkilerinde de fark ediliyor. Taşnak Partisi ABD ile birlikte hareket ediyor; Hınçak'ın arkasında ise Sovyetler var. İkisinin dışında kalanlar herkesle -Türkiye dahil- dost geçinme adına Ramgavar Partisi'ni kurmuşlar. Çok sıkıştılar mı, Ermeni milliyetçiliği adına birleşiyorlar. İdeolojik ayrılıklarını unutuyorlar.
7 Ağustos 1982'de Ankara Esenboğa havaalanındaki kanlı saldırı (üstte), ASALA'nın 1973'ten 1986'ya kadar gerçekleştirdiği 180'i aşkın eylemin tırmanma noktalarından birisiydi.
BEYRUT-ERİVAN HATTI
Sovyetler'e casusluk yapan İngiliz ajanı Philby, Beyrut'tan Erivan'a kısmen Türkiye, kısmen İran üzerinden geçen bağlantı yolu üzerinden, sadece haber değil, iki taraf arasında insan ve altın kaçakçılığının varlığını belirtir. Aslında bundan İngiliz ve Amerikalılar kadar, Ruslar da şikayetçi değildi, zira iki taraf da yararlanıyordu. Tıpkı Hong Kong'dan hem kapitalistlerin hem de Komünist Çin'in yararlanması gibi.
Beyrutlu Ermenilerin sineması
1970'lerin başında Beyrut: Lübnan'daki Ermeni cemaati kendi içinde hâlâ Türkçe konuşuyor, Türkçe şarkılı filmler izliyor; ticaretinin büyük kısmını Adana, Mersin ve Gaziantep'ten gelen Türk müşterilerle yapıyordu. Ermeni cemaatin yüzde 99'u 'eski olayları' anmıyordu. Ancak yüzde birlik bir terörist grup karşısında da korkudan ses çıkaramıyordu. Fotoğrafta, 70'lerin Beyrut'unda, müşterisinin çoğunluğu olan ve sürekli Türk filmi oynatan bir sinema salonu görülüyor. Burada, yılda birkaç kez, bombalar patlatılırdı.
1880-1920 arasında destek vermiş görünenlerin kendilerini ne hale sokmuş olduklarından edindikleri deneyimle, Ermeniler şimdi herkesi idare etmeyi yeğliyorlar. Bu onlara güç de kazandırıyor. Zira örneğin Sovyetler, Erivan'dakileri, Marsilya ya da Los Angeles'takilerden koparamayacaklarını bildiklerinden ve belki de bir gün onları da komünist yapmaya yardımcı olacaklarını düşündüklerinden, konu üzerinde fazla tutucu olamıyorlar.
Ancak hem Rusya'nın hem de Batı dünyasının, olaylardaki kendi sorumluluklarını unutturmak için bir 'Tete de Turc'e yani her suçun üzerine atılacağı ve durmadan kafasına kakılacağı bir günah keçisine ihtiyaçları vardı.
Biliyorsunuz 'Tete de Turc' panayırlarda yumrukla kuvvet denemesi yapmak için kullanı sarıklı bir kafadır; yumruğun şiddetine göre, altındaki ibre gücün derecesini gösterir.
Dolayısıyla, neden bu hale geldiklerini sorgulayan ve geçmişin olaylarını bilmeyen genç Ermeni kuşaklarına, 'Hepsi katil Türklerin suçudur' mesajını vermek Batılıları rahatlatıyordu."
ASALA SAHNEDE
İşte 1970'te Lübnan'da durum böyleydi. Ben Beyrut'tan ayrıldığımda ise Arap-Yahudi çatışması öne geçmiş ve daha sonra da Lübnan'da tam bir iç savaşa dönüşecek çatışmalar başlamıştı.
1973'te Türkiye'nin Los Angeles konsolosu ve yardımcısının öldürülmesiyle ASALA terör örgütü ortaya çıktı ve olaylar bambaşka bir ivme kazandı. Batı tarafından uzun süre hoşgörüyle karşılanan bu örgüt, Türk diplomat ve temsilciliklerini hedef alıyordu. Üç düzine cinayet, sayısız yaralama ve sakat bırakma eylemlerine yol açan bu kanlı saldırılar, yıllara göre şöyle bir yoğunluk gösterdi:
1975 Viyana
1976 Beyrut
l977 Vatikan
1978 Madrid
1979 Haag, Paris
1980 Bern, Vatikan, Atina, Paris, Sidney
1981 Paris (3 kez), Kopenhag, Cenevre, Iran, Roma, Napoli
1982 Los Angeles, Ottawa (2 kez), Boston, Lizbon, Rotterdam, Bulgaristan
1983 Belgrat, Brüksel, Lizbon
1984 Tahran, Viyana (2 kez)
1991 Budapeşte.
Türkiye'nin diplomatik temsilcilikleri gibi, Türk Hava Yolları bürolarına da yöneltilen bu saldırılar, Batılılar tarafından haklıymış gibi sunuldukça, teröristler işi azıttılar; 1982'de Ankara Esenboğa havaalanını basıp bombaladılar ve 10 kişinin ölmesiyle 72 kişinin yaralanmasına neden oldular.
Avrupa'da ASALA hâlâ da önemsenmiyordu; ama 1983'te Paris'in Orly havaalanındaki THY bürosu önünde bomba patlatılıp 5 kişinin öldürülmesine, 63 kişinin de yaralanmasına yol açıldığında, olay ilk kez ciddiye alındı!
Fransa ASALA'ya resmen, 'eylemlerini dışarda yapma' uyarısında bulundu.
Neden diyaspora
sözcüğü
kullanılıyor?
Diyaspora sözcüğünü ansiklopediler, 'Sürgünden sonra Yahudilerin dünyanın her tarafına yayılması' diye tanımlarken, İncil de 'Kudüs'ün dışında bulunan Yahudi Hıristiyanları' diye bir tanım getiriyor. Tamamen Yahudi tarihine ait bu kavramı 20. yüzyılın ikinci yarısında, Ermenilerin ısrarla kendileri için kullanmalarının arkasında, 1915 olaylarını II. Dünya Savaşı'nda Nazilerin Yahudilere uyguladığı soykırımla özdeşleştirme çabası yatıyor. Ermenilerin başka ülkelere göç hareketi Osmanlı öncesinde de vardır. Balkanlara, Polonya'ya kadar gitmişlerdir. İran'dan sürülmüşlerdir. Fatih'in onları, Rumların ayak atmalarına asla izin vermediği İstanbul'a yerleştirmesi de diyaspora sayılmalıdır. Çünkü zorla getirilmişlerdir. 19. yüzyılda Amerikan misyonerlerinin protestanlaştırıp Amerika'ya' göçlerini sağlamaları da aynı çerçevede düşünülür... Bugün Ermenilerin 1915'e dayalı bir diyaspora ve onunla ilgili bir soykırım kavramı üzerinde yoğunlaşmaları, kimlik bulma sorununun yansıması olarak ortaya çıkıyor. Nazilerin Yahudilere uyguladıkları soykırımla hiçbir benzerliği olmayan 1915 olayları üzerinde durmaları ve kökeni 1880'lere kadar uzanan Ermeni terörizmini anımsamak istememeleri, aslında tarihle hesaplaşmak istemediklerini gösteriyor.
ASALA'DAN PKK'YA
ASALA olaylarının Kıbrıs geriliminin doruğa ulaştığı bir aşamada tırmanma gösterdiği dikkatlerden kaçmaz.
Yunanlılar Kıbrıs'tan Türkleri kaçırmak için terörist eylemleri artırırken Ermeni terörü de hızlanır. 1974'teki Kıbrıs çıkartmasının arkasından gelen ambargo, daha sonra 1980'lerden itibaren Sosyalist Blok ile NATO arasındaki yumuşama, Türkiye'nin Batı için önemini azaltmıştır.
Bu ortam hem Yunanistan'a Ege krizini Kıbrıs'a eklemeye hem de ASALA'ya cesaret vermişti. Ancak doğrudan eylemlerin tepki görmeye başlaması, yeni taktiklere yönelmelerine de zemin hazırladı. Bu, Batılı devletlerin de işine geliyordu. Fazla güçlenen ve haklar arayan bir Türkiye hoşlarına gitmiyordu. Başta Dev-Solcular olmak üzere, özellikle Almanya'da, Türk temsilciliklerine saldırılar bu dönemde arttı. 1983'ten itibaren de bu tür eylemlerin PKK terörüne dönüşmesi de rastlantı değildir.
ASALA'nın PKK'ya destek vererek daha da kapsamlı bir sorun yaratmaya yardımcı olduğu biliniyor. Yunanistan ise kamplar kurdurarak, silah vererek ve savaş için eğiterek birinci planda rol oynadı.
Viyana, 20 Haziran 1984: Ermeni teröristler Türkiye'nin Viyana Çalışma Ataşesi Erdoğan Özen'i bombalı bir saldırıyla otomobilinde öldürüyorlar.
KENDİ TARİHLERİNDEN KORKTULAR
Batılıların ASALA terörü gibi PKK terörüne de bir süre göz yumduktan hatta onu besledikten sonra, kendileri de hedef olmaya başlayınca -ya da PKK olayında olduğu gibi artık işe yaramaz hale gelince liderini teslim ederek- geri çekilmelerinin kökeninde, kendi ırkçı ünlerinin gündemde tutulmasını önleme çabaları başrolü oynamaktadır. Soykırımlarını hazırlayan ırkçılık tutkusunun 19. yüzyıl Avrupa düşüncesinin ürünü olduğunu, İngiliz ve Fransızların üstünlük mantığıyla başlayıp Almanlara doğru eriştiğini bilmeyen yok.
İkinci Dünya Savaşı sırasında yalnızca Almanların değil, bütün Avrupalıların Yahudi Soykırımı'na katkıda bulundukları artık kanıtlanmış durumda. Fransızlar 100 bin Yahudi'yi gaz odalarına gönderilmek üzere Nazilere teslim etmişlerdir.
Daha da ilginci, Fransa'nın 1960'larda öldürdüğü bir milyonu aşkın Cezayirli konusunun ele alınmasını istememesidir. Başbakan Jospin, "Bunun yargısını tarihçilere bırakalım" derken, Ermeni konusunun tarihçilere bırakılmasına ise karşı çıkılmaktadır.
Dünya çapındaki Amerikalı tarihçi Bernard Lewis, soykırım iddiasını çürüten bir makale yazdığı için, Fransız mahkemelerince mahkum edilmiştir. Soykırıma gerekçe yapı belgelerin gerçekliklerini sorguladıkları için, iki bilim adamı, Davison ve Giles Veinstein de tehditlere uğratıp görevlerinden uzaklaştırılmak olasılığıyla karşı karşıya bırakılmışlardır.
KIŞKIRTMALARI ÖRTMEK İÇİN
19. yüzyılda insanlığa ırkçılığı aşılamakla kalmayıp 20. yüzyılda da tarihin en büyük kıyımlarını ve en kanlı toplu savaşlarını yaşatanların, kendi kışkırtmalarını örtmek için başkalarını hedef göstermeleri, savundukları 'Aydınlanma' felsefesine ihanet olmuyor mu?
Bu soruyu ortaya atarken, '1880'lerden beri Türkler Ermenilere hiçbir şey yapmadılar' noktasına varacak değiliz.
Bugün ne Ermenilerin ne de Batılıların hiç sözünü etmedikleri -hatta camilere doldurulup yakılmış- Türk ve Kürt kurbanların sayısı kadar, tehcir (zorunlu göç) sırasında yaşını yitirmiş Ermeni vardır.
Şimdi Kürtlerin bile dışıp sadece Türklerin suçlu ilan edilmesi çabası karşısında, eskiden beri açıkladığım şu görüşümü tekrarlayacağım: Suçlu kürsüsüne Türkler (Kürtlerle birlikte), Ermeniler ve kışkırtıcı Batılılar el ele tutuşup çıkmalı ve sorumluluğu her bir taraf, üçte bir oranında paylaşmalıdır.
ORHAN KOLOÐLU.
AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...
#148
Gönderim zamanı 16.10.2007 - 15:00
Bizler tarihi gerçeklerimizi savunmayı becereyemeyen bir milletiz.
Şu Dünya üzerinde Türk'ün yaşamadığı ülke yoktur. Fakat rahatımız
bozulmasın yaşadığımız ülkede diye hiçbirinin sesi çıkmaz.
Şu Dünya üzerinde Türk'ün yaşamadığı ülke yoktur. Fakat rahatımız
bozulmasın yaşadığımız ülkede diye hiçbirinin sesi çıkmaz.
AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...
#149
Gönderim zamanı 18.10.2007 - 11:56
Hepimiz Hrant'ız Ermeni'yiz diyenler,acaba Hepimiz MEHMETMEÇİYİZ Mitingi yapacaklar mı?
Hamburg'da yapıldı mesela..Burda da olur mu?Olduysa da neden mail mail dolaşmadı kimse de..Neden bu kadar duyarsız kalındı??
Hamburg'da yapıldı mesela..Burda da olur mu?Olduysa da neden mail mail dolaşmadı kimse de..Neden bu kadar duyarsız kalındı??
Bir kadını ağlatırken,çok dikkat edin çünkü ALLAH,gözyaşlarını sayar..!!
Kadın,erkeğin kaburgasından yaratıldı,ayaklarından değil...
Öyle olmuş olsaydı,ezilirdi..
Erkeğin başından da yaratılmadı,üstün olmasın diye..
Ama göğsünden yaratıldı,eşit olsun diye;
....kolun biraz altından,korunsun diye...
Kalp hizasından yaratıldı SEVİLSİN diye..
* * *
Kimlik gizli, hayaller gizli ve ben de gizli...
Susuyorum..
Ve seni sevdiğimi kimselere söylemiyorum..
(Böyle kalsın. Kimin değiştirdiğini anlarsın senn)
Kadın,erkeğin kaburgasından yaratıldı,ayaklarından değil...
Öyle olmuş olsaydı,ezilirdi..
Erkeğin başından da yaratılmadı,üstün olmasın diye..
Ama göğsünden yaratıldı,eşit olsun diye;
....kolun biraz altından,korunsun diye...
Kalp hizasından yaratıldı SEVİLSİN diye..
* * *
Kimlik gizli, hayaller gizli ve ben de gizli...
Susuyorum..
Ve seni sevdiğimi kimselere söylemiyorum..
(Böyle kalsın. Kimin değiştirdiğini anlarsın senn)
#150
Gönderim zamanı 18.10.2007 - 19:54
Allah rızası olan şeylerden uzak dururuz...Bir şey pirim yapmıyorsa bizim kendine entel diyen takımı bulamassın...Belkide gerçekten ermenidirler...
Bir gün daha geçti ve biz biraz daha yaklaştık;Bizden hiç uzak olmayan ölüme...
#151
Gönderim zamanı 22.01.2011 - 11:54
ya o zamanlar hepimiz ermeniyiz diyenler; vay anam vay hrant dink'i öldürürsünüz ha o zaman ben de türklüğü bırakıyorum ve bundan kelli ermeni oluyorum demediler ki. konunun ilk yazısında yazan şehitlere de iyi olsunlar demediler ki. çarpıtmışlar valla. orada denmek istenen; sırf ermeni diye bir vatandaşı arkadan vurursanız o zaman biz de hrant dink'in yanındayız demek içindi.
#152
Gönderim zamanı 22.01.2011 - 16:03
Şu dönemde nerdeyse Türküm demek suç
Satılmışlık sırayla değil , parayla bu ülkede..
Satılmışlık sırayla değil , parayla bu ülkede..
AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...
Benzer Konular
Konu | Forum | Konuyu Açan | İstatistikler | Son Mesaj Bilgisi | |
---|---|---|---|---|---|
Kur'an da Her Şey Yoktur Diyenlere.kuranda, her, şey, yoktur ve 1 daha... |
Din & Ahlâk | halukgta |
|
|
|
Nisa Suresi 43. Ayetin Hükmü Kalkmıştır, Nesh Edilmiştir Diyenlere.... |
Din & Ahlâk | halukgta |
|
|
|
Anket: Hepimiz Türk Müyüz ? |
Anketler | Can Ka No Rey |
|
|
|
Hepimiz İçin Bir Çözüm Yolu:bilinçlenme Hareketi |
Web Siteleri | bilinclenmehareketi |
|
|
|
Standart PC bana yetmez diyenlere!... |
Bilim & Teknoloji Haberleri | Haberci |
|
|
24 kullanıcı bu konuya bakıyor
0 üye, 24 ziyaretçi, 0 gizli