ay sen ne hoş, ne cici bir admin oluyosun bazen yaa. çok sağ ol. senin söylediklerin bana şunu gösteriyor, bir kere acele etmemem lazım. daha sindirerek okumuş olsam 'why don't we take a taxi your place?' şeysindeki 'your place' ifadesini kaçırmazdım mesela. böylece onu taksi çağırmak değil taksiyle bir yere gitmek olarak düşünebilirdim. 'i have a wonderful idea' için 'bu harika bir fikir' derken zaten ayakta uyumuşum. onu hiç zorlanmadan 'harika bir fikrim var' diye çevirebilirdim ben, çok basit, nasıl dalmışsam demek ki. üşenmeyip toparlıycam ben buraya kadar olan bölümü şimdi. ama bi el atman gereken başka yerleri de var aslında. görürsen onlara da bakarsın belki, bak en şirin ifademle çok rica ediyorum.
The first time I saw Terry Lennox he was sitting a Rolls - Royce in front of a fancy restaurant, and he was very drunk.
Terry Lennnox'u ilk gördüğümde o pahalı (fancy: süslü püslü, fantezi, fahiş) bir restoranın önündeki bir Rolls - Royce'un içinde oturuyordu ve çok sarhoştu.)
He had a young man's face, but his hair was white as snow.
(Genç bir adamın yüzüne sahipti fakat saçları kar gibi beyazdı.)
You could see he was drunk by looking at his eyes; otherwise he looked like any young man who had been spending too much money in a place that was there to take your money.
(Onun gözlerine baktığınızda sarhoş olduğunu görebiliyordunuz, bunun dışında paranızı alma amacı taşıyan bir yerde çok para harcayan her genç adam gibi görünüyordu.)
- şöyle bi şey aslında de mi; man who had been spending too much money / çok para harcamış olan bir adam...a place that was there to take your money / bir yer ki orası sizin paranızı alır - almak ister / paranızı alma amacı taşıyan bir yer -
There was a woman beside him.
(Onun arkasında bir kadın vardı.)
Her hair was a pretty dark red and she had a distant smile on her lips.
(Onun saçlarının hoş bir koyu kırmızı rendi ve dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme vardı.)
'I have a wonderful idea, darling' the woman said, trying to be a nice.
('Harika bir fikrim var sevgilim' dedi kadın sevimli görünmeye çalışarak.)
'Why don't we have a taxi your place and get your little car out?'
(Neden bir taksiyle evine gidip senin şu küçük arabanı almıyoruz?'
It's a wonderful night for a ride up the coast.'
(Bu arabayla sahil boyunca gitmek için harika bir gece.)
The man said,'Awfully sorry, but I don't have it any more.Had to sell it. ' He spoke clearly.
(Adam 'Son derece üzgünüm fakat araba artık bende değil' dedi. 'Satmak zorunda kaldım.' Çok net konuştu.
'Sold it, darling? What do you mean?' She slid away from him, but her voice slid even further.
('Onu sattın mı sevgilim? Ne diyorsun?' Kadın ondan uzaklaştı fakat sesi daha da....?) burada takılmaya devam ediyorum maalesef.
'I had to. Had to eat.'
(Mecburdum. Yemek zorundaydım.) satıp parasını yemek zorundaydım...?
'Oh, I see.' A piece of ice wouldn't have melted on her now.
('Evet görüyorum - anladım.) 2. cümleyi hiç anlamadım yalnız. Şimdi onun (kadının) üstünde...bir buz parçası....erimiş olamazdı...?