Gönderim zamanı 23.09.2007 - 00:28
Ticaretin siyasi halleri
İtirafçı bir ülkücü, yapının mafyalaşmasını 1988'de şu ifadelerle açıklıyordu: Bize komünist diye dükkânlarını bombalattıkları ya da dövdürdükleri adamların siyasetle alakaları olmadığını, sadece bazılarının işlerine engel olduklarını sonradan gördük...
11/07/2001 (1204 kişi okudu)
Siyaset-mafya ilişkisinin kökleri elbette eskiye dayanıyordu. Mafyaya 'götürü iş yapan' sol siyasetler 12 Eylül'le un ufak olacak, 12 Eylül vurgununu ucuz atlatan ülkücülerse 1980'lerin ortalarında
'mafyalaşma' aşamasına gelecekti.
Ama örneğin ülkücülerin Avrupa liderlerinden Musa Serdar Çelebi'den yola çıkıldığında şimdi MHP Hatay milletvekili Mehmet Şandır'a geliniyordu.
Şandır yıllar önce MHP İstanbul bölgesi
'eğiticilerinden' biriydi. MHP Genel Merkezinde ele geçen belgeler, Şandır'ın Hergün gazetesi muhabiri sıfatıyla bazı kişi ve kuruluşlardan para topladığını gösteriyordu. 'MHP ve Ülkücü Kuruluşlar' iddianamesine göre bunlardan biri Mehmet Erzen'di. Uğur Mumcu listedeki Mehmet Erzen'in 'Mehmet Zeki Erzen' olması durumunda işin renginin değişeceğini yazdı (Ağca Dosyası, Tekin Yayınevi, sayfa 13). Erzen'in önemi MHP'ye para vermekten değil, ilişkilerinden kaynaklanıyordu.
1-) Mehmet Ali Ağca'yı yönlendiren adam Oral Çelik oluyordu.
2-) Ağca Roma savcısına verdiği ifadede Bekir Çelenk'in ve Abuzer Uğurlu'nun adını veriyordu.
3-) Bekir Çelenk, Ermeni Samir Ariş'in ortağıydı.
4-) Çelenk aynı zamanda Mehmet Zeki'in yakın dostuydu.
5-) Samir Aris ise Henry Aslanyan'ın ortağıydı.
6-) Henry Aslanyan Samsunlu Ali Açmak ile çalışıyordu.
7-) Ali Açmak Suriyeli ünlü kaçakçı Şaban Vezir'le iş bitiriyordu.
8-) Ali Açmak MHP Sungurlu İlçe Başkanı
ile ortak olduğu gerekçesiyle yargılanıyordu.
9-) Henry Aslanyan'ın karısı Bulgar vatandaşıydı.
10-) Mehmet Ali Ağca kendisine pasaport sağlayan Ömer Marsan ile Sofya'da Türk mafyasının üstlendiği ünlü Vitoşa otelinde buluşuyordu.
11-) O günlerde Bekir Çelenk Vitoşa'da kalıyordu.
12-) İnanması güç ama uyuşturucu taciri Bekir Çelenk'in İsviçre'deki ortaklarından biri olan, daha o yıllarda özel uçak sahibi Mehmet Zeki Erzen 1969 seçimlerinde MHP'den İstanbul milletvekili adayıydı.
Aç geziyordu
Bunlar biliniyordu ama ülkücü mafya patlaması 1987-88 yıllarında oldu. Mafyalaşma süreci aslında 12 Eylül'den çok önce başlamış, ilk 'başarı'ya 1982'de yaşanan Banker faciasında ulaşılmıştı. Ödenmeyen alacaklar silah zoruyla tahsil ediliyordu. Bu başarıdan sonra mafya,
'ülkücü mafyayı' el altında bulundurulacak silahlı bir güç olarak görmeye başladı.
Ülkücü hareketin mafyalaşmasının temel etkeni bir itirafçı tarafından şöyle açıklanacaktı: "Bize komünist diye dükkânlarını bombalattıkları ya da dövdürdükleri adamların siyasetle alakaları olmadığını, sadece bazılarının işine engel olduklarını sonradan gördük" (Hakan Çeşnigil, Nokta, 1988).
Eski ülkücü, yeni işadamı Lokman Kondakçı'ya göre mafyaya yönelmekte haklılık payı vardı. Çünkü, 12 Eylül'den sonra ülkücülerin büyük çoğunluğu 'aç' geziyordu.
İlk ciddi tanışma
Uyuşturucuyla ilk ciddi tanışma, ülkücü hareketin içinde 'Malatyalılar' diye bilinen grubun faaliyetiyle gerçekleşecekti. Oral Çelik, Mehmet Şener, Yavuz Çaylan ve Mehmet Ali Ağca'dan oluşan grup 12 Eylül'de yurtdışında karşılıyordu. Eroin işine giren Mehmet Şener kısa sürede finansman sorununu çözecek boyutta bir yaşam biçimine ulaşıyordu. Arkadaşlarının gereksinmelerini karşılamak için para arayan Abdullah Çatlı bir süre sonra 'beş- altı kilo eroinle' Mehmet Şener'in yanındaydı.
1999 seçimlerinden sonra 'ülkücü mafya' olgusu en çok parti yönetimini rahatsız etti. İnanması güçtü ama sorun 'mafya ilişkileri nedeniyle üç bin ülkücünün partiden kayıtlarının silindiği açıklanarak' çözümlendi. Milli Güvenlik Kurulu bildirilerinde öncelikli tehdit unsuru olarak anılan 'ülkücü mafyanın' da 'aşırı sağın' da Türkiye'deki adresi belliydi.
Başlangıçtan beri olaylar bu savları doğrulayacak biçimde gelişecekti. Susurluk iş kazasında ortaya çıkan Şevket Yahnici'nin deyişiyle, 'rezaletin beşyüzde biri' bu işlere bulaşanların kimliğini de ele veriyordu.
Örneğin İngiltere'de iş üzerinde yakalanan yeşil pasaportlu, silah taşıma ruhsatlı Yaşar Öz de, Nurettin Güven de uyuşturucu kaçakçısı ülkücülerdi.
Nurettin Güven olayında da Susurluk kazasındaki gibi 'susturucu,' Yaşar Öz olayında olduğu gibi, İçişleri Bakanlığı'nca verilmiş 'resmi pasaport', Yaşar Öz, Abdullah Çatlı ve Haluk Kırcı örneklerinde olduğu gibi 'Emniyet uzman kimliği', bu isimlerin karıştığı çoğu olayda olduğu gibi 'uyuşturucu' unsurları bir araya geliyordu.
Bütün bu savlar Mehmet Eymür'ün İstanbul DGM'de yargılandığı çete davasında yaptığı açıklamayla çok yeni bir boyut kazanacaktı. Eymür yargıç huzurunda 'Ağar'ın Dev-Sol lideri Dursun Karataş'a 291.5 kilo eroin gönderdiğini' öne sürüyordu.
Susurluk çetesinin kurşunlarına hedef
olan ünlü uyuşturucu taciri Ömer Lütfü Topal'ın Ankara'daki işlerini organize eden
Aliye Kara'nın söyledikleriyse bir gazete haberi olarak kalacaktı. Kara, polise,
"Merhum Türkeş'in adını kullanan bazı kişiler bizden 6 milyon dolar yani yaklaşık 2 trilyon lira aldılar" diyordu. (14 Şubat 1999)
Evcil'in uçağı
Yeraltı dünyasına sıcak para sağlayan ünlü banker Nesim Malki'yi öldürmekle suçlanan
Erol Evcil'in özel uçağıyla seçim gezilerine katılan bir siyaset adamının bu ülkede
İçişleri Bakanı olduğunu bilmeyen yoktu. (19 Ekim 1998)
Bu ilişkiler ağını hafife almamak gerekiyor. Gerekiyor çünkü artık herkes 12 Eylül öncesinin terör bilmecesinin yanıtının,
'Mehmet Ali Ağca, Oral Çelik, Abdullah Çatlı ve Mehmet Şener'in adların arkasında saklı olduğunu' biliyordu.
Çok tuhaf bir rastlantı ama 1978'de ülkücü bir tetikçi olan Hamit Kökenç, 1990'lı yıllarda Susurluk Çetesi'nin Koptagoncu Mehmet Akli Yaprak'ı kaçırma operasyonunda da, Trieste'de 100 kilo eroinle yakalanan Nurettin Güven'le birlikteydi.
Yine çok tuhaf bir rastlantıydı ama 1970'lerde Ankara'da tetik çeken Mikail Göleli de 1992'de Brüksel'de uyuşturucuyla yakalanıyordu. Göleli uyuşturucu taciri Yaşar Öz'ün 'yakın dostu' çıkıyordu.
İnanması güç olsa da Yaşar Öz'le Çatlı akraba oluyordu.
***
Seçimle değişenler
1999 seçimlerinden sonra 'ülkücü mafya' olgusu Bahçeli liderliğindeki MHP yönetimini çok rahatsız etti. Bir süre sonra da 'mafya ilişkileri nedeniyle 3 bin ülkücünün partiden kayıtlarının silindiği' kamuoyuna duyuruldu
***
Dış dünyaya yansıyanlar
Karanlık işlerin başında elbette uyuşturucu ve silah kaçakçılığının geldiğini dünya biliyordu. Başbakanlar, bakanlar, milletvekilleri, yargıç, savcı, polis, asker ve yüksek bürokratların adının karıştığı bu tür karanlık işler onlara yeni olanaklar sağlıyordu.
Örneğin Alman yargıç Rolf Schwable, bir kaçakçılık davasının görürken, duruşma tutanaklarına geçen sözleriyle uyuşturucu kaçakçılarının 'Türk hükümet yetkilerince korunduğunu' söyleyecekti. Alman yargıç Schwable, dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Tansu Çiller'in adını telaffuz etmekten geri durmayacaktı (21 Ocak 1997).
İngiltere'nin kaçakçılıktan sorumlu İçişleri Bakan Yardımcısı Tom Sackville'nin aynı yöndeki iddiaları da son deree çarpıcıydı. Sackville, 'Türk polisinden bazı kişilerin hatta Türk hükümetinden bazı yetkililerin uyuşturucu işine karıştığı yönünde kaygı verici iddialar olduğunu' söyleyecekti (26 Ocak 1997).
Fransa Uyuşturucu Jeopolitiği Gözlemevi'nin 1997 yılı için hazırladığı raporundaki suçlamalar ise çok daha boyutluydu:
"İslamcılarla koalisyon yapan Çiller'in koruduğu Mehmet Ağar'ın istifası polis ve hükümetten bazı kişilerin mafya ile bağlantısını ortaya koyuyor. Ağar MİT raporunda uyuşturucu kaçakçılığı, haraç, Almanya, Hollanda, Belçika ve Azerbaycan'da adam kaçırma olaylarının gerçekleştirip eylemler yapan aşırı sağcı bir mafya çetesini yönetmekle suçlanıyor."
Kafkaslar'dan İspanya'ya
Söz konusu suçlamalar çok ağırdı ama hemen hemen hiçbiri yeni değildi. 1996'daki 'Türkiye: Hep Biraz Daha Doğu'ya' başlıklı raporda, Türk uyuşturucu kaçakçılarının Rusya, Ukrayna, Moldovya, Kafkasya'da cirit attıkları belirtiliyordu. Sözünü ettiğimiz son raporda, PKK operasyonlarında elde edilen uyuşturucunun kayıtlara geçirilmediği ve bunun yılda birkaç kez İspanya limanlarına giden aşırı sağcı çetelere teslim edildiğine dikkat çekildi (25 Ocak 1996).
Bütün bu savlar, Türkiye'deki bazı başka savlarla da paraleldi. 'Delillendirme' imkânı bulunmayan bu savlar, kimi zaman da 'iç çatışmalar' nedeniyle, sarmalın içinde adı geçen kişilerin hesaplaşmasının bir sonucu olarak ortaya çıkıyordu. Eymür'ün DGM'de yargılanırken, 'Ağar'ın Dev-Sol lideri Dursun Karataş'a 291.5 kilo eroin gönderdiğini' öne sürmesi bunun tipik örnekleri arasında.
***
'Mafyacılıkta haklıydılar'
Ünlü eski ülkücü, yeni işadamı Lokman Kondakçı'ya göre ülkücülerin mafyaya yönelmekte haklılık payları yok değildi; çünkü 12 Eylül'den sonra büyük çoğunluğu 'aç' geziyordu...
***
Kutlu Savaş'ın ünlü raporu
Siyaset dünyasının Koptagoncu Mehmet Ali Yaprak'la ilişkisi, Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş tarafından doğrulanacaktı:
"Yaprak 24 Aralık 1995 seçimlerinden önce seçim masrafı olarak Ağar'a dolayısıyla DYP'ye 500 milyar yardımda bulunmuş, konuyu bilen Özel Harekât Daire Başkanı İbrahim Şahin bilahare bu şahıstan 100 milyar lira rüşvet almıştır. Yaprak'ın Ağar ve Şahin'e verdiği paralardan haberdar olan Abdullah Çatlı, kendilerinin de para almaları için Ercan (Ersoy) Ayhan (Çarkın) isimli polis memurlarının da aralarında bu bulunduğu bir ekibe Yaprak'ı kaçırtmış, olayda altı yedi şahıs polis maskesiyle görev almıştır."
Sonra olaya MİT ajanı Müfit Sement'in de karıştığı ortaya çıkacaktı. Ortaya çıkmayan, Sement'in 1978'de İstanbul'un ünlü tetikçilerinden olmasıydı. MHP'li itirafçı Tevfik Ağansoy, cinayetleri tek tek anlatıyordu ama nedense kimse duymuyordu.
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=7606
Devlet Bahçeli genel başkan olduktan sonra Mhp nin içinde ki mafya olan herkesi temizledi ve halk da bunu takdir etti eğer o da bu yukardaki şeylerin olmasına izin verseydi artık ne olurdu bilinmez onun için gerçek ülkücülerin hepsi ülkücülerin "mafya"lık yapmasını ister dersek çok yanlış olur ülkücülükle mafya hiç bir zaman yanyana düşünülemez...
Her yanda güz sancısı öpüşmeler var ama nedense hepsi yarım...