
Marc Levy’nin “Dostlarım, Aşklarım” adlı romanını okurken oldukça eğlendiğimi söylemeliyim. Özellikle de Fransa ve İngiltere arasında mekik dokuyan trenlerle ilgili kısma bayıldım. Marc Levy iki ülkeyi birbirine bağlayan trenlere kitabında özel bir anlam yükleyerek, trenleri romanın kahramanlarından biri haline getirmiş. Bu şekilde, insan gerçekten aşık olduğunda ve eğer gerçekten birlikte olmak istiyorsa iki aşık arasındaki her türlü mesafenin ve engelin aşılabileceğini vurguladığı gibi, insan ilişkilerinde fedakarlığın, anlayışın, hoşgörünün ve yardımseverliğin önemine de dikkat çekmiş.
Evet, “Dostlarım, Aşklarım” dostluk, aşk, evlilik, fedakarlık, genelde kadın-erkek ilişkileri ve bu ilişkilerde çocukların rolü üzerine bir roman. Gerçi bu tür kitapları daha çok kadınların okuması gibi bir durum söz konusu olsa da, bu romanda erkeklerin de çok şey bulacağından eminim. Çünkü Marc Levy romanında kadın-erkek ilişkilerini erkekleri merkez alarak işlemeyi uygun görmüş. Bu yüzden de, aslında Fransız olan ana karakterler Antoine ve Mathias’ı İngiltere’de bir Fransız mahallesi olan Bute sokağında bir araya getirerek başlamış kitabına.
Fransa’da bir kitabevinde çalışan Mathias’ın ayrıldığı eşi kızıyla birlikte İngiltere’de yaşamaktadır. Fransa’da arkadaşlarından ve kızından ayrı geçirdiği zamanlarda korkunç bir yalnızlık çeken Mathias sonunda Antoine’ın ısrarlarına daha fazla dayanamayarak İngiltere’ye yerleşmeye karar verir. Bute sokağındaki arkadaşlarının yardımıyla küçük bir kitabevinin işletmesini alır ve Antoine’ın bitişiğindeki küçük evde kızıyla birlikte yaşaması kararlaştırılır. Çünkü eski karısı onun İngiltere’ye gelmesiyle birlikte Fransa’ya dönmeye karar vermiştir. Böylece Mathias, kızı Emily, Antoine ve oğlu Louis’nin ortak yaşamları başlar. Bu ortak yaşamda Bute sokağındaki arkadaşları Yvonne, John Glover, Sophie ve McKenzie’nin onlara büyük yardımı dokunacaktır. İki eski arkadaş bir yandan çocuklarını yetiştirirken, bir yandan da ortak yaşamın gereklerini yerine getirmeye çalışacaklar ve bu süreçte de kadınlarla ilişkilerini sorgulayacaklardır. Çünkü Antoine karısı altı yıl önce Afrika’da başkalarının çocuklarıyla ilgilenmek üzere kendisini terk ettiğinden beri anılarına saplanıp kalmıştır; Mathias ise hala karısıyla ilişkilerini düzeltebileceğini ummaktadır. Ancak umutları boşa çıkar. İngiltere onun için yeni bir hayal kırıklığı olmuş gibi görünürken, tesadüf eseri tanıştığı, Fransız televizyonu için program yapan Audrey’nin hayatına girmesiyle birlikte yeni bir aşk Mathias’ın kapısını çalar. Mathias yeni aşkının peşinden koşarken, Antoine da Mathias’ın yardımıyla saplanıp kaldığı geçmişten kafasını kaldırıp sonunda yıllardır gözünün önünde olan ama bir türlü göremediği aşkın farkına varacaktır. Onların aşkı yeniden keşfetmelerinde ise Bute sokağı sakinlerinin, özellikle de Yvonne ve John’un gizli çabaları önemli bir rol oynayacaktır.
Marc Levy kitabında erkek egemen toplumlarda kadın ve erkeğe yüklenen alışılageldik rolleri ve özellikle de erkeklerin kadınlara ve evliliğe karşı olan geleneksel bakış açılarını kırmaya çalıştığı gibi, erkeklerin bir ilişkide nerelerde yanlış yaptıklarını da sorguluyor. Antoine ve Mathias vasıtasıyla yapılan bu sorgulama kanımca günümüzün çağdaş toplumlarında her erkeğin yapması gereken bir sorgulama.
Kaynak