bu yazı çok uzundur okunma ihtimali %0,1 dir.
beni tanıdınız mı? üye adınız tanıdık geldi de...başka bir steden ((

enam 39 Ayetlerimize yalan diyenler karanlıklar içinde bir sürü sağırlar ve dilsizlerdir. Kim dilerse Allah onu şaşırtır, dilediği kimseyi de doğru bir yol üzerinde bulundurur.
Bu ayette bir absürtlük yoktur. Allahın ayetlerine inanmayanlar sağır ve dilsiz diyor. mecaz var. yani her şey anlatılmış duymazsan sağır ve dilsizsin diyor.
Kuran-ı Kerimin ayetlerini yalanlayanlar, algılama cihazları işlemez hale geldiği için bu yalanlama eylemine girişiyorlar. Onlar sağırdırlar, kulaklarına gelen sesleri işitemezler; dilsizdirler, konuşamazlar; karanlıklar içinde bocalıyorlar, göremezler.
kim dilerse allah onu şaşırtır. zorla inandıracak değil heralde.. kim hidayete ermek isterse de onun kalbini de imana açar.
enam 125 Allah, her kimi doğru yola erdirmek isterse, onun gönlünü islama açar. Her kimi de sapıklığa bırakmak isterse onun kalbini daraltır, öyle sıkıştırır ki, sanırsın öfkesinden göğe çıkacak. Allah imana gelmeyenleri o murdarlık içinde hep böyle bırakır.
Allah kime doğru yolu takdir ederse -doğru yola ulaşmayı isteyen ve deneme amacıyla kendisine verilen seçme özgürlüğü arasında O'na yönelen kişiye ilişkin geçerli kural uyarınca- "göğsünü İslâm'a açar" ufkunu genişletir, kolaylıkla ve istekle İslâm'ı kabul etmesini sağlar. Onun hareketlerini yönlendirir, ona güven verir. Böylece İslâm'la huzur ve rahata kavuşur.
Kimin içinde sapıklık dilerse -doğru yoldan kaçan ve fıtratını ona kapatan kimsenin sapmasına ilişkin geçerli kural uyarınca- "göğsünü sanki göğe çıkıyormuş gibi, dar ve tıkanık yapar." O doğru yola kapalıdır, duyu organları körelmiştir, bu yüzden İslâm'ı kabul etmekte zorlanır, sıkılır; "Sanki göğe çıkıyormuş gibi." Bu göğe yükselirken meydana gelen nefesin daralması, göğsün sıkılması ve baygınlık geçirilmesi gibi somut bir şekilde ifade edilen psikolojik bir durumdur. Hafs okuma tarzında olduğu gibi " "çıkıyor" kelimesinin yapısı da bu zorluğu, tıkanmayı ve çabayı ifade etmektedir. Vurgusu da tüm bunları akla getirdiği gibi gözler önüne serilen sahne pratik durum ve bir tek melodideki bu sözlü ifadesiyle de uyum oluşturmaktadır.
Sahne yerinde bir değerlendirmeyle son buluyor
"Bunun yanısıra Allah inanmayanları iğrençliğe mahkûm eder."
İşte böyle... Yüce Allah'ın kaderinin doğru yola ulaşmasını istediğinin göğsünü açmak ve sapıtmasını istediğini zora sokmak, çabalatmak ve eziyet etmek şeklinde cereyan etmesi gibi... Allah inanmayanları bu şekilde azaba mahkûm eder. Ayette geçen "Rics" kelimesinin bir anlamı, azap olduğu gibi biri de iğrençliktir. Her ikisi de sahnede yer alan azaba renk katmaktadır. Bu sahne giderek azaba bulaşmakta, ona dönüşmekte, en sonunda, ondan ayrılmaz bir duruma gelmektedir. İfadede verilmek istenen mesaj da budur zaten.
fizilalil kuran dan alıntı.
secde 13 Eğer dilemiş olsaydık, herkese hidayetini verirdik; fakat tarafımdan şu söz verildi: "Elbette ve elbette cehennemi bütün cin ve insanlardan dolduracağım!"
Allah insanlara hür irade vermiştir. cehennemi sapıklığı seçen ve cehenneme götüren yolu izleyen cin ve insanlarla doldurmayı, değişmez bir hüküm olarak belirlediği kaderde yazmıştır...bunda da absürt bir durum yok.
yunus 99 Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde kim varsa hepsi toptan iman ederlerdi. O halde insanları hep mü'min olsunlar diye sen mi zorlayacaksın?
bu ayette hele hiç bir absürt durum yok ki. Allah dileseydi herkes inanırdı. yani hz. muhammede diyor inanmayanları sen zorla mı inandıracaksın. zorla olmaz ki. insanlar kendi hür iradeleri ile inanacaklar. peygamber sadece tebliğ eder.
sonuç şudur ki...Allah diledğini saptırır dilediğini hidayete erdirir. O'nun her şeye gücü yeter. Her şeye gücü yeter demek her şeyi yaptığı anlamına gelmez.
Allah diledğini hidayete erdirmek ,dilediğini de saptırmak gücüne sahiptir. ama bu güce sahip olmak demek bu gücü kullandığı anlamına gelmez.Allahın sıfatlarından biridi de "adil" dir.
kimseye haksızlık yapmaz. eğer bir insan sapmayı istiyorsa Allah da onu saptırır. eğer inanmak istiyorsa inandırır.
Allah sapmak isteyenin sapkınlığını artırır. inanmak siteyeni de inandırır.
konu ile ilgili ayetleri bütün olarak ele aldığımızda -ki almamız gerekir- bu sonuç çıkar.
nisa 3. Eğer yetimlerin haklarını gözetemeyeceğinizden korkarsanız, size helal edilen kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikahlayın ve eğer bu takdirde adaletli davranamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir kadın ile veya sahibi bulunduğunuz cariye ile yetinin. Bu, azmamanız, haksızlık yapmamanız için daha elverişlidir.
öncelikle kurandan bir hüküm çıkaracaksak eğer konu ile ilgili bütün ayetleri toplamamız gerekmektedir.
kuran bu ayette diyro ki dört kadınla evlenebilrisiniz. dikkat edilirse bu ayet yetimlerden bahsedilirken söylenmiş dört kadınla evlenmek hususu.
dört kadınla evlenebilirsin demiş ama bu bir farz (emir) değil. yani her müslüman dört kadınla evlenmek zorunda değil. bu sadece "olabilirlik" belli şartlar oluştuğunda oluşan olabilirlik. Ancak ayet demiş. adaletle hükmedemezsniz bir kadınla yetinin. yani her kadınlara bakmak,sevgi,ilgi konusunda adalet şartı getirmiş ayetler açıkça.
Ayrıca şunu da belirtmem gerkecek ki
islamdan önce erkek istediği kadar kadınla evlenebiliyordu.!!!!daha sonra gelen ayetlerde demiş ki.
"ne kdar uğraşsanız da adalet sağlayamazsınız." bu ayetin de buraya alınması lazımdı.
yani islamda erkek şeyinin keyfine dört kadınla evlenemez. belli şartlar vardır. zaten dört kadınla evlenenlere bakıldığında şeyinin keyfine evlenmiştir ve genelde cahil insandır.
bir müslüman şeyinin keyfine dört kadınla evlenmez. islam tek eşliliği tavsiye eder.
peşinden gelen ayetlerde:
İki karısı olup, birini diğerine tercih ederek, birini bırakıp diğerine büsbütün meyleden kimse kıyamet günü vücudunun düşük bir tarafını çekerek veya bir tarafı felçli olarak mahşere gelir." ayetini dikkat etmek gerekir.
çok kadınla evlenme o zamanlae resmen dağılan insan yerine konmayan kadınları sahiplenme adına gerçekleştirilmiştir.
islamın geldiği çağda kadın dünyadak hemen hemen bütün milletlerde aşağılık değersiz bir mahluk olarak görülüyrdu. resmen esirdi.
Eski hint hukukuna göre kadın evlenme miras ve diğer olaylarda hiç bir hakkı yoktu.
kadının zayıf ve kötü bir ahlaka sahip olduğu kabul ediliyordu.
Budizmin kurucusu buda ilk başlarda kadınları budizme kabul etmiyordu. bir çok tereddütten sonra kadınları dine kabul etti ancak bunun budist toplumu açısından tehlikeli olduğunu söylemiştir.
israil hukukuna göre kızlar babalarının vinde bile hizmetçi gibidirler.babaları onları istediği gibi satabilir.
boşanma hakki keyfi olarak kocaya aittir. kızlar başka bir varis yok ise mirasa hakk kazanır.
islamla birlikte kadın değer buldu. Dul kadın kendinden sorumldur ve evliliğe kendisi karar verecektir. kızlara evlenmek istermisin diye sorulmadan evlendirilirdi.islamda kızlar izni alınmadan evlendirilemez.!!! kızlar islamla değer buldu!!!
hisse meselesinde: islam erkeğe fazla pay vermiştir evet ama bunun sebebi kadını küçük görmekten gelmemektedir.
erkek çocuklara bakmakla yükümlüdür!!!
ayrıca anne baba dede nine mirasta eşit pay alırlar. sadece kız kardeş az pay alr.
-burası alıntı- akademik titri olan hayrettin karamandan alıntı.
Kur’an-ı Kerim bütün kadınlara her durumda, erkeğinkinin yarısı kadar miras hissesi vermiyor. Mesela bir kimse ölüp de mirası paylaşılırken anne ve babası hayatta ise ikisine de eşit olarak altıda birer hisse verilir. Miras paylaşımında ölenin kızları ile oğulları bulunursa bu durumda kızlara, oğul hisselerinin yarısı kadar pay verilir. Ama buna karşı kızların mali yükümlülükleri azaltılmış, buna karşı erkeklere ’askerlik, mehir, yalnızca karı ve çocuklarına değil, yakından uzağa akrabasına nafaka yükümlülüğü, akrabanın ödeyeceği bazı kaza tazminatlarına katılma’ gibi malî (mal ve para harcama ile yapılan) yükümlülükler getirmiştir. Sonuçta kızlar, erkek kardeşlerinden daha avantajlı duruma gelmektedirler. Bugün erkekler kız kardeşlerine ve diğer akrabaya karşı bu yükümlülükleri yerine getirmiyorlarsa mirastan daha fazla pay alarak bunu (başkalarının haklarını) yemeleri meşru olmaz.
nisa 15. Kadınlarınızdan zina edenlerin aleyhlerine dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse, ölüm onları alıp götürünceye veya Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde hapsedin.
nisa 16. Sizlerden zina edenlerin ikisine de eziyet edin. Eğer tevbe edip kendilerini düzeltirlerse, onları cezalandırmaktan vazgeçin. Çünkü Allah, tevbeleri kabul eden, daima merhamet edendir.
siz müminler hep birbirinizden sayılırsınız.
burada bir absürtlük göremedim ben. bilinen şeyler.allah tevbeleri kabul edendir diyor.
nisa 34. Erkekler, kadınlar üzerinde hakim dururlar, çünkü bir kere Allah birini diğerinden üstün yaratmış ve bir de erkekler mallarından harcamaktadırlar. Bunun için iyi kadınlar, itaatkardırlar. Allah'ın korumasını emrettiği şeyleri, kocalarının yokluğunda da korurlar. Serkeşlik etmelerinden endişe ettiğiniz kadınlara gelince; önce kendilerine nasihat edin, sonra yataklarında yalnız bırakın, yine dinlemezlerse dövün. İtaat ettikleri halde onları incitmek için bahane aramayın. Çünkü Allah, çok yüksek çok büyüktür.
dikkat edilirse zinaya sapmadan bahsediyyor.hem sözleir ile hemde uygulamaları ile o dönemde dediğim gbi yaygın olan -hala yaygın- kadına karşı tutumu ortadan kaldırmayı amaçlamıştır.
burada da zinaya sapmaktan bahsedilmekte. zinada ise aten erkeğe de dayak var.
Bunun dışında her ne sebebple olursa olsun kadın dövülemez. bu islama ters bir davramıştır.
nisa. 128 Eğer bir kadın kocasının serkeşliğinden veya yüz çevirmesinden endişe ederse, barışarak aralarını düzeltmelerinde bir mahzur yoktur. Anlaşma her zaman hayırdır. Nefisler ise kıskançlığa hazırlanagelmiştir. Eğer arayı düzeltir ve geçimsizlikten sakınırsanız şüphe yok ki, Allah yapacağınız her şeyden haberdardır.
bunda da bir şey yok. kadın affederse affeder diyor. ne var bunda..anlaşma her zaman hayırdır.
kadınlar hakkında gerieisi de aynı işte....yazmışsın misyoner sitelerden sanırım...
islamdan önce kadınların özel mal edinme hakkı bile yoktu. islam kadınlara özel mülkiyeti getirdi.budizmin kurucusu kadını yıllaaaarca dinine sıkmadı. sonra dine almaya başladı ama sakın bunlara güvenmeyin dedi.
Avrupanın ve bazı memleketlerde kadının bir dini olabileceğini akıllarına
sığdıramayan dindarlar, bu zavallıların mukaddes kitaplara dokunmasını ve okumasını resmen yasaklarken, İslam dini emirlerini tebliğ ederken böyle bir ayrım göstermedi
.
“Mümin erkekler, Müslüman kadınlar, Müslüman erkekler” gibi ifadelerle onları dini açıdan eşit tuttu.
hıristiyanlıkta kadın uğursuzdur! çünki havva cennetten ilk yasak meyveyi yiyendir ve uğursuzluk kadıın içinde vardır bu yüzden islam dinine kadar bütün toplumlarda kadına bu gözle bakıldı.
islamda ise cennet anaların ayağı altındadır! ifadesi geçti.6.yy arap yarımadasında kız çocukları diri diri gömülürken cenneti bu cinsin ayakları altına getiren bir din nasıl olurda kadını aşağılayabilirki.
İslamiyet’in ilk şehidi bir kadındır. İlk müslüman bir kadındır. peygamberimizin soyu kızından devam eder. Hz. Ebubekirin kitap haline getirdiği dünyadaki tek Kuranı Kerim Hz.ebubekir, ömer, osman dönemlerinde onlarca yıl bir kadının yanında kalmıştır.
islamda kadının değeri yokta komünist toplumlarda mı var!
Bu ülkelerdeki kadının durumu,ayrupa’daki kadınların durumundan çok daha beterdir.
erkekten daha zayıf olankadınalr sanayide gece gündüz vardiya usulü çalıştırılıyor.
erkek ayrı bir fabrikada kadın ayrı bir fabrikada. karı koca ayrı ayrı fabrikalarda.çocuk da yuvada üçü nasıl biraraya gelecek.mucize.
Kadın,mutfakta yemek yapmanın huzurunda uzakta.
kadın koluna bilezik takmaktan mahrum.mülkiyet yok para yok.yaşam bakımında bir ekrkek hayatı vüvu ve ruh bakımından kadın esir hayatı.
ayrıca şu forum sayfalarındaki kadının değerlerine bir bakın hele...
http://www.harabe.ne...?showtopic=6196http://www.harabe.ne...?showtopic=6142bunlara dikkatli bakın. islamı gsterin.
Evet, bütün dünya, hâlâ yukarıdaki bir nebzecik olsun bahsettiğim şekilde kadına hak verirken, bindörtyüz küsur sene önce islam kadına ne haklar vermiş, kadına
bakış açısı nasılmış.
kadını, asırlardır tokatlamaktan yorulmayan zalim elleri, islam havada yakaladı. bütün mazlumlarla birlikte kadını da kurtardı. Onun asırlardır örselenen narin vücudunu, iffetin timsalidir diye nadide kumaşlara sardı. gözü paradan puldan başka bir şey görmeyen,daima bunun için birbirini yiyen erkeklerin elindeki altınları, mücevherleri aldı, kadınlara taktı. zalim ellerin tutup sürüklediği saçları tüllere bürüdü. Bundan sonra da erkeklere;
“Kadınlarla güzel geçinin”buyurdu.
hz. muhammed (s.a.v) de: “Sizin en iyiniz, hanımına karşı en iyi olanınızdır” buyurdu.
allah birazda acımasız sanki..çok uzun zamanım yok alıntı yapacağım.
yazıp cihadla ilgili saınırım bilgi eksikliğindnen kaynaklanıyor.
tevbe. 5 O haram aylar çıkınca artık müşrikleri nerede bulursanız öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve bütün geçit başlarını tutun! Eğer tevbe edip namaz kılar ve zekatı verirlerse, onları serbest bırakın; çünkü Allah bağışlayan ve merhamet edendir.
Kur’an-ı Kerimde “o müşrikleri nerde bulursanız öldürün” hükmü var mıdır?
Soruda bildirilen hüküm, savaşla ilgili hükümlerin yer aldığı Tevbe Sûresinin 5. ayetinin bir parçasıdır.Bilindiği üzere, Kur’an-ı Kerim bir defada bir kitap olarak indirilmemiş, olaylara göre 23 yıl zarfında gelmeye devam etmiştir. Burada söz konusu olan,
Hz. Peygamberin ve ilk müslümanların müşriklerle savaş halidir.Nasıl ki, bir devlet teröristlere şöyle bir ültimatom verebilir: “Size dört ay müddet. Ya bu müddet zarfında teslim olursunuz, ya da görüldüğünüz yerde öldürülürsünüz .” Onun gibi, Tevbe Sûresinin ilk ayetlerinde belirtildiği üzere, müşriklere dört ay süre verilmiştir. Bu müddet zarfında onlara ilişilmeyecektir. Fakat eski hallerine devam ederlerse, ölüm fermanı söz konusudur. “Onları nerede bulursanız öldürün” mealindeki ayetin son kısmı “Allah Gafur ve Rahimdir’’ diyerek biter. Bununla “Allah bağışlayıcıdır, merhamet edicidir. Siz de öyle olun” mesajı verilmektedir. Bir sonraki ayette ise şöyle denilir:
“Eğer müşriklerden biri eman ile sana gelirse ona eman ver. Ta ki Allah’ın kelamını dinlesin. (Müslüman olmazsa) sonra onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır. Çünkü onlar bilmeyen bir kavimdir.” Bu ayette, müşrikler hakkındaki ilahi rahmetin eserlerini açıkça görmek mümkündür. Demek ki, müşriklere bu dinin güzelliğini görmek, Allahın kelamını dinlemek fırsatı verilmelidir. Çünkü onlar, bu dini bilmeyen bir toplumdur. Onlardan bu şekilde gelenler, İslam beldesinde emniyet içerisinde yaşarlar, gezerler. Müslümanların hallerini gözlemlerler, neticede İslama girmeyebilirler. Kabul etmediğinde “Sen müşriksin” denilip öldürülmez, emniyet içinde vatanına dönmesine yardımcı olunur.
Şadi Eren (Doç Dr.)İslamda savaş asla dini zorla kabul ettirmek için yapılmaz. Bu konuda Allah’ın emri açıktır. "Dinde zorlama yoktur." (Bakara:256)
Savaş saldırıyı püskürtmek için yapılır. Bu konuda Kuran’ın şu ayetini görüyoruz.
"Kim sizin üzerinize saldırırsa, sizde tıpkı onların saldırdıkları gibi (saldırılarına karşılık olarak) saldırın. Allah’tan sakının. Ve, Allah’ın sakınanlarla beraber olduğunu bilin." (Bakara:194)
Bu ayetlere göre Kuran, inananlara saldırmayanları kendileriyle iyi geçinilmesi gereken kimseler olarak görür. Ama Müslümanlara saldırdıkları zaman Müslümanlar bu saldırıya cevap verir.
"Sizinle din konusunda savaşmamış, sizi yurtlarınızdan çıkarmamış olanlara iyilik yapmak ve adaletli davranmaktan Allah sizi men’etmez; çünkü Allah adaletli davrananları sever. Allah sizi ancak sizinle savaşan, yurtlarınızdan çıkarmış ve çıkarılmanıza arka çıkmış olanlarla dostluk etmenizden meneder." (Mümtehine:8-9)
Saldırıyı önlemek söz konusu olduğu zaman; Kuran saldırının ilk işareti görülür görülmez savaşa girilmesine izin vermez. Hatta saldırı başladıktan sonra bile savaşa meydan vermeden mümkünse onu durdurmaya çalışır:
"Eğer herhangi bir ceza ile karşılık verecekseniz size yapılanın aynısı ile karşılık verin. Sabrederseniz andolsun ki; bu elbette daha hayırlıdır." (Nahl:126)
İşte, oldukça açık yargılar taşıyan bu ayetler ispat etmektedir ki; Peygamber uygulamasında kendini bulan, İslam Dini’ne göre savaşın sebebi; bir ideolojiyi veya bir dini başkalarına zorla kabul ettirmek değil aksine bir saldırının önünü almaktır.
Peygamberimiz zamanında savaş iki nedenle yapılmıştır:
1- Düşmanlar saldırılarını doğrudan doğruya Peygambere yöneltiyorlardı; O da bunlara karşılık veriyordu.
2- Müslümanları inançlarından döndürmeye zorluyorlardı. Bu durum karşısında Peygamber, düşünce ve inanç hürriyetine dokunulmasına engel olmaya çalışıyordu.
Gerçekten de eğer Peygamberimiz savaşa girmişse bu sadece düşünce hürriyetini sağlamak ve inananları inançlarından döndürmeye çalışan kimselere karşı savunma içindi. Bu kesinlikle anlaşılmalıdır ki; Müslüman değil diye hiç kimse öldürülemez. İnançsızlığı yüzünden kimseye dokunulmaz.
Şimdi Kuran’daki diğer ayetlere geçelim.
"Size savaş açanlarla, siz de Allah yolunda savaşın, ancak aşırı gitmeyin. Şüphesiz Allah aşırı gidenleri sevmez; onları (size savaş açanları) nerede yakalarsanız öldürün. Onları sizi çıkardıkları yerlerden (işgal ettikleri yerlerden) çıkarın. Fitne öldürmekten daha kötüdür. Onlar Mescid-i Haram yanında orada sizinle dövüşünceye kadar siz de onlarla dövüşmeyin. Fakat sizi öldürürlerse siz de onları öldürün. Bununla beraber vazgeçerlerse siz de bırakın. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. Fitneden eser kalmayıncaya, din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Vazgeçerlerse artık zalimlerden başkasına düşmanlık edilmez." (Bakara:191-192-193)
Bu ayetler "İslamın savaş tüzüğü" olarak kabul edilmektedir. İslam bilginleri bu ayetlerden savaşın ancak saldırıyı püskürtmek amacı ile yapılabileceği sonucunu çıkarmış ve şu yargıları ortaya koymuşlardır:
1- Size savaş açanlarla Allah yolunda "İlahi adaleti ve barışı yayma yolunda" siz de savaşın. Şu halde Müslümanlara savaş izninin verilişi, düşmanların saldırısına bağlanmıştır.
2- Ancak aşırı gitmeyin.
Ayete göre savaşmayan kimseler ve savaş meydanında hiç bir fonksiyonu bulunmayan ve asla savaşa katılmayan insanlara saldırmak yasaktır.
3- Fitneden eser kalmayıncaya kadar, onlarla savaşın. Savaşın amacı; baskıyı, sömürüyü kaldırmak barış ve adaleti sağlamaktır. Herhangi bir dinin, ideolojinin zorla benimsetilmesi de fitnedir. İslam bunu da reddeder ve bununla mücadele eder.
4- Düşmana, davranışının aynısıyla karşılık verilmelidir. Fakat saldıranlar ahlak kurallarından uzaklaşmışlarsa İslam savaşçısı bu yolda düşmanı izleyemez.
Ahlak dışı konularda karşılıklı davranış kanunu uygulanamaz. Mesela onlar kadınlara saldırırlarsa biz de aynı şekilde davranamayız. Ölülerimizin cesetlerine saygısızlık yaparlarsa bizler hiç bir zaman onları bu yolda taklit edemeyiz.
5- Savaşta meşru olan ve olmayan hareketler:
a) Din adamlarına dokunulmaz.
b ) Savaşla ilgili olmayan insanlara dokunulmaz.
c) Çocukları, ihtiyarları ve kadınları öldürmek yasaktır.
d) İslam bir toplumu imhayı reddeder.
e) Savaşılan ülkeyi tahrip yasaktır.
(M. Ebu Zehra. İslamda Savaş Kavramı) Savaş Esirleri:
Savaşta bile insan onuruna saygı gösteren İslam, Müslümanları esirlere karşı da merhametli olmaya çağırır. Peygamberimiz "Esirlerinize iyilikle davranınız!" demiştir. Bedir Savaşında alınan esirlere iyilikle ve saygılı bir şekilde davranılmasını emretmiştir. Müslümanlar da bu emre uyarak yiyecek konusunda esirlere öncelik tanımışlardır.
Savaş esirleri konusunda İslamın temel direktifleri nelerdir? Onlara hürriyetlerini mi verir yoksa kendilerinden fidye mi alır?
Bu konudaki ayetler şöyledir:
"Nihayet onların gücünü kırdığınız zaman artık bağı sıkı tutun(onları öldürmeden ve yaralamadan tutsak edin). Ondan sonra ya iyilik yapın (karşılıksız serbest bırakın) yahut fidye alın." (47:4)
Kuran’ın bu ayeti iki şıktan birinin seçilmesi gerektiğini göstermektedir. Ya karşılıksız serbest bırakma, yahutta fidye ile serbest bırakma, bunun dışındaki uygulamalar İslami değildir.
Savaşta bile işkence yasaktır.
"El, ayak, burun, kulak keserek cezalandırmak yasaktır."(Sünen-i Ebu Davud, Tercemesi, Cilt:10 sh. 217)
"Öldürmede bile insanların en iffetlisi, merhametlisi müminlerdir."(Ebu Davud Hds. No:2666)
Buradaki iffetli (merhametli) kelimesi en şefkatli, en merhametli ve yaratıkların organlarını kesmek ve bağlamak şeklinde onlara işkence etmekten en çok sakınan manalarına gelir. Çünkü İslam "Şüphesiz Allah her şeyde iyi ve mükemmel olanı farz kılmıştır. O halde siz öldürdüğünüz zaman, öldürmeyi (merhametlice) yapın. Bir hayvanı keseceğiniz zaman bıçağı iyice bileyin ve hayvanı dinlendirin." (Tirmizi diyet:14, İbni Mace Zebaih:3) (Ahmed Bin Hanbel 4:123125) İslam, bu gibi buyruklarla Müslümanların kalplerine merhameti ve şefkati yerleştirmiştir. Bu nedenle gerçek Müslümanlar bir şefkat ve merhamet örneği oldukları için savaşta düşmanı öldürürken dahi onun organlarını keserek ona işkence yapamazlar. Bu kesinlikle yasaktır. (Ebu Davud C.10 s. 270)
Savaşta kadınları öldürmek yasaktır.
Abdullah bin Ömer'den rivayet edildiğine göre: Resulullah'ın bulunduğu savaşlardan birinde bir kadın ölü bulundu. Bunun üzerine Resulullah kadınlarla çocukların öldürülmesinin İslamda yasak olduğu söyledi. (Ebu Davud, Hds. No:2668, Buhari Cihad 147-148, Müslim Cihad 25-26, Tirmizi Siyer 19, İbni Mace Cihad 30, Darimi Siyer 24, Muvatta Cihad 29, Ahmed Bin Hanbel c. 2: 23-22, 76, 91)
Yani savaşta savaşmayan insanlarla savaşılmaz, silahsız insanlara dokunulmaz. (Aliyyül Kari, Mirkatül Mefatih c. 4:237)
Peygamberimiz Mekke fethinde Mekke halkına şöyle seslenmiştir: "Ey Kureyş topluluğu! Şimdi hakkınızda benim ne yapacağımı tahmin edersiniz?" diye sordu. Kureyş topluluğu: "Sen kerem ve iyilik sahibisin. Bize hayır ve iyilik yapacağını umarız" dediler. Bunun üzerine Peygamberimizi; "Benim halimle sizin haliniz, Yusuf'un kardeşlerine yaptığı gibidir. Hz.Yusuf kendisine komplolar kuran kardeşlerine şöyle seslenmiştir: `Bugün ve bundan sonra benim tarafımdan size başa kakma ve serzenişte bulunma gibi herhangi bir eza ve cefa düşünmeyin. Ben hakkımı helal ettim` " diyerek hepsini AFFETTİ. (Taberi, İbni Sad)
Hz.Peygamber daha Medine'ye gelir gelmez yerli ahali ve Yahudilerle imzaladığı vesikayla karşılıklı hak ve yükümlülükleri açıkça tanımladı. Ve ortak bir konsensüs sağlamayı başardı. Buna göre Müslüman olmayanlar kendi din ve düşüncelerinde yaşama biçimleri ve ibadetlerinde özgür olacak, kimse onlara müdahale etmeyecek ve İslam Devletine verdikleri vergi karşılığında yabancı saldırılara karşı korunacaklardı. Hz.Ali, Mısır Valisi Malik bin Eşter'e gönderdiği mektubunda bunu sistemli bir hukuki ifadeye döktü. Hz.Ali'ye göre Müslümanların yönetiminde yaşayan insanlar iki gruba ayrılıyordu. Biri "dinde kardeşlerimiz olan Müslümanlar" diğeri de "yaratılışta eşlerimiz olan gayri müslimler" Her ikisinin de korunmuş hakları vardı. Tarihte hiçbir kültür kendinden başkasını böylesine ontolojik ve insanı bir temele oturtup yüceltebilmiş değildir. Nitekim Hz.Ali'nin bu çarpıcı tanımı Kuran’ın bütün insanları tek bir nefisten yarattığına ilişkin bir ayetine ve Peygamberin "bütün insanlar Adem'in çocuklarıdır. Adem de topraktandır" hadisine bir vurguydu.
Müslüman olmayan cemaat ve halkların kendi din ve hukuki inanışlarını sürdürme haklarını teminat altına alan bu geniş ve özgürlükçü perspektif, İslam toplumunda sosyal kültürel temele dayalı bir çoğulculuğun gelişmesine yardım etti ve Hıristiyan, Yahudi, Mecusi, Hindu, Budist ve benzeri din ve inanışlara bağlı kültür ve cemaatlerin günümüze kadar din ve kültürel varlıklarını koruyup sürdürmelerini sağladı. Şu bir gerçektir ki, eğer Müslümanlar, batılılar gibi diğer kültürler, dinler ve halklar karşısında baskı ve asimilasyon politikası uygulasalardı, İslam'ın devlet olduğu ülkelerde ne Hıristiyan ne de Budist ve benzeri kalırdı. Örneğin; İslam (Endülüs Emevileri) İspanya'da yüzyıllarca devlet olmasına rağmen Hıristiyanları {ve Yahudileri} inançlarında zorlamamış, onları asimile etmemiştir. Buna karşın Hıristiyanların hakimiyetindeki İspanya'da tek bir Müslüman kalmamıştır...
not: alıntı ve benden karışık (((